Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

196 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay - 1975
1975'te henüz hayattayken bastırdığı bu derleme kitabını, monologlardan oluşan baş öyküsünün canlandırıldığı bir oyununa değinerek anlatmak istiyorum. Yani 70'lerden 10 Ağustos 2022 akşamına geliyoruz. Oyunu izlediğim akşamına... Mükemmel afiş çalışması ile büyük yazar Oğuz Atay'ın öykülerinden en kişiselinin  böyle bir etkinlikte yer alması, konuya aşina olan olmayan herkesi cezbetmiş olmalı ki oyun kapalı gişeydi neredeyse tüm gece! Sahne dekor ve düzenleme açısından maalesef içler acısıydı ne yalan söyleyeyim. Fakat Bornova Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosu'nun Büyük Park'ın o izole ve tarihi havasını solutması, Ağustos gecesinin ağaçlar arasından ay ve yıldızların ışığıyla izleyenlerin yüzünü yıkatması bu açığı kapatıyordu açıkçası öyle ki Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar ve Oyunlarla Yaşayanlar gibi şaheserleriyle de belli ettiği tiyatroya olan bitmeyen açlığının şehvetiyle bezeli ilgisi üzerimize adeta kabrinden fışkıran bir ah gibi yapışmıştı. Özellikle öldükten sonra değeri anlaşılan kalembazların şahını, canlandırılması için seçerseniz eğer, maddi olduğu kadar metafizik olarak da ayrıcalığınız olur. Böyle bir atmosfer oluştuğu için de biraz, dekorsuz da olsa, tek kişilik de olsa, oldukça uzun da olsa seyircilerin büyük bir kısmı oyunun iki perdesini de rahatça tamamladı. Olağanüstüydü... Bu hiç de kısa sayılmayan öykü aktarılırken hiç de fire verilmedi, her bir an sürekli oyuncunun konuşmalarıyla da desteklenirken, hareket ve mimikler hortumuyla da ilginin odağı bu performans kasırgasının gözbebeğinden hiç de ayrılmadı. Uzun mesafe koşucuları gibi seyircilerin de beyaz kasları bi hayli gelişti, beyin beyazlığındakiler daha doğrusu. Öyküsünü resmen ikinci defa okuttu bu az rastlanır performans. Öyküyü hiç okumadan gelenlerin ihmal edilebilir sayıda olduğunu tahmin ediyorum çünkü Oğuz Atay'ın zor okunan ilk iki kitabına nazaran öyküleri, yazarın altın lezzetindeki tarzını ve varoluşsal konularını çok daha rahat takip edilebilir şekilde sunuyor. Seyircilerin yarısından çoğunun bayanlardan oluşuyor olmasını anladık, sabır taşı olmak onların en iyi bilebildikleri bir iş sonuçta. Fakat abartısız tamamının gençlerden oluşuyor olmasını, bu internet çağında bilgiye dolayısıyla kitaplara ulaşmanın kolaylığına bağlıyorum. İnternet o kadar da boş değil, kitap tanıtımı içeren yazılı ve görüntülü bilgiler, video denemeler, makalelerle de doldu ortalık artık. Hemen her yerde, e-alışveriş kolaylığıyla, e-kitap ruhsuzluğunun da aşılıp kitapların bizzat kendilerine, bilinçli seçimler sonucunda ulaşılıveriliyor. Teknolojinin amaç değil de araç olmasıyla iyi taraflarını sergilettiği durumlardan biriyle de karşılaştığımı düşünüyorum. Fakat Oğuz Atay'ın isminin günümüz gençlerince daha çok bilinmesi yani yazdıklarının zamansız olabilmesi, hazmının zor olmasından dolayı sebepsiz tüketilememesi, o yüzden kolay unutulup bırakılamaması, düzyazıda getirdiği yeniliklerin henüz yeni anlaşılmaya başlamasıdır bu durum. Hazmı zor, yani vakit ve emek aldığı için demek istedim. O yüzden de demek ki daha orta yaş ve yaşlı kesimde hiç takat kalmamış, vakitleri de kalmamış Oğuz Atay'a. Yurdum dünyevi koşuşturmacaları arasındaki dapdaracık boşluklar başka alışkanlıklarla harç olmuş gitmiş demek. Ya da bu kentte üniversite öğrencilerinden başka tiyatroya giden yok. Hah! Zaten biz çok şey yaşadıydıkların arkasına saklananlar aslında neler kaçırdıklarını bir bilseler... Kitaptaki her bir öykü bir diğer öyküyle yarışıyor. İlla bir favori söylemek gerekirse Gogol'un paltosu varsa bizim de "Beyaz Paltolu Adam"'ımız var diyorum. O derece çarpıcı bir düzyazı eserle başlıyor derleme ve yine bir intihar ve gotik esintili tavanarası hikayesi olan "Unutulan" ile devam ediyor. "Korkuyu Beklerken"'e gelene kadar önceki iki öykünün korku tarzının dokundurmalarıyla ısınmışız demek ki diyoruz fakat derlemenin baş öyküsü çok başka yerlere uzanıyor. Tamam bilinmeyen bir dilde gönderilmiş, uluslarası gizemli bir örgütün yazdığı bir tehdit mektubu var ortada ama o da bir "MacGuffin" unsurundan başka bir şey değil. Üçüncü öyküde ilk iki öykünün yarattığı gerilim melankoliğe ve kara mizaha doğru dağıtılıyor. "Bir Mektup" hikayesinde de korku yerine umudun işlendiği, paranoyak değil de şizofren birinin kara mizah durumları işleniyor. "Ne Evet Ne Hayır" da ise siyah renk iyice dağılıyor ve mizah yön daha ağırlıklı. Cahil birinin yazacağı şekilde hatalı imlasıyla, bozuk niyetiyle otantik bir yazımla sunulan bi takım mektuplar üzerinden gelişen olaylar anlatılıyor. Öyle ince detaylar var ki mektuplarda, buradan Oğuz Atay'ın çok iyi bir edebi gözlemci olduğunu anlıyoruz hatta her seviyedeki, her kesimdeki düzyazıların toplayıcısı, koleksiyoncusu olduğuna bile kolayca ikna olabiliriz. "Tahta At" için Nuri Bilge Ceylan'ın "Ahlat Ağacı" filmindeki Truva atı sahnesi gibi diyebilirim ve daha birçok durum komedisi de içeriyor diyebilirim fakat artık bir korku unsuru ya da melankoliden bahsedemem. "Babama Mektup" derlemenin oldukça dışında fakat "Ne Evet Ne Hayır"'daki o mektuplarla ciddi bir kontrast oluşturuyor, güldürmektense pek çok konuda düşündürtüyor, ebeveyn olun olmayın içten içe insanı dürtüyor, kendini sorgulatıyor. "Demiryolu Hikayecileri Bir Rüya"'da ise fantastik bir dünyada geçen fakat dünyevi sınırlamalara da ithaflarla tutunamayanların sert gerçekçi, toplumsal acıklı durumları anlatılıyor. Son hikayedeki melankoli bizi ilkine götürüyor ve böylelikle çember tamamlanıp derleme son buluyor. 
Korkuyu Beklerken
Korkuyu Beklerken
Oğuz Atay
Oğuz Atay
Korkuyu Beklerken
Korkuyu BeklerkenOğuz Atay · İletişim Yayıncılık · 202226,3bin okunma
·
124 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.