Kör - Gör
Yüksekten uçtum, yüksekten yazıyorum. Yanılıyorsam hayalî düşüşüm büyük olacak. Ancak biliyorsunuz, büyük düşlerin irtifa kaybedip yere çakılmaları hep büyük olur. Bunun yalnızca negatif olduğunu düşünen yanılır. Büyük düşler, meteorlar gibi çakılırlar yere. Devasa kraterler oluştururlar. Düşün sahibi, düşünü gerçek kılamadıysa bile, güzel düşlediyse, tohumu yeşerten biri çıkar.
Ciddi denilebilecek yoğunlukta bir araştırma yapmadığımı söylemeliyim. Yıllar evvel, gözleri görmeyen, 'âmâ' varlıkları sıfatlandırmak için kullanılan "kör" sözcüğünün Avestaca ya da Farsça köklü olduğunu okumuştum. Bu cebimdeydi.
Aynı şekilde, ana rahminden fırlayıp aleme baktığımız anda meydana gelen fiilin, eylemin, yani "gör"menin yazıtlarda birden fazla çekimle çekimlenmiş halde, "kör" olarak taşa kazınmış olduğunu da biliyordum ta lise yıllarımdan bu yana.
İmdi, yedi yüzlü yıllardan bu yana, insanın en hayatî duyularından olan "görme"nin yanında, Kodeks Kumanikus'ta göremeyen için "kör" sıfatının kullanılması, "dilden dile bir alıntı işte" diyerek sıradan bir şeymiş gibi kenara atılamaz. Yani atılır da, ben atamıyorum. Yedi yüz yıl dediysem de, şimdiki zamanda, eldeki bulgularla yedi yüz küsür yıl. Şart kipi kullanmış olacağım fakat gelecekte yeni bulgular ortaya çıkarılırsa demekten kendimi alamıyorum.
Tarih sevenler, İran-Turan münasebetlerinin kadim olduğunu bilir ve iki soyun -dolayısıyla kültürlerinin- birbirleriyle savaştığı kadar seviştiğini de bilir.
Bu uzun girizgah şunu anlatabilmem için gerekliydi:
Sapına kadar ilkel olduğunu, edebiyatının gözlemlenebilen her devriyle bana gösteren Türkçe -gerçi hangi dil ilkel değil ki-, görme fiilinin semantik açıdan tam karşısında duran görememeyi "kör" sözcüğüyle sembolize ederken buna telmih diyesim geliyor benim. Fakat insanın aklını başından alacak incelikte bir dolaylama. Türkiye Türkçesinde ve onun en yumuşak, ılık verisyonu olan İstanbul Türkçesinde, yazıtlarda 'kör'-mek olarak geçen eylemi 'gör'-mek olarak telaffuz etmek ve yazmak bir dil bilimci tarafından, meseleye tamamen yabancı olan öğrenciye kolaylıkla anlatılabilir. Ses bilgisi (fonetik) zaten bu meseleleri irdeler.
Fakat bu iletinin "menkul" etimolojiler borsası olmasının sebebi benden menkul olması. Sezgim bana şunu hissettirir:
Türkçe, hayatiyeti tartışılamaz eylemlerden "gör+me"nin yokluğunu, "kör" sözcüğüyle karşılarken sanki gözle görülenin dışında, ya da içinde, gözle görülemeyen, başka bir "şey"le görülebilen ya da sezilebilen bir "şey" olduğunu bas bas bağırır.
Kelimelerin yetersiz kaldığı anlarda "şey" dememizde de o "şey" sezilebilir. Gönül? Yürek? Sanki...
Söyleyeceklerim bu kadar. Ya da sözleyeceklerim demeliydim. Duymadınız, okudunuz. Gördünüz mü, yoksa kör müsünüz?