Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

68 syf.
9/10 puan verdi
İslam Dirilişinde Avrupa'nın Durumu Avrupa doğdu ve kabul görmeyi bekledi. Fakat ölüm uykusundaki Asya ve henüz varoluş sınavını vermemiş Afrika ona istediğini vermedi. Nihayetinde her eser bir yankı isterdi. Avrupa'nın vermediği bu yankı onu gürültülü bir sona hazırlıyordu ancak tek başına gitmek niyetinde değildi. Asya ve Afrika'yı da kendiyle beraber bir ateşe verdi fakat ne gariptir ki alevden etrafa yayılan ışıklar Asya-Afrika'ya yol gösterdi. Kendini hiçbir zaman sevdirememesi Avrupa'nın en büyük dramıydı. Diğer medeniyetlerin ona şaşılacak derecede antipatisi ve cevapsızlığı daha doğrusu iğneleyici bir sessizliği vardı. Geçmişe bakıldığında ise her medeniyet kendinden önceki medeniyetin külleri arasında hayat bulmuştur. Gerek külleri ayıklamış gerekse kendinden bir şeyler katarak yeni medeniyete ruh üflemiştir. Avrupa'ya bakıldığında ise kendinden önceki İslam Medeniyeti'ni var gücüyle inkara, yıkıma ve yok etmeye çalışan bir medeniyet manzarası görünür. Bahsedilen antipati tam olarak bir cezadır ve sebebi de budur. Geçmişini unutan medeniyet, insan, ruh ve daha nicesi dirilmek için o unutulan geçmişe muhtaç olur. İslam'ın Dirilişinde Asya ve Afrika'nın Durumu Asya ölüm uykusundan uyanıp Afrika ise varoluş sınavını vererek güçlü bir biçimde gelmektedir fakat önlerinde Rusya, Avrupa ve Amerika yani Batı bütünüyle durmaktadır. Batı Asya-Afrika'yı durdurmak için silah kullanacaktır. Yalnız bu silah top, tüfek veya tank değil sadece fikirdir. Asya ve Afrika'nın uyanışta olan medeniyetini kendi çürük ve kabul görmemiş medeniyetinin ürünü olan fikirle, sanatla, siyasetle adete sağlam vücuda girip tüm organları hasta eden virüs gibi çepeçevre saracaktır. Asya ve Afrika bir diriliş ve varoluş arefesinde kanı deli akan bir medeniyet ikilisi. Batı'dan gelen zehirli fikirler bu ikilinin iç karışıklıklarına sebep oldu. Bu sınavdan sağ çıkabilecekler miydi? Sağ çıksalar bile dizüstü durmakta mı yoksa dimdik ayakta durmakta mı olacaklardı? Bu ölümcül fikir savaşından sağ ve dimdik çıkabilmek için İslam adeta vazgeçilmez limandı. İslâm yalnızca Doğu'yu ayağa kaldıracak bir güç değil aynı zamanda Batı'nın kendisini bulmasında da en etkili güçtür. Çünkü Asya ve Afrika'daki bu tehlikeli enerji ancak İslâm gibi bir güçle yönetildiğinde dirilişe giden yol görünür. Tarihe baktığımızda da İslâm çağ dışı diyenlere hak vermeden geçemiyoruz. Haklılar, İslâm çağ dışı, İslâm çağı takip etmiyor; çağ İslam'ı takip ediyor. İslâm devrim yapıyor Dünya Yeni Çağ'a giriyor. Dedikleri gibi. İslâm, medeniyetini çağın ilerisinde var ediyor. Ne var ki dirilemeyecek medeniyetlerden de söz edilebilir. Çünkü eski çağ medeniyetleri artık çözülmüş ve anlaşılmıştır. Eski çağ medeniyetlerinin bir varyasyonu olan Çin medeniyeti de bundan dolayı artık dirilemez. Dirilmesi için ölesiye bağlı olduğum Marksist teoriyi terk etmesi gerekmektedir. Diriliş için can damarlarına ruh gitmesi lazım. Fakat bağlı olduğu Marksist teori sevgiden mahrum hırstan taşkın haldedir. İslâm'ın Dirilişinde İslâm Dünya'sının Durumu Birinci Dünya Savaşı'na kadar söz edilen İslâm Dünyasında Osmanlı olmazsa olmaz devletlerden. Hatta dönemin bütün İslâm Devletlerini temsil ediyor. II. Abdülhamid yıkılmak üzere olan devlete büyük yatırımlar yapmış fakat bunların sonucunu göremeden tahttan 'indirilmiştir'. Birinci Dünya Savaşı İslâm Dünyasının en büyük dayanağı olan