Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Menkul etimolojiler borsası
Virgül, Latince kaynaklı virgula'dan Fransızca'ya, oradan da Türkçe'ye geçti diyenler yanılıyor. Karluk ağzındaki 'b' bu taraflara gelince 'v' olur. 'K' de aynı şekilde 'g' olur. Yani bunun aslı 'birkül'dür. Yani uzun uzun cümleler kurmak istiyorsan kur yiğidim, kur gülüm gam mı? Tam otomatik taaruz tüfeğiynen tarar gibi kurma diye birkül var. Kondur es vermen gereken yerlere bir birkül, bir gül, rahatla, sonra devam et.
·1 alıntı·
1.640 görüntüleme
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Yetişkin - yet(mek) Bebeler yetişkin olmazdan evvel, yetişemezler miydi? Kime yetişemiyorlardı? Neye yetişemiyorlardı? Çocuklar yetişemezler mi aralarında ya da yetişkinlerle? Yetmezler mi? Neye yeter çocuklar? Hangi an gelir de "yetişkin" olurlar? Pübik tüylenme? Oğlanın iktidar sanrısı? Kızın örtük iktidarı? Hiçbiri. Yetişecek, varılacak durak yok. Yetişecek, varılacak yol yok. Çünkü yolda olmayan yok. Türkçe konuşanlar, yolun ana karnı ve toprağın bağrı arasında sürüp gittiğini bildiler. "Cümle halk ehl-i seferdir, devr-i Âdem'den beri / Pençe-i mevte takılmış, günde bin kervan gider." Birbirlerine yetebilenlerin arasına katılan çocuklara yetişkin dediler. Ötekiyle-ötekilerle yetişemeyen yetişkin gövdesindekine nasıl yetişkin deriz?
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Evlatlarını hem doğuran hem büyüten hem de yiyen (muhtemelen çiğ) herifi düşündüm. Tek bir evladı elinden kurtulabildi. Theos. Deus. Zeus. Bu herifin adının kronoloji ile ilintili olabileceğini niçin hiç düşünmedim? Bugün neden düşündüm? "Kronik" bilmemne ağrısından dem vuran telaşlı, acele eden, bir yere yetişmesi gerektiğini söyleyen müşteri, ampulü yandırdı zihnimde. Açıp hala bakmadım ama yüksek ihtimalle hadiseleri sıraya dizmenin (zamansallaştırmanın) bilimi boşuna kronoloji değil.
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Cânbâz ne münâsebetle cambaz oldu diye düşündürdü burada biri beni birkaç hafta önce. İletiydi. Kimdi, neyi kime iletti hatırlamıyorum. Muhibbî'den bir iki beyit okudum, bildiğimiz canıyla oynayan canbaz anlamında yer etmiş. Câmbâz'lı beyit bilen var mı? Camla(içki tası, kadeh) oynayan ya da oynatan anlamında. İşret alışkanlıklarının cariliği cânbâzı, cambaz'a dönüştürmüş galiba.
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
-Dağ+la+mak Odla yara dağlanır. Et kabarır. Kabartı etin olağan yüzeyinden yüksektedir. Vicdanla hırs dağlanır, kibir dağlanır, riya dağlanır, şiddet dağlanır. Dağlanır ki kafan estiğinde tırmanamayasın, tırmalamayasın. Dağın doruğuna neden çıkılır sanırsın? Ne kadar aşağılık olduğunu görmek için.
