Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Memleketimizde bu iki lisan gibi, iki vezin de yan yana yaşıyordu. Türk halkının kullandığı Türk vezni, usul ile yapılmıyordu. Halk şairleri vezinli olduğunu bilmeden gayet lirik şiirler yazıyorlardı. Tabiî bu, ilham ile, ibda (yaratıcılık) ile oluyordu; usulle ve taklitle yapılmıyordu. O halde, bu vezin de Türk harsına dâhildi. Osmanlı veznine gelince, bu, Acem şairlerinden alınmıştı. Bu vezinde şiir yazanlar, taklitle ve usulle yazıyorlardı. Bundan dolayıdır ki aruz vezni denilen bu vezin, halk arasına nüfüz edememişti. Bu vezinde şiir yazanlar, Acem edebiyatını tederrüs (ders alma) tarikiyle (yoluyla) öğreniyorlar, usul vasıtasıyla aruzu tatbik ediyorlardı (uyguluyorlardı). Binâenaleyh (bundan dolayı) aruz vezni millî harsımıza dâhil olamadı. Acemlerde ise köylüler bile aruz vezninde şiirler söylerler. Binâenaleyh aruz vezni İran'ın millî harsına dâhil demektir. Memleketimizde bunlardan başka, yan yana yaşayan iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk musikisi, diğeri Fârâbî tarafından Bizans'tan tercüme ve iktibas olunan (ödünç alınan) Osmanlı musikisidir. Türk musikisi ilham ile vücüda gelmiş, taklitle hâriçten (dışarıdan) alınmamıştır. Osmanlı musikisi ise, taklit vasıtasıyla hâriçten alınmış ve ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın, ikincisi ise medeniyetimizin musikisidir. Medeniyet, usulle yapılan ve taklit vasıtasıyla bir milletten diğer millete geçen mefhumların (kavramların) ve tekniklerin mecmûudur (toplamıdır). Hars ise, hem usulle yapılamayan hem de taklitle başka milletlerden alınamayan duygulardır. Bu sebeple, Osmanlı musikisi kaidelerden (kurallardan) mürekkep (oluşmuş) bir fen (bilim) şeklinde olduğu halde; Türk musikisi kaidesiz (kuralsız), usulsüz (yöntemsiz), fensiz (bilime/kurala dayanmayan) melodilerden, Türkün bağrından kopan samimi nağmelerden ibarettir. Hâlbuki Bizans musikisinin menşeine (kökenine) çıkarsak bunu da eski Yunanların harsı dâhilinde görürüz. Edebiyatımızda da aynı ikilik mevcuttur. Türk edebiyatı halkın darb-ı meselleriyle (atasözleriyle) bilmecelerinden, halk masallarıyla halk koşmalarından, destanların-dan, halk cenknåmeleriyle menkibelerinden, tekkelerin ilåhileriyle nefeslerinden, halkın nekregúyane (güldürücü) fikralarından ve halk temaşasından (tiyatrosundan) ibarettir. Darb-ı meseller doğrudan doğruya halkın hikmetleridir. Bilmeceleri de vücüda getiren halktır. Halk masalları da fertler tarafından düzülmemiştir. Bunlar, Türkün esâtir (mitolojik) devrelerinden başlayarak an'aneví (geleneksel) bir sûrette zamanımıza kadar gelen peri masallarıyla dev masallarıdır. Dede Korkud Kitabı'ndaki masallar da ozandan ozana şifâhî (sözlü) bir sûrette intikal ederek (geçerek) ancak birkaç asır evvel yazılmıştır. Şah İsmail, Aşık Kerem, Aşık Garip, Köroğlu kitapları da vaktiyle halk tarafından yazılmış halk masallarıdır. Türk tarihinde ve etnografyasındaki üstûreler (mitler), lejandlar, efsaneler de Türk edebiyatının unsurlarıdır. Cenknâmeler ve dinî menkıbelere gelince, bunlar halk edebiyatının İslâmî devresine mahsus mahsulleridir (ürünleridir). Halk şairlerinin koşmalarıyla destanları, mânileriyle türküleri de yukarıda saydığımız eserler gibi, Türk halkının samimi eserleridir. Bunlar da usulle (yöntemle), taklitle yapılmamışlardır. Aşık Ömer, Dertli, Karacaoğlanlar gibi şairler, halkın sevgili şairleridir. Tekkeler de birer halk mabedi olduğu için buralarda doğan ilâhîlerle nefesler de halk edebiyatına, binâenaleyh (bundan dolayı) Türk edebiyatına dâhildir. Yunus Emre ve Kaygusuzla, Bektaşi şairleri bu zümreye dâhildir. Osmanlı edebiyatı ise, masal yerine ferdî hikâyelerle romanlardan, koşma ve destan yerine taklitle yapılmış gazellerle alafranga (batı tarzı) manzümelerden mürekkeptir (oluşmuştur). Osmanlı şairlerinden her biri mutlaka Acem devrinde bir Acem şairiyle, Fransız devrinde bir Fransız şairiyle mütenâzırdır (birbirine benzer). Fuzüli ile Nedim bile bu hususta müstesna (ayrı) değillerdir. Bu cihetle (sebeple), Osmanlı edipleriyle şairlerinden hiçbiri orijinal değildir, hepsi mukallittir (taklitçidir); hepsinin eserleri bediî (estetik) ilhamdan değil, zihní hünerverlikten (ustalıktan) doğmuştur. Mesela nekregúluk (nüktecilik) (humour) nokta-i nazarından (bakış açısından) bu iki zümreyi mukayese edelim (karşılaştıralım): Nasreddin Hoca, Incili Çavuş, Bekri Mustafa ve Bektaşi babaları halkın nekregúlarıdır (nüktecileridir); Kânî ile Sürurí ise Osmanlı divanının mizahçılarıdır. Tabiî nekrelikle (nüktecilikle) sun'î (yapay) mizah arasındaki fark, bu karşılaştırma ile meydana çıkar. Karagöz'le Ortaoyununa gelince, bunlar da halk temaşası (tiyatrosu), yani an'anevî (geleneksel) Türk tiyatrosudur. Karagöz'le Hacivat'ın muarazaları (çekişmeleri), Türk'le Osmanlı'nın, yani o zamanki harsımızla medeniyetimizin mücadelelerinden ibarettir.
Sayfa 48 - Ötüken Neşriyat - 10. BasımKitabı okudu
·
69 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.