devletimizi yıkma imkanını Batı'ya vermişti. -Türkiye hariç- Bütün İslâm devletleri Avrupa'nın eline geçti. İkinci Dünya Savaşı'nda ise bağımsızlık için büyük adımlar atıldı. Birçok İslâm devleti bağımsızlığına kavuştu. Böylece Rusya'nın güdümünde -sömürgesinde- olanlar hariç İslâm dünyası ilk bağımsızlık savaşını vermiş oldu: Siyasi bağımsızlık. İkinci bağımsızlık savaşı: Ekonomik bağımsızlık. Burada işler karışıyordu çünkü kültürel,ruhsal ve siyasal olarak tam sağlanamayan ve sallantıda olan bağımsızlık işin içine iktisat da girince büyük bir sorun haline geliyordu. Osmanlı'daki çatlaklardan araya sızan Batılılar kültür, sanat, ruh ve daha birçok açıdan yeni yetişen neslin zihnini ele geçirmişlerdi. Batı'ya ayak uydurmaya dünden razı olan nesil bu ölümcül kültür alışverişini kusursuz yerine getirdi. Adeta kendi kültürüne düşman olan bir nesil... Bu adaptasyon aşağılık kompleksinin etkisiyle çok uzun süre hayatta kalmış ta ki İkinci Dünya Savaşı'na kadar. Savaşta kendisini bitirmeye başlayan Batı'ya Asya ve Afrika tarafından isyan ve baş kaldırma hareketleri başladı. Batıyla Doğu yine karşı karşıya geldi. İslâm'la küfr yine karşı karşıya geldi. Marufla Münker-Mehdiyle Deccal. Her daim karşı karşıya gelecekler. İslâm aynı duruşla, aynı ruhla çıkacak meydana. Fakat Batı öyle değil. Dış görünüşü sürekli değişim geçirecek fakat ölü ruhu aynı kalacak. Bir nevi reenkarnasyonun kısır döngüsünde varolmaya devam edecek. Düşüncede Diriliş Dirilişi hayata geçirmek için atılacak adımlar düşünceye bağlıdır. Düşüncede diriliş olmadan faaliyette yükseliş beklenemez. Tanzimattan çok önceki döneme bakacak olursak durum böyledir. Düşünmek sınırları çekilmiş zihinsel bir suçtur. Üniversiteler Fransız, İngiliz, Amerikan ve Rus'un kültür merkezlerinden olmuştur. Eğitim ve öğretimde kullanılan tek metod aktarmacılıktır. Aktarmacılık: ruh ve zihin köleliğidir. Üretken düşünceyi öldürür. Buna karşı direniş olarak tarih metodu vardır. Tarihini ,atasını, geçmişteki kültürünü iyi öğrenen bir birey şimdiyi anlayabilir ve geleceği şekillendirebilir. Aktarmacı metodun esir aldığı ruhu ancak tarih metodu hoyrat bir biçimde azat eder. Günümüze bakıldığında ise tarihini bilmeme bir de üstüne aşağılık kompleksiyle Batı'ya hayranlık rayından çıkmış durumda. Batı'nın bin bir düzenle, misyoner mantığıyla ve sığ bilgileriyle ortaya çıkardığı bütün bilgi çöplüğü -her ne kadar farkında olmasak da-düşüncelerimizi kontrol eder biçimde. "Din ayrı dünya ayrı, bu çağda da dinin hükmü olur mu,Batı medeniyetinden vazgeçilmez, bu çağda İslâm'a uyulmaz" gibi söylemler tahlilini yaptığımız kitaptan alıntı ve ne yazık ki doğru. Batı vitrin Müslümanlarının işine gelecek söylemlerde bulunuyor. Bu söylemleri pusuda bekleyen vitrin Müslümanları da söylemlere uyuyor. Söylemlerin hepsinin mantıklı bir açıklaması var hepsini yazmak okuyucuyu sıkabilir fakat "Din ayrı dünya ayrı" cümlesini açmadan geçemeyeceğim. Öncelikle biz Müslümanlar olarak çocukta din eğitimine geç ve ani bir şekilde başlıyoruz. On beş- on altı yaşına gelene kadar çocuğa her şey serbest dinden bi'haber şekilde yaşıyor. Fakat yaş on beşe gelince tesettüre gir,cuma namazı kıl,oruç tut, beş vakit namazını kıl gibi ani emirlerde bulunuyoruz. O yaşa kadar kendi açısından 'özgürce' yaşayan çocuk dinle beraber bir zorunluluğun geldiğini, din hayata sonradan dahil olmuş bir şey gibi düşünüyor. Aslında insan varolduğundan itibaren dinin varlığından söz edildiğini