Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Gail Wynand ve Howard Roark arasında geçen kitabın en muhteşem yeri...
"Ne düşünüyordun bu haftalar boyunca sen?" "Beni Stanton'dan kovan Dekan'ın gerisinde yatan ilkeyi." "Ne ilkesi?" "Dünyayı mahvetmekte olan şey. Senin anlattığın şey. Kendini katıksız silme." "Yoktur dedikleri ideal mi?" "Yanılıyorlar. Var aslında. Ama onların sandığı biçimde değil. İnsanlara baktığımda uzun süre anlayamadığım oydu. Kendi benlikleri yok. Başkalarının içinde yaşıyorlar. Elden düşme yaşıyorlar. Peter Keating'e bak." "Sen bak ona. Ben nefret ediyorum." "Ben baktım ... Ondan geriye ne kalmışsa, ona baktım. Anlamama yardımcı olan da, o oldu. Bedeli ödüyor, hangi günah için ödediğini merak ediyor, çok bencil davranmışım deyip duruyor. Oysa hangi düşüncede, hangi harekette ben diye bir varlık gösterdi ki? Hayattaki amacı neydi? Büyüklük ... başkalarının gözünde. Şöhret. Hayranlık. İmrenme. Bunların hepsi başkalarından gelen şeyler. Tüm inançlarını başkaları dikte etti ona. O bunlara pek bağlı kalmadı, ama başkaları onun bağlı olduğunu sandığı sürece, bir sakınca görmedi. Baş derdi hep başkalarıydı. Büyük olmak istemiyor, büyük sanılmak istiyordu. Bina yapmak istemiyor, mimar olarak hayranlık toplamak istiyordu. Başkalarını etkileyebilmek için başkalarından çaldı. İşte sana kendini katıksız silme. İhanet ettiği, feda ettiği şey, kendi ego suydu. Oysa herkes ona bencil diyor." "Çoğu insanın seçtiği yol odur." "Evet! Bütün iğrenç hareketlerin de kökü o değil mi? Bencillik değil, benliğin yokluğu bu. Bir bak o insanlara. Hile yapan, yalan söyleyen, ama görünüşte saygınmış gibi davranan adam. O aslında kendisinin namussuz olduğunu biliyor, ama başkaları onu namuslu sandığı için, çevreden bir saygı topluyor, oradan kendine elden düşme bir özsaygı çıkarıyor. Kendi yapmadığı bir şeyin alkışını toplayan adam. O da kendinin sıradan biri olduğunu biliyor, ama başkalarının gözünde büyük. Bir de aşağıdakilere sevgi duyduğunu söyleyip, o yeteneksizlere satılan, o yolla kendi üstünlüğünü kanıtlamaya kalkanlar var. Tek amacı para kazanmak olan adam var. Ben para kazanma arzusunda bir kötülük görüyor değilim. Ama para, yalnızca bir amaca giden araçtır. İnsan onu kendi özel bir amacı için istiyorsa, sanayiye yatırım yapmak, birşeyler yaratmak, incelemeler yapmak, seyahat etmek, lüksün tadını çıkarmak için istiyorsa, bunda ahlakdışı bir şey yok. Ama parayı en ön plana yerleştiren insan, çok daha ileri gider. Kişisel lüks kavramı çok sınırlı bir şeydir. Onların istediğiyse gösteriş. Göstermek, şaşırtmak, eğlendirmek, etkilemek. Hep başkalarına dönük. Bunlar da elden düşmeci. Kültürel girişim dedikleri şeylere bak. Adamın biri konferans veriyor, birinden ödünç aldığı, kendisi için hiç önem taşımayan şeyler söylüyor. Dinleyenler için de önemsiz o şeyler. Ama kalkıp gitmiyorlar. Dinliyorlar. Sonradan dostlarına, ünlü birinin konferansını dinledik diyebilmek için. Hepsi elden düşmeci." "Ben Ellsworth Toohey olsaydım, sen bencilliği mi savunuyorsun, başka şeyi mi, derdim. Bunların hepsi bencil şeyler değil mi? Dikkati çekmek, beğenilmek, hayran olunmak." "Başkalarının gözünde ama. Kendi özsaygıları pahasına. En önem verdikleri şeye bakarsan, yani değerler, yargılar, maneviyat açısından bakarsan, başkalarını kendilerinden daha ön plana alıyorlar.Hayırseverliğin gerektirdiği gibi. Gerçekten bencil olan insan, başkalarının onayından etkilenmez. Ona hiç ihtiyacı yoktur." "Bence Toohey bunu anlıyor. O haince saçmalıkları yayabilmesine yardımcı olan da bu. Yalnızca zayıflık ve korkaklık. Başkalarına kaçı vermek öyle kolay ki! Oysa kendi başına, kendi yaptıklarıyla ayakta durmak da çok zor. Bir dinleyici kitlesinin karşısında, kendini iyi bir hayırsever gibi göstermek kolay. Ama kendine yutturamazsın. Kendi egon, en sert yargıçtır. Onlar bundan kaçıyor. Bütün ömürlerini kaçarak geçiriyorlar. Kişisel standartlarına, kişisel başarılarına dayanarak özsaygı duymaktansa, bir hayır derneğine birkaç bin toslayıp kendini soylu saymak, o kadar daha kolay ki! İşini iyi yapmanın yerine başka ikameler aramak basit. Kolay ikameler tabii. Sevgi, cazibe, iyi yüreklilik, sadakat. Ama işini iyi yapmanın yerine, başka bir şeyi ikame edemezsin ..." "İşte o nokta, elden düşmeciler için yolun sonu. Onların gerçeklere, fikirlere, yapılan ve yapılacak işe kaygılandığı yok. Onların tüm ilgisi insanlara dönük. 