Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

MANZARA Kara Mustafa'nın Viyana bozgunu derecesinde bir hezimeti, bilemem, tarih kaydetmiş midir? Nereden gelip nereye gittiğimizi ve birdenbire neye heves edip ne hale döndüğümüzü göstermesi bakımından, bu bozgunu, verdiği ibret dersi ölçüsüyle, en parlak zaferlerimizle bir tutmalıyız. Kralları (Jan Sobyeski)nin arkasında, kuvvetli süvari ordularıyla, gözü kapalı, durmadan ve düşünmeden Kara Mustafa'nın çapulcu, kopuk, bağlantısız ve içinden yıkık sürüleri üzerine saldıran Lehliler, Türk ordusunun yerinde, kâğıttan yapılmış palalı bıyıklı mankenlerden başka bir şey bulunmadığını gördüler ve ilk vuruşta Osmanlı ordusunu paramparça ettiler. Lehlilerin yürüyüşü sırasında bütün ümit Kırımdan gelen Tatarlardayken, (Sobyeski)yi Tuna önünde tutma vazifesi tatarlara verilmişken, onlar da ceplerini ve heybelerini taşınamayacak kadar malla doldurmuş, yerlerinden kımıldamamışlar, otsuzluğu bahane etmişler, «atlarımıza taş mı yedirelim?» diye haykırmaya başlamışlar, kendilerine katılan levendlerle beraber, âdeta düşmana «buyur!» etmişlerdi. En nazik anda, Kara Mustafa'nın karşısına çıkan Tatar Haniyle Büyük Vezir arasındaki şu konuşmaya bakın: — Nerede askerlerin? — Sultanım; biz sana «Tatarlar iyice doydu, artık bunlardan hayr kalmadı, üzerimize gelen kâfirler kalabalıktır, en iyisi toplaRI çekip buralardan şerefimizle gitmektir.) demedik mi?... Yüzbinlerin ordusu, bütün hazırlıklarını ve şeref unsuru harp malzemelerini atarak topyekûn kaçıyor. Kara Mustafa'nın çevresinde, divan zabitleri ve hizmetçilerinden başka birkaç bin piyade ve atlı....Kara Mustafa da, heybetli kavuğu üzerinden başını döverek ve siyah sakalını gözyaşlarıla ıslatarak kaçmakta....Nihayet o da muhteşem otağını bırakıp eski bir tarihçinin «çapkun» diye yazdığı, çapkın, yani oynak ve hızlı bir at üstünde, felâket meydanını arkada bırakıp savuştu, gitti. Yollar; cenup, şark ve cenup şarkı istikametinde Belgrad, Budin ve Edirne'ye doğru yılankavi uzanan yollar....Bu yollar cins at ölüleri, sırmalı eyerler, altun işlemeli sancaklar, kırık top arabaları, tunç namlular, ipekli çadırlar ve otağlar, halılar, seccadeler, kavuklar ve sorguçlarla dolu. Herkesin, her şeyini, bütün maddî eşyasıyla beraber olancak mânevi kıymetlerini atıp, cebindeki altunları ve sefil cesedini korumaya baktığı destanlık ibret manzarası.... Lehistan kralı. Kara Mustafa'nın çadırına girmiş, sırma örtülü bir masaya çökmüş, sevgilisi Mariyetta'ya yazıyor: «— Muazzez ruhum; artık bana, Tatar kadınlarının harpten elleri boş dönen kocalarına dedikleri gibi (sen canavar değilsin! Bana bir şey getirmedin!) diyemeyeceksin! Sadrâzamın çadırındaki debdebe tasvirin dışında....Ganimeti saymakla bitiremem. Bir elmaslı kemer, iki elmaslı saat, dört beş kıymettar bıçak, beş yakutlu elmaslı ve safirli tirkaş, sırmalı yorganlar, nefis halılar binlerce ufak tefek eşya, gayet kıymetli kürkler...» Sadrâzamın çadırında hamam, bahçe, fıskiye ve hattâ bir papağana bile rastladığını söyleyen Kral, kazandığı zaferin dağ gibi ganimetleri önünde gözlerine inanamamaktadır. Esir düşüp sonradan hatıralarını kaydeden bir Türk'e de Lehliler şöyle demişler: «— Size ne oldu ki, bu hale geldiniz! Hâlbuki biz Viyana önlerine gelip sizin ordugâhınızı görünce manzaranızdan dehşete düşmüş ve dönmeyi düşünmeye başlamıştık. Eğer kaçmaya hazırlandığınız haberini almasaydık saldıramazdık!» Peygamber Sancağı bile, birkaç serdengeçti mümin sayesinde ancak ve zorla kurtarılabilmiş, bir zamanlar «Allah ismini yüceltme» dâvasının, içi iman ve ahlâk dolu kahramanı yeniçeri, şimdi kaçarken altunlarını almak için birbirini boğazlayan bir şenaat unsuru haline geldiğini göstermiştir. Bu korkunç zemin, işte Moskof'a açılan giriş kapısı....Böyleyken çocuk Çar Deli Petro'nun şahsında şaşkın şaşkın hadiselere bakan Moskof, henüz Türk yumruğu altından sıyrılabilmiş değil....
98 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.