Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Dostoyevski yargılama değil, anlama peşindeydi ve doğruya yanlışla ulaşmaya çalışan insanlara önem veriyordu. Mesela Raskolnikov... Yoksulluktan hukuk fakültesini bitiremeyen bir genç. Karın gurultularıyla tek göz bir odada yaşamaya çalışıyor. Bir gün kız kardeşinin altın yüzüğünü rehin vermek için tefeci bir kadına gidiyor ve daha ilk görüşte o kadından tiksiniyor. Sonra kendince bir sürü neden bulup o kadını öldürüyor. Peki yapılan en kapsamlı anketlerde, Raskolnikov neden hâlâ en sevilen roman karakteri çıkıyor? Çünkü insan ruhu çelişkilerle, çatlaklarla ve zaaflarla dolu. Raskolnikov'un eyleminde kabul edilebilir hiçbir şey yok, ama biz zaten eylemden çok, ruhun tahribatıyla ilgileniyoruz. Yani polis onu yakalayacak mı ya da yeni cinayetler işleyecek mi gibi hikâyesel bir yerden devam etmiyoruz okumaya. Raskolnikov bu suçla ne yapacak ve vicdanıyla nasıl başa çıkacak diye okuyoruz Suç ve Ceza'yı. Böylece yazar, karakterine tuttuğu kara aynayla, okuru da bir otopsi masasına yatırıyor. Kazıyoruz kendimizi, daha derine inmek için, biraz da endişeyle, vuruyoruz kürekleri ikircikli zihnimize. Sonuçta hangimiz, isteyerek ya da istemeyerek, gururunun ayaklar altına alındığına sahit olmadı hiç? Hangimiz çok sevdiği birine büyük bir öfke de duymadi ya da asla anlaşarmayacağını düşündüğü bir insanla dost ya da sevgili olmadı? Hangimiz peşinden koştuğu büyük bir hayali gerçekleştirince anlamsıziga kapılmadı ya da hangimiz, iyi bir insan olduğuna dair hiç kuşku duymadı? Baudelaire Kötülük Çiçeklerinde şöyle yazmıştı: "Her insanda sürekli iki arzu vardır; biri Tanrı'ya doğru, öteki Şeytan'a doğru. Tanrı'ya sığınış, bir yükselme isteğidir; şeytanın yahut hayvalığınki ise, bir iniş mutluluğudur." Dostoyevski bu iniş mutluluğunun bir parçasıydı. Yüce ve soylu tipleri ya da dünyayı kurtarmaya çalışan egosantrik kahramanları gülünç buluyordu. Onun anti-kahramanları meyhanelere gidiyor, dar sokaklardan geçip yolda yoksullarla, evsizlerle karşılaşıyordu. Hayatı suç, pişmanlık ve bağışlanma istenci ile geçen Dostoyevski, Zweig'ın deyimiyle psikologların psikoloğuydu ve kusurlarının başıboş bir şekilde fışkırmasına izin vermiş, içgüdülerini kısıtlamamış ve yaşamaya bırakmıştı.
Aytuğ AkdoğanKitabı okudu
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.