Don Kişot, aşkı yaşamının merkezine alacak kadar duyarlıydı. Aşksız yaşamı, “yapraksız ve meyvesiz ağaca” benzeten kahramanımız, aşkın tükendiği yerde, ruhun da bedenden ayrılacağına inanırdı. Kaba cinsel hazların, tutkuların çeşitlenmesinin, farklılaştırılmasının, en çoklaştırılmasının peşinde koşan, birbirlerini yatağa atmak için insani değerleri ucuz bir şekilde tüketebilen postmodern bireyin tersine, Don Kişot karşılıksız, hiçbir çıkar beklentisi içinde olmadan, gerekirse yıllarca bekleyerek, uğrunda her tehlikeyi göze alacak biçimde seviyordu Dulcinea’sını.