Gönderi

Dissanayake bir Amerikalıdır ve Amerikan gençliği hakkında endişe duyar. Ona göre modern kültür bu genç- liği hüsrana uğrattı. İntihar, Amerikalı gençler arasında en yüksek üçüncü ölüm nedenidir ve gençlerin intihar oranı ı970 ve 2000 yıllan arasında yüzde 95 artmıştır. Dissanaya- ke, modern marazın köklerini evrimsel geçmişimizde aradı. İnsani ihtiyaçlar ve beklentilerin, avcı-toplayıcı toplumlarda binlerce yıl boyunca evrildiğini tespit etti. İnsanlık tarihinin en büyük bölümü bu dönemde geçmişti ve bu toplumlarda işleri elle yapmak icap ediyordu. İşte bu nedenle, doğal dün- yayla elle temas bize tatmin edici gelir. İşleri elle yapmaktan aldığımız zevk, beynimize kazınmış durumdadır, çünkü ta- rihimiz bizi alet kullanan ve yapan bir tür olarak kaydetmiş- tir. Ancak "sepet dokuyan, ok yontan veya çanak çömleğe şekil veren, uzun soluklu bir evrimin sonucunda ustalaşmış muhteşem ellerimizi, şimdi çoğunlukla cihazlarda ve bilgi- sayar klavyelerindeki düğmelere basmak için kullanmamı- za" hayıflanır Dissanayake. Bu demek oluyor ki, bizler alet yapıp kullanarak işleri çekip çevirmenizin bize kazandırdığı yaşama becerisini kaybettik. Neil Postman'ın Teknopoli: Kül- türün Teknolojiye Teslim Oluşu'75 adlı kitabına değinir. Bu kita- ba göre, üç ile on sekiz yaş arasındaki ortalama genç Ameri- kalıların yarım milyon televizyon reklamı izlediğini tahmin ediliyor. Kapitalist bir toplumdaki tüm reklamlar gibi, bun- lar da izleyicilere yaşama becerisi değil, yetersizlik duygusu aşılamak üzere tasarlanmıştır. Müthiş derecede ikna etme becerisi ve psikolojik uzmanlıkla bu reklamlar, kurbanları- nı, her gün her saat yoksun oldukları ve reklamlardaki in- sanlar gibi kıskanılacak görkemli bir hayat yaşayacaklarsa edinmeleri gereken ürünlere ikna etmeyi amaçlar. Dissanayake'nin aşağılık ve yetersizlik duygularına karşı sunduğu çare sanattır, ama bu izleme sanatı değil, yapma sanatıdır. Şarkı söylemek, dans etmek, mim ve tiyat- ro gibi grupça yapılan sanatlara özellikle önem verir. Bun- ların hepsi gelip geçici etkinliklerdir ve Dissanayake'nin eril ve Batıya özgü dar bir anlayış olarak gördüğü, sanat tapını- cılarının "ölümsüzlük" arayışından farklı bir anlayışla sana- tın işlevinin ele alınmasına işaret eder. Dissanayake, erken dönem topluluklarda ve hala hayatta olan kabilelerde, sa- natın değerinin kalıcılık vasfıyla zorunlu bir bağlantısının olmadığının altını çizer. Örneğin Nijerya' daki bir güney Ibo kabilesi olan Owerri, mbari denilen bir etkinlik kapsamında resmedilmiş figürlerle dolu iki katlı bir bina inşa eder. Bubi- nanın yapılması yıllar alır, ama daha sonra un ufak olması- na veya yağmurda yıkılmasına verilir. Aynı şekilde Richard L. Anderson, hayatta kalan bir Taş Devri topluluğu olan Kuzey Amerika Kutbundaki İnuitlerin, fildişi ve kemikten oyma figürlerin yanı sıra, kar ve buzdan kısa ömürlü eserler yaptığını keşfetti. Dissanayake'nin toplu bir etkinlik olarak sanata olan vurgusu, sanatın kökenlerine dair teorisinden kaynaklanır. O, sanatın anne-bebek etkileşimindeki sesler, oyunlar, yüz ifadeleri ve ritmik hareketlerden doğduğuna inanır. Bunun aynı zamanda yetişkinin sevgiyi hissetme ve ifade etme yetisini geliştirdiği kanısındadır; bu yüzden, ye- tişkin aşıklar bebek dilini kullanır ve bu sadece insan soyu- nun yetişkinleriyle sınırlı değildir. Yetişkin hamster fareleri bebek hamsterler gibi iletişim çağrıları yaparlar.
Sayfa 221 - Vakıf Bank Yayınları 1.baskı
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.