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Hüsamettin aç perdeyi. Oğlum ışıkları yak çabuk. Sessizlik! USTA Nereden başlasam? Ustalar epey uzun zaman önce İran'dan gelmişler. O vakitler İran'a İran denmezmiş tabi. Nereye geldiklerini sormayın. İç Moğolistan ve Ural Dağları arasında bir yerler... Geldiklerini görenlerden soluk alıp veren kalmamış. Görenlerin torunlarının torunlarının torunları da göç edeli çok olmuş. Ustalar ayaklarının tozuyla kendilerini tanıtırken, öz lisanlarındaki "üstad" ya da "avastad" sözcüklerini kullanmışlar. İşitenler onlar gibi telaffuz edememiş tabi. Osta diyebilmişler. Bazıları usta demiş. Ustalar, 'üstad' diyemeyen bu bıyıklı erlerin ve belikli kadınların "usta" telaffuzunu çok sevmişler. Kısa bir süre sonra kendi lisanlarında, kendilerine "usta" demeye başlamışlar. Tabi ustaların lisanlarını öğrenmeyi becerenler dadları tatlı tatlı telaffuz edebiliyor ve 'üstad' diyebiliyorlarmış, kimine sıkıntı veriyormuş bu dadlar, onlar tat demişler. Bu üstadlar (veya üstatlar) çok usta insanlarmış. Her birinin birer zanaati, hüneri olurmuş. Kiminin usu, kimin de gönlü gürüldermiş. İkisi birlikte gürüldeyene bizimkilerin çelebi dediği de söylenir. Her şey gibi ustalar da gözden yitip yukarılara doğru yok olmuşlar fakat ustalık kalmış. Ölümsüz olmuş. Ustaların yukarılara doğru yok olduğu, fakat ustalığın yerde yerleştiği o meçhul çağları hızlıca ileri sarar ve anın yatağına yatırırsak ustayı, us'tan dem vurabiliriz ama lüzum yok, çünkü ustada dilbilimsel açıdan us olmadığını bilenler de bilmeyenler de zaten yeterince dem vurmuşlar ustadaki ustan. 'Usta' ve dolayısıyla 'üstat'ın kendimden menkul anlamına yönelecek olursak, 'us'tan ziyade, 'tat'tan bahsetmemiz gerekir. Bu herifler kendilerine "üstad" dediklerinden ötürü mü bizde yabancıya, fakat özellikle İranlıya 'tat' dendi diye bir düşünürüz, doğal olarak. Böyle düşünürsek, Oğuz ve Kıpçak taifelerinin Uygurlara budist olmalarından ötürü, kafir anlamında "tat" demelerini nasıl açıklayacağımızı da düşünürüz tabi. Fakat ben derim ki, bunların hiçbirini düşünmeyelim. Ustada us yoksa da, ustalıkla yapmayı becerdiğimiz bir işi, 'mış gibi yapma' işini gerçekleştirelim, ustada us varmış gibi yapalım, ustada us olduğunu var sayalım. Böyle yaparak, bir yandan da hikmetseverlerin sıklıkla işaret ettikleri; yüceltmenin ustan uzaklaştırması hakikatini düşünelim. "Yüceltmek ustan uzaklaşmaktır", peki. Düz. Anlaşılır. Uzaklaştırır. Ustadan uzaklaştırır mı? Hem de nasıl. Ustayı sözle yüceltmek, ustayı dağın zirvesine yerleştirmek, söz söyleyeninse dağın eteğinde durması gibidir. Usta uzaklaştı. Göz görmüyor. Yüceltenin ayaklarıysa dağın eteğinde. Hatırlayalım; söz kudrettir, sözcükler büyü. Sözle yücelttiği neyse, kendini de yüceltiyor farkında olmadan. Elbette trajik. Elbette sahte. Elbette zihninde! Oysa ustadan öğrenilenleri alemde fiillerle zuhur ettirmek, bu başka işte. Ne ustayı yüceltmek, ne çırağın yücelmesi. Yüce de yok aşağı da, yücelik de yok aşağılık da. Hepsi nazarî. Hepsi zahirî. Bunun idraki içrenin açkısı derler. Güzel derler.
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Bu benden menkul borsaya yeni bir kambiyo senedi katıyorum.. Şebnem Ferah'ın şarkılarına duyduğumuz muhabbet biraz da soy adının ferah olmasından kaynaklanıyor. Hem yel gibi, rüzgar gibi sesi de var kadının... Özlem Tekin; gelenek, ana, ata, oba sözü dinlemeyip alayına orta parmak çeken hafif serseri bir hatunun havasına sahipse de soy adının tekinliği ona bir "tekin"lik veriyor mu? 1000 yılından evvele giden, gidebilen dört başı mamur bir etimoloji sözlüğümüz olmadığından iş başa düştü. Yalnız, bir, bir başına, yegane anlamına gelen "tek" sözcüğü, "+in" yani mesken, mekan, ortam ve hatta kimi zaman vakit zarfı üreten ekle katışınca, tekin, yani bugün yüklediğimiz anlamın aksine, güvenli olmayan, tehlikeli, "tekinsiz" yer anlamına gelmeye başlıyor tarihte. Yalnızlık ve teklikteki tekinsizlik düşüncesi, kırılgan, zayıf bir bedene ve usa sahip insanın tekinsizliklerle dolu (hafif tevriye) hayatta kalma macerasında ona kolaylık sağlamış. (Burada insanın ilahi-tanrısal teklik düşüncesine varmanız meseleyi daha da ilginçleştirecektir.) Cepte dursun bu bilgi. Şimdi tarihin yatağına biraz daha uzaktan bakıp, bin yılından geriye gidiyor ve yönetici ünvanı olarak kullanılan tekin-tegin-tigin sözcüğüne geliyorum. Mezkur dönemlerdeki kullanımına dair öne sürülen etimolojik bilgilere gözlerimi kapatıp kulaklarımı tıkarsam (Avestaca "tikin" şeklinde bir ünvandan alıntı olduğu iddiası mevcut. Kaşgarlı "kul-köle" anlamına geldiğini iddia etmiş), benden menkul bir ilişkiye varabiliyorum. O da şu: Kağan ya da hanın, yani baş yöneticinin oğlu, ya da kimi zaman onla kan bağı olmasa da, ilin-elin ikinci kişisi olarak görülen, veya kağanın halefi ya da ikiye ayrılan devletin daha küçük parçasını yönetmeye ehliyetli kişiye tekin-tegin-tigin denmiş. Dümdüz "prens" kelimesine karşılık verenler de var ancak hatalı gibi. Neticede, tarihin bandını hızlıca ileri sarıp yakın geçmiş ve ana gelirsem, bugünün Türkçesi'ndeki "tekin" sözcüğünde, güvenli, sağı solu belli, emin, güvenilir anlamlarının, o eski ünvanın-namın-adın gücünün, saygınlığının izi olabilir.
