Martin Eden gemilerde çalışan, dünyanın birçok yerini görmüş, genç yaşına rağmen çok deneyim kazanmış mavi yaka denilebilecek bir genç adam.
Ruth bedensel olarak değil tamamen zihinsel olarak yaşayan burjuvazi sınıfından bir genç kadın.
Bu ikisinin yolu bir yerde kesişiyor. Ruth ne kadar soluk ve sessiz ise Martin o kadar sesli ve canlı. Ruth ne kadar düşünsel ise Martin o kadar bedensel. İlginç bir çekim bunları birbirine yaklaştırıyor ve Martin'in hikayesi burada değişiyor.
Martin o günden sonra burjuva olmak istiyor. Bunun için önce okumaya başlıyor. Entelektüel olarak gelişmesi gerektiğine inanıyor. Okudukça ne kadar çok bilgi olduğunu görüyor. Dimağı açılıyor. Beyni hızlı çalışan bedeni sağlıklı olan bu genç çalışıp para kazanarak sınıf atlayamayacağının farkına varınca yazar olup statü kazanmaya karar veriyor.
Okumaya devam ettikçe ise bunu statü için değil, sadece yazmak ve okumak istediği için yaptığının farkına varıyor.
Bu yolculukta değil onlarca kere değil yüzlerce kere tökezleyen Martin hiç bir zaman istediklerinden vazgeçmiyor. Sadece kendisini kamçılayan sebep ortadan kalkana kadar.
Bir başarı(sızlık) hikayesi okumak istiyorsanız Martin Eden'i okuyabilirsiniz. "Martin başarılı oldu mu?" bence bu biraz tartışmalı. Başarı nedir? Başarı istediklerini almak mı? Rahat bir yaşam mı? Mutlu olmak mı? Jack London'ın otobiyoktafik romanı olduğu iddia edilen bu kitabı elimden düşürmeden okudum desem yeridir. Muhteşem diliyle harikalar yaratan yazarın kendi hikayesini meraklısına tavsiye ederim.