Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hüküm günüyle ilgili anılarını Avukat Zeki Oruç Erel şöyle anlatıyor
Savunmaların sonuna gelmiştik. Müşterek savunmayı, arkadaşları adına Deniz, Yusuf, Atilla Keskin ve Hüseyin okumuşlardı. Savunmanın son bölümünü, zaman zaman yazılı metne bakarak, fakat genellikle mealen yapan Hüseyin, mahkeme heyetinde gerçek anlamda tam bir etki yaratmıştı. O kadar bilimsel ve içten konuşmuştu ki, duruşma yargıcı Ahmet Tetik renkten renge giriyor, üye Mehmet Turan da oldukça etkilenmiş görünüyordu. Ancak çok dikkatli bir gözlemle anlaşılabilecek, içe dönük paniğine rağmen, Mahkeme Başkanı Ali Elverdi hiç renk vermemeye çalışıyordu. Mahkemenin bu görünümüne bakan biz avukatlanın büyük çoğunluğu, hiçbir idam karanı çıkmayacağını ummaya başlamıştık. Deniz'i yakalandıktan sonra, Ankara Adliyesi'ne getirilişinde görmüş ve ilk defa Ankara Cezaevi'nde tanışmıştım. Yusuf'la ilk karşılaşmam ancak mahkeme salonunda olmuştu. Hüseyin'i ise daha 1965 yılından, öğrenciliğinden, çok yakından tanıyordum. Bu bakımdan onunla yakınlığımız -ama sadece bu nedenle- biraz daha fazla idi. Bende daha yıllar önce çok zeki, bilgili, tutarh ve kararh bir insan izlenimi bıraktığını açıkça belirtmek isterim. Savunmalar bitip, dava karara kaldığı günlerden birinde, Av. Halit Çelenk ve Av. Niyazi Ağırnaslı ile birlikte görüşmek üzere Mamak Askeri Cezaevi'ne gitmiştik. Cezaevi Müdürü M. K. Saldıraner ve birkaç subay, astsubay ve erin nezaretinde, cezaevi müdürünün odasında Yusuf, Hüseyin ve Deniz'le görüşüyorduk. Genellikle herkes birbiriyle konuşmasına rağmen; Deniz, Halit Çelenk'in, Yusuf, Niyazi Ağırnaslı'nın, Hüseyin de benim yanımda oturuyordu. Hüseyin bana: "Sence karar ne yönde çıkabilir?" diye sordu. Ben şöyle dedim: "Her türlü olabilir. Bu sorunun en iyi cevabını duruşmanım başında sen kendin verdin; Sıkıyönetim Mahkemeleri yargı organı değildir, bu mahkemenin. sonucu adli bir skandal olabilir, dedin. Bu sözünün doğruluğunu ben de aynen kabul ediyorum. Yargı organı olmayan yerden her şey çıkabilir." Ama Hüseyin, böyle üstü kapalı, genel anlam taşıyan cevaplarla yetinecek kişilerden değildi. Benden, gerçek kişisel düşüncemin ne olduğunu kesin bir şekilde ve tekrar sordu. Ben de şunlan söyledim: "Bunlar, benim görüşüme göre, halkın üzerinde baska ve terör yaratmak amacıyla sizin davada ve diğer davalar da yargılananlardan toplam on-on beş kişiyi yok etmek isteyebilirler. Örneğin, sizin davayla ilgili olarak, önce mahkemeden sekiz-on idam karan çıkarmak, bunun bir kısmını Askeri Yargıtay'da onamak ve sonra da halka dönüp, 'Ne yapalım, kurtara kurtara arıcak bu kadar kurtarabildik,' demek isteyebilirler," dedim. Bu sözlerim üzerine, o kendine özgü duruşuyla bakıp, "Gerçekten böyle iğrenç bir taktiğe başvurabilirler," dedi... 9 Ekim 1971 günü gelip çattı. Bugün hüküm verilecekti. Askeri Veteriner Okulu'un çevresinde, avlusunda ve içinde her zamankinden çok daha fazla önlem alınmıştı; sadece tank, top getirmemişlerdi, o kadar. Askeri ambulanslar orada, park yerine çekilip konulmuştu. Demek, haklanında hüküm verilecekler getirilmişlerdi. Artık olağan duruma gelen, üstünüzün başımızın, çanta ve evraklarımızın aranıp taranmasından sonra, dış kapıdan giriyoruz. Binanın girişinden başlayıp merdivenlerde, koridorlarda süren ve duruşma salonunda "sanıklar bölme'sinde son bulan, onlarca komando erinin yan yana ve karşı karşıya dizilmesiyle meydana getirilmiş, yani insandan meydana getirilmiş ince, patika gibi bir yol var. "Patika"dan geçip duruşma salonuna giriyoruz. Yusuf, Deniz, Hüseyin ve arkadaşları salonda gene yok. Halbuki aşağıda ambulanslan görmüştük. Savunduğumuz kişilerin, birbirinden ayn ayn, mahkemenin çalıştığı binanın bitişiğindeki ana tamir depolanının çeşitli yerlerine konulmuş olabileceğini aklımızın kenarından bile geçiremiyoruz o anda. Mahkeme salonunda, hepimizin dikkatini derhal çeken, ama cevabını bir türlü bulamadığımız büyük bir gariplik var. Tahta parmaklıklarla çevrili; yargılananların tūmũnű rahatça alan, içinde her zaman yirmi-yirmi beş iskemlenin bulunduğu "sanıklar bölümü” iyice küçültülmüş. Oraya, bugün sadece üç iskemle koymuşlar. Halbuki hakkında hữküm verilecek en az yirmi kişi var. Bir türlü yanıtını bulamağımız garipliğin nedenini biraz sonra, orada bulunan herkes gibi biz de öğreneceğiz. Komando erlerinden oluşan "patika yol'un içinden, önce Deniz'le Yusufu getirdiler. Arkadaşlarının nerede olduğunu bilmedikleri belli. Hatta bize bakıp gözleriyle soruyorlar. Biz de bilmediğimizi belirten hareketlerle cevap veriyoruz. Duruşma Yargıcı Ahmet Tetik: "Anayasayı tebdil, tağyir ve ilgaya... TCK'nm 146/1. maddesine... Ölüm cezasına... Tahfife mahal olmadığına...” Deniz hiç beklemeden, dimdik, yumruğu sıkılı, kolu havada bağınıyor... "YAŞASIN BAĞIMSIZ TÜRKİYE! Yusuf da aynı şekilde haykırıyor. "YAŞASIN BAĞIMSIZ TÜRKİYE Sonra Hüseyin, Atillâ ve diğerleri... Ama görevliler, gençlere son sözleri söyleme fırsatı vermemeye, hepimizin gözleri önünde duruşma salonunda, sikılı yumruğu havaya kalkan her birinin üzerine çullanıp yaka-paça dışan atmaya başladılar... Haklarındaki hükmü dinlemeye salona ilk giren Deniz'le Yusuf, dışan çıkınca birbirlerine, "Vatan sağ olsun," diyerek sanılmış ve sonra kelepçelenip götürülmüşlerdi. Artık celseler bitmişti. Beklemeye başladılar. Dışarda arkadaşları, yakınları, avukatları onları kurtarmak için çırpınıyordu. Günler ilerledikçe beklemenin gerilimi de çok geniş alanlarda derinleşti. İnançlarından hiçbir ödün vermeden beklediler. Syf. 30.31.32.33
Sayfa 30 - EverestKitabı okudu
·
56 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.