Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hayatın en içinden, uzun ama okunmaya değecek bir alıntı…
Nietzsche sürekli -fiili ya da yakın- savaşların olduğu bir dönemde büyümüştü. Fransa-Prusya savaşının çıkmasına ilk tepkisi, savaşı "kül­türün" başarısızlığı olarak görmekti: "bayatlamış kültür" çökmüştü, "kültür kış uykusuna" yatmıştı. Bu da "kültürün" tam olarak ne ol­duğunu açığa çıkarıyor; adına layık bir şey olacaksa şiddet problemiyle başa çıkacak bir teknik içermelidir. Nietzsche hemen hemen tüm diğer insan problemlerinde yaptığı gibi burada da çözüm için antik döneme, özellikle de Yunanlara döner. Tragedyanın Doğuşu'nda bu konuya değinse de, erken felsefesinde şid­det problemini en doğru düzgün ele aldığı metni, 1872'de Cosima'ya Noel'de doğum günü hediyesi olarak verdiği Yazılmamış Beş Kitap İçin Beş Önsöz'den biri olan "Homeros'ta Rekabet"tir ("Homers Wett­ kampf"). Bu eser hiç basılmamışsa da, olgunluk felsefesinin başlıca temalarından birkaçının ilk kez gün ışığına çıktığı önemli bir eserdir. "İnsani olan”, yani insanlığı hayvanların üzerine yükselten şey Yu­nanlarda en yüksek gelişim düzeyine ulaşmıştır. Fakat aynı zamanda Yu­nanların doğasının köklerinde "nedensiz zalimlik", "kaplanlara yaraşır bir yıkıcılık hazzı" vardı: İskender ve Akhilleus'un yendikleri düşmanlarını savaş arabalarının arkasında sürükleme adeti bunun bir kanıtıdır. (On sekizinci yüzyıldaki sakince ve çaba harcamadan insani olan Yunan portresine burada kasten karşı çıkarak yazmaktadır.) Bildiğimiz gibi, Yunanlar kendimize bakmamızı sağlayan "bir ayna­dır". İnsan türünün en insanisi şiddete yatkınlıktan muaf değilse hiç­bir insan türü bundan muaf değildir. Zalimliğe, saldırganlığa, şiddete (Nietzsche daha sonra "güç istencinden" bahsedecektir) yatkınlık insanlarda doğuştan vardır, yapıtaşımıza "kazınmıştır". Bu yüzden şiddete yatkınlığı ortadan kaldırmak söz konusu olamaz. Tek mümkün olan şey kültürün bu yatkınlığı sınırlandırması ya da başka yere yönlendirmesi­dir. Nietzsche için temel ve çok zor bir içgörüdür bu, geleneksel Avrupa ahlakıyla radikal bir kopuş gerektirir. Hıristiyanlıktaki özgeci sevgi ide­ali, insanın düşmanını bile sevmesi gerektiği emri insanın düşmanlarını bile sevebileceği önvarsayımına, yani prensipte insan ruhundan şiddetin silinebileceği önvarsayımına dayanır. Bu yüzden, Nietzsche'nin şiddetin silinemeyeceği içgörüsüne ancak Hıristiyan ahlakının psikolojik önvar­sayımlarını terk etmiş birisi ulaşabilir. Şiddetin ortadan kalkmayacağını kabul edersek, diye devam eder Nietzsche, antik dünya şiddete üç tepki vermiştir. Birincisi insan do­ğasından umudu kesmekti, Orpheus kültünün takipçileri böyle yap­mıştı: Savaş ve zalimlik dünyasına maruz kalmak "var oluşun içimizi bulandırmasına", "böyle bir dürtüye kök salmış bir hayatın yaşamaya değmeyeceğini" düşünmemize yol açar. İkinci tepki dürtüyü serbest bırakmaktı. "Barbar" dünyanın karakteri buydu, medeni hayatın "ka­ideleri" sürekli olarak "şehvet ve zalimliğin" "cadı kazanı" tarafından çiğneniyordu. Üçüncü tepki Yunanların tepkisiydi. Yunanlar hakkındaki ilk önemli gerçek, "savaşma ... güdüsü ve zaferin hazzını" "kabul etmiş" olmala­rıydı. Yani ahlaki yargıları bizimkinden farklı "renklerdeydi": Saldır­ganlık ve zalimlikte kesinlikle "günahkarca" bir yan yoktu, Tanrı'nın yasalarına bilerek karşı çıkmak anlamına geliyordu, hayatın işleyiş tarzının katı bir gerçeği olarak önümüzdeydi işte. Diğer yandan, salt saldırganlığın zararlı olduğunu da kabul ediyorlardı ama "günah" ol­duğundan değil, Nietzsche'nin sonraki diliyle, "aptalca" olduğu için. Bu yüzden önlerine