bilmiyor. İşte bunun için çocukta din eğitimi ayrıca bir eğitim gibi değil hayatın içinden örneklerle verilmeli diye düşünüyorum. Tekrar konumuza dönecek olursak düşünmek... İnsanoğluna verilmiş en değerli özelliklerden biri. Yerinde, yeteli ve yararlı düşünme... İslâm düşünmeyi yasaklamaz. Kutsal Kitap'ta birçok ayette emreder Yaradan: Düşün! Kuvve-i Nutkiye: Kur’an, Hz. Meryem’ in susma orucu tuttuğuna açıkça tanıklık eder. İffetin Anası, kendisine sorulanlara cevap vermemiş, Kelimetullah’ a işaret etmiştir. Lakin İslam’da düşünme orucu yoktur. Hz. İnsan her şeyden kesilebilir ama asla düşünmeden kesilemez. İnanışta Diriliş Bir toplumun inanışında dirilmesi için en önemli etken yazarı ve şairidir tartışmasız. Birinci Dünya Savaşı dönemlerinde Ferit Vecdi, Reşit Rıza, Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani, Muhammed İkbal ve Mehmed Akif halkı dirilişe geçirmek için inancı dirilişe geçirmeye çalışmış ve bunu da ancak düşüncede dirilişle yapabileceklerini anlamışlardır. Yola akademik planla çıkan yazar-şairler daha sonra ideolojik planı uygulamışlardır. İnanışın dirilişinde bir diğer önemli unsur ise 'ihlas'tır. Samimiyet ve içten/kökten bağlanma olmadan gerçekleşen diriliş hareketleri bir yerde hata verir. Edebiyat Ve Sanatta Diriliş Edebiyat ve daha geniş çerçeveden bakarsak sanat bir medeniyetin ruhu gibidir. Toplumun kültürünü yansıtan bilhassa o kültürü oluşturan en önemli unsurdur edebiyat -söz-. Yazar-şair-düşünürlerin etkisini burada da görürüz. Yalnızca Türkiye sınırları içinde değil aynı zaman diliminde Dünya'nın birçok yerinde adını duyurmuş önemli kişiler için bir tesadüf değildir. Çünkü bir toplumu uyandırmak istiyorsanız veyahut uyutmak istiyorsanız en etkili silahınız kaleminizdir. Daha geniş bir çerçeveden bakacak olursak mimari alanda da o zamanın camileri, medreseleri, sarayları vb şimdikilerle kıyaslanamayacak derecede muhteşem... Tiyatroya girecek olursak Geleneksel Türk Tiyatromuzun(köy seyirlik oyunları, Karagöz ve Hacivat, meddah, orta oyunu ve kukla) neyi vardı da Modern tiyatroyu Batı'dan aldık hâlâ anlayabilmiş değilim. Yine aynı şekilde soyut resimler yerine tamamen Batı'nın düşünce tarzına uyan figüratif resimleri aldığımız gerçeği de ortada. Gelişmek ve kültür alışverişi adı altında kendi kültürümüzü adeta satarcasına yeniliklere(!) bu kadar açık oluşumuz birilerine garip gelmedi mi ? İslam'ın gerek sanat, gerek düşünce gerekse başka alanlarda en önemli şartı: Ruhtur. Metafizik/Soyut/Mücerred-Sade Ve unutulmamalı ki bugün sanata giren her şey yarın hayata girecektir... Aksiyonda Diriliş Aksiyon olguların akışıdır. Düşüncede, inanışta, edebiyatta ve sanattaki diriliş şimdi bütünüyle akışı diriltecektir. Burada kitapta da geçen şu cümleden bahsetmek istiyorum: Bedir bir tez, Uhud bir antitez, Hendek ise sentezdir. Bunu: Bedir teorik, Uhud pratik, Hendek ise zaferdir şeklinde de yazabiliriz. Yazabiliriz fakat ne anlama geliyor bu tanımlar? Bedir zaferi düşlemektir. Rabbe zafer için yürek ile sesleniştir Bedir. Uhud zaferi yaşamak, denemektir fakat zaferin kolay olamadığını bedelinin olduğunu görmektir aynı zamanda. Hendek ise bir şeyleri denemiş olan yenilginin soğuk nefesini içine çekmiş olanın zafer çığlığıdır. Hendek başarının kanlı canlı halidir. İşte bu diyalektiğin bu serüvenin bu aksiyonun özetidir bu cümleler. İSLÂM'IN ÇAĞRISI İnsana Çağrı İslam Batı'ya koşan insanı Doğu'ya çağırıyor. Mevlana'nın pergel metaforunda olduğu gibi