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Kör - Gör Yüksekten uçtum, yüksekten yazıyorum. Yanılıyorsam hayalî düşüşüm büyük olacak. Ancak biliyorsunuz, büyük düşlerin irtifa kaybedip yere çakılmaları hep büyük olur. Bunun yalnızca negatif olduğunu düşünen yanılır. Büyük düşler, meteorlar gibi çakılırlar yere. Devasa kraterler oluştururlar. Düşün sahibi, düşünü gerçek kılamadıysa bile, güzel düşlediyse, tohumu yeşerten biri çıkar. Ciddi denilebilecek yoğunlukta bir araştırma yapmadığımı söylemeliyim. Yıllar evvel, gözleri görmeyen, 'âmâ' varlıkları sıfatlandırmak için kullanılan "kör" sözcüğünün Avestaca ya da Farsça köklü olduğunu okumuştum. Bu cebimdeydi. Aynı şekilde, ana rahminden fırlayıp aleme baktığımız anda meydana gelen fiilin, eylemin, yani "gör"menin yazıtlarda birden fazla çekimle çekimlenmiş halde, "kör" olarak taşa kazınmış olduğunu da biliyordum ta lise yıllarımdan bu yana. İmdi, yedi yüzlü yıllardan bu yana, insanın en hayatî duyularından olan "görme"nin yanında, Kodeks Kumanikus'ta göremeyen için "kör" sıfatının kullanılması, "dilden dile bir alıntı işte" diyerek sıradan bir şeymiş gibi kenara atılamaz. Yani atılır da, ben atamıyorum. Yedi yüz yıl dediysem de, şimdiki zamanda, eldeki bulgularla yedi yüz küsür yıl. Şart kipi kullanmış olacağım fakat gelecekte yeni bulgular ortaya çıkarılırsa demekten kendimi alamıyorum. Tarih sevenler, İran-Turan münasebetlerinin kadim olduğunu bilir ve iki soyun -dolayısıyla kültürlerinin- birbirleriyle savaştığı kadar seviştiğini de bilir. Bu uzun girizgah şunu anlatabilmem için gerekliydi: Sapına kadar ilkel olduğunu, edebiyatının gözlemlenebilen her devriyle bana gösteren Türkçe -gerçi hangi dil ilkel değil ki-, görme fiilinin semantik açıdan tam karşısında duran görememeyi "kör" sözcüğüyle sembolize ederken buna telmih diyesim geliyor benim. Fakat insanın aklını başından alacak incelikte bir dolaylama. Türkiye Türkçesinde ve onun en yumuşak, ılık verisyonu olan İstanbul Türkçesinde, yazıtlarda 'kör'-mek olarak geçen eylemi 'gör'-mek olarak telaffuz etmek ve yazmak bir dil bilimci tarafından, meseleye tamamen yabancı olan öğrenciye kolaylıkla anlatılabilir. Ses bilgisi (fonetik) zaten bu meseleleri irdeler. Fakat bu iletinin "menkul" etimolojiler borsası olmasının sebebi benden menkul olması. Sezgim bana şunu hissettirir: Türkçe, hayatiyeti tartışılamaz eylemlerden "gör+me"nin yokluğunu, "kör" sözcüğüyle karşılarken sanki gözle görülenin dışında, ya da içinde, gözle görülemeyen, başka bir "şey"le görülebilen ya da sezilebilen bir "şey" olduğunu bas bas bağırır. Kelimelerin yetersiz kaldığı anlarda "şey" dememizde de o "şey" sezilebilir. Gönül? Yürek? Sanki... Söyleyeceklerim bu kadar. Ya da sözleyeceklerim demeliydim. Duymadınız, okudunuz. Gördünüz mü, yoksa kör müsünüz?
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Paha - bedel - fiyat - ücret Hiçbiri "değer" değil. "Kıymet" de değil.
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Hikmet Tanyu, "torah" ve "törü-töre"yi düşündü mü acaba hiç? "Ajun inçke tegdi tüzüldü tôrü. Tôrü birle atın kopurdı." (KB 103) Acun inceliğe değdi (ulaştı,vardı), düzüldü töre. Töre ile atını harekete geçirdi.
Bu yorum görüntülenemiyor
18 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.