koydukları ödev yıkıcı olmayan, hatta olumlu anlamda üretken bir ifade biçimi bulmaktı. Yunanların büyüklüğü bunu başarmalarından ileri geliyordu: Şiddet istencini "arındırmayı", "korkuncu soyluya", "zararlıyı yararlıya" çevirmeyi öğrenmişlerdi. Bunu da şid­deti "manevileştirmeyi" öğrenerek başarmışlardı, onun yerine geçe­cek bir ifade biçimi bulmuşlardı. Freud'un neredeyse kesinlikle Nietz­sche'den devraldığı (ama devraldığını kabul etmediği) bir nosyonu tarif ederken kullandığı dille, şiddeti "yüceltmeyi" öğrenmişlerdi. Bunu yapma yollarından biri sanattı. Homeros'un şiddet dolu savaş hikayelerinden ve daha sonra Yunan tragedyasından aldıkları hazzın altında bu yatıyordu. Barbarların Dionysosçu şenlikleri seks ve şiddet cümbüşlerine dönerken, çoğu durumda insan kurban etmeyi içerirken, Yunanların Dionysosçu şenliği olan tragedya şenliğinde kahramanlar gerçek hayatta değil, Nietzsche'nin daha sonra diyeceği gibi, "kukla ha­liyle" "öldürülüyordu". Ama şiddeti "yüceltme"nin daha üretken bir yolu da "rekabetti". İnsan hayatının esasen "savaş ve zafer" olduğunu kabul eden Yunan­lar bu hayatı tanrıça Eris'in, yani "kıskançlık", bela ve ihtilaf tanrıçası­nın alanı olarak görüyorlardı. Fakat Yunanlardaki kıskançlık kavramı bizimkinden çok farklıydı. Zira iki tanrıçaları vardı -"kötü" Eris'in yanı sıra "iyi" bir tanrı da vardı. Kötü Eris savaş yaratıyordu (altın elmasını, yani evrensel şehvet nesnesini Peleus ve Thetis'in düğünündeki konukla­rın arasına atarak Troya Savaşı'nı başlatmıştı) ama Hesiodos'un İşler ve Günler'inden öğrendiğimiz kadarıyla Zeus insanları işe ve zenginliğe yö­neltmek için iyi bir Eris de yaratmıştı. İkisi arasındaki fark, kötü Eris'in egemenliği "ölümüne mücadeleye" yol açarken, iyi Eris'in "rekabete" yol açmasıydı: Hesiodos'un deyişiyle iyi Eris, vasıfsız insanların içine bile çalışma dürtüsü sokar: Mülkü olmayan birisi zengin olan birini görürse o da ekip biçmeye koşar. ... Çömlekçiler bile başka çömlekçilere diş biler, marangozlar marangozları, dilenciler dilencileri, ozanlar ozanları kıskanır. Hesiodos'un işaret ettiği üzere, Yunan hayatına rekabet, agon hakimdi; Yunan kültürü esasen "rekabetçiydi"ydi ve bununla gurur duyuluyordu. Eğitim rekabetçiydi: Nietzsche'ye göre, öne çıkmaya ça­lışmak, modern dille "bencillik" teşvik ediliyor ve bir bütün olarak ce­maatin iyiliğine olduğu düşünülüyordu. Beşinci yüzyıldaki büyük oyun yazarları birbiriyle rekabet halindeydi; hatta Aristoteles'in hayretle belirttiği gibi ölülerle bile, hepsinden öte Homeros'la rekabet ediyorlar­dı. Platon sofistleri diyalektik "kavgada" yenebileceğini göstermek için diyalogları icat etmişti. Yunanlar Olimpiyat oyunlarında da birbiriyle rekabet ediyordu elbette. Yüceltilmiş saldırganlık böylece Yunanların kültürünü yaratan ve besleyen bir şey olmuştu. Nietzsche'nin Yunanlar üzerine düşüncelerinden çıkardığı kalıcı ders, insan doğasından zalimliği ve şiddeti silmenin imkansızlığı değildi sade­ce; bunları silmeyi zaten istememeliydik, zira "insanın ... gayri insani olarak görülen korkunç gizilgüçleri ... aslında tüm insani şeylerin, insani duyguların, işlerin ve başarıların doğabileceği tek verimli topraktır". Nietzsche olgun felsefesinde "soylu" ve "insani"nin doğaüstü bir fail tarafından doğal düzene aşılanan bir şey olmadığını, daha ziyade içimiz­deki "sarışın canavarın" kültür tarafından yeniden yönlendirilmesiyle ortaya çıktığını vurgular. "İyilik" hakkı için "kötü" gizilgüçlerimizi mu­hafaza etmeliyiz.
Sayfa 207 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
·
190 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.