merkeze Kur'an ve sünneti almasını emrediyor. Dünya'nın merkezine ise İslam'ı koyuyor. Allah'ın izin verdiğini İsrafil'in surundan daha keskin bir sesle; Allah'ın izin vermediğini karıncanın ayak sesinden daha kısık bir sesle -hiçle- çağırıyor. Dünya'nın etrafını alevle çevirip tüm putları ortada yakmadığı kalmış ama insan duymamaya direniyor... Müslüman'a Çağrı İslâm Müslüman'ın kendisine dönmesi için çağrıda bulunuyor. İslâm'ı göğsünde bir nişane gibi taşıyanlarla ondan utananlar aynı safta: kütüğünde Müslüman yazıyor çünkü. Ey Müslüman düşüncede derinleş. Ateşin yanışında, güneşin batışında derinleş. Sükutta derinleş. Ateşin yanışında öyle derinleş ki sana bakan Cennet'i görsün. Güneşin batışında öyle derinleş ki sana bakan İslâm'ın doğuşunu görsün. Sükutta öyle derinleş ki sana bakan hakikatin sözlerini görsün. "Erdemlikte en yüce olmalısın ki, peşin hükümlüyle seni aşağı görmeye gelen kendi aşağılığını görsün. Müslüman, İslâm'ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki; seni öldürmeye gelen sende dirilsin..." Yahudiye Çağrı Yahudiler Mısır ve Babil esaretleri zamanından bugüne kadar bir diriltici bir kurtarıcı beklemiş fakat ırk/soy gururları yüzünden gelen onlarca diriliş erini ve önderini görmemiş hatta katletmişlerdir. Peki kurtarıcıyı hangi açıdan istiyorlar? Maddi açıdan -ki hiç sanmam- Dünya'nın bütün zenginlikleri onların ellerinde hatta milyonlarca çocuğun kanı bile... Siyasi açıdan istiyorlarsa -bir ihtimal olabilir ama onu da sanmam- gizli veya açıktan tüm Dünya'yı idare eden onlar. Yurt açısından istiyorlarsa -zaten sahipler- bütün dinler açısından kutsal olan Kudüs onların elinde kibirlenmek için onlara yeten bir konum. Din açısından -her ne kadar inkar etseler de- istedikleri aşikâr fakat en çok uyarıcının onlara gönderildiği ve birçoğunu katlettikleri de aşikâr... Hristiyanlara Çağrı Hristiyanlar ile Yahudiler arasındaki tek fark: Yahudiler Tanrı'nın onlara ait olduğunu, Hristiyanlar ise Tanrı'nın oğlunun(!) onlara ait olduğunu inanırlar. وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِِۜ Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. (Nisa 126) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ O doğmamış ve doğrulmamıştır.(İhlas 3) Doğululara Ve Afrikalılara Çağrı İslâm ne ateş dininin ne de güneş dininin bir konudur. Daha doğrusu ınlar birer ideoloji olmuştur fakat İslâm tam anlamıyla ruha hitap eden hakikati vurgulayan "evrensel" bir dindir. Diğer ideolojiler ise klanlar sürüsü olmaktan çıkamamıştır. Afrika da bunun farkındadır ve elbet bir gün dibdiri ve kanlı canlı bir İslâm "kıtası" olacaktır. Din ve Tanrıtanımazlara Çağrı Din insanla var oldu ve din olmadan insan olamayacaktır. Hangi kültüre bakılırsa bakılsın hangi dinde araştırılırsa araştırılsın insan doğar doğmaz din motifleri yaşamını şekillendirir. Tanrı'nın "yokluğunu" kanıtlamak isteyenler aslında "varlığını" kanıtlarken bundan habersizdir. Varolmadığına inanılan bir şeyin yokluğu kanıtlanmaz çünkü. *** Her biri ayrı bir başlıkta yazılsa ve kategorilere ayrılsa da İslâm'ın tek bir çağrısı vardır: قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ (De ki o Allah birdir. İhlas 1) Tevhid dinî olan İslâm elbet bir gün tüm kıtalara ve bölgelere hükmedecektir. O güne kadar İslâm'a çağıranlara selam olsun.
İslamın Dirilişi
İslamın DirilişiSezai Karakoç · Diriliş Yayınları · 20219,6bin okunma
··
5 artı 1'leme
·
3.912 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.