'Bu doğru mu?' diye sormuyorlar. 'Başkaları bunudoğru sayıyor mu?' diye soruyorlar. Yargılamak için değil, tekrarlamak için. Yapmak için değil, yapıyormuş izlenimi vermek için. Yaratmak değil, göstermek. Yetenek değil dostluk. Nitelik değil, fors. Eğer yapanlar, düşünenler, çalışanlar, üretenler olmasa, dünyanın hali ne olurdu? İşte egoistler, benciller, onlar. Başkasının beyni aracılığıyla düşünmüyorsun, başkasının elleriyle çalışmıyorsun. Bağımsız yargılarını askıya aldın mı, bilincini askıya almışsın demektir. Bilinci durdurmak, hayatı durdurmaktır. Elden düşmecilerde bir gerçekçilik duygusu yoktur. Onların gerçeği kendi içlerinde değil, bir insanı diğer insandan ayıran o küçük boşluğun içinde bir yerlerde. Kimlik değil, ilişki. Hiçbir yere bir çabayla tutturulmamış ilişki. İşte insanlarda anlayamadığım boşluk oydu. Karşıma bir komite çıktığı anda beni durduran şey oydu. Egosu olmayan adamlar. Rasyonel süreci olmayan kamlar. Freni ve motoru olmayan hareket. Sorumluluğu olmayan güç. Elden düşmeci de eyleme girişir, ama onun eyleminin kaynağı, yeryüzünde yaşayan bütün insanlara dağılmıştır. Hem her yerde, hem de hiçbir yerdedir. Onunla karşılıklı akılyürütemezsin. O mantığa açık değildir. Ona laf söyleyemezsin. Duyamaz. Seni yargılayan, boş bir kürsüdür. Başıboş kalmış kör bir kitle, senin peşine düşmüş, akıldan ve amaçtan yoksun biçimde seni ezmeye kalkmıştır. Steven Mallory bu canavarı tanımlayamıyor, ama onu tanıyordu. Korkup durduğu salyası akan hayvan bu işte. Elden düşmeci." "Sanırım senin elden düşmecilerin de bunu anlıyor. Yani için için kabullenmek istemeseler bile, anlıyorlar. Kendi başına ayakta duran birini kabul etmeyip onun dışında her şeyi kabul edişlerine dikkat ediyor musun? Öyle birini hemen tanıyorlar. İçgüdüsel olarak. Ona karşı özel, sinsi bir nefretleri var. Katilleri bağışlarlar. Diktatörlere hayranlık duyarlar. Suç da, şiddet de, bir tür bağ. Ortak bağımlılığın bir türü. Bağlara ihtiyacı var onların. O küçük, sefil kişiliklerini, karşılaştıktan her tek kişiye zorla kabul ettirmeye kalkıyorlar. Buna ihtiyaçları var. Bağımsız adam, öldürüyor onları... Çünkü kendilerini o adamın içinde bulamıyorlar, oysa onların bildiği tek varoluş biçimi de o. Bağımsızlığa yönelik her türlü fikre karşı, o habis direnişlerini görüyorsun. Bağımsız insana karşı ne kötülüklere yöneleceklerini biliyorsun. Dön de kendi hayatına bak, Howard. Sonra da karşılaştığın insanlara bak. Onlar biliyor. Korkuyorlar. Sen onlara bir sitemsin." "Çünkü içlerinde biraz gurur duygusu hep kalıyor da ondan. Yine de insan onlar. Ama onlara, kendilerini başkalarının içinde aramaları öğretilmiş. Oysa hiç kimse, hiçbir türlü özsaygıya ihtiyaç duymayacak kadar salt bir alçakgönüllülüğe varamaz. Sağ kalamaz o zaman. Bu yüzden de, yüzyıllar boyunca hayırseverliğin, kendinden vermenin en yüce ideal olduğu doktrini öğretildiği halde, insanoğlu bunu kabul ederken, tek kabul edebileceği biçime sokmuş. Özsaygısını başkaları kanalıyla aramış. Elden düşme yaşayarak. Bu da tabii her türlü korkunçluğun kapısını açmış. Gerçekten bencil bir insanın asla kabul edemeyeceği türden, korkunç bir bencilliğe dönüşmüş. Bugün de, dünyanın bencillikten yok olmasına engel olabilmek için, benliğimizi mahvetmemiz, onu yok etmemiz isteniyor. Bugün nelerin vaaz edildiğine kulak kabartsana. Çevremizdeki insanlara bak. Neden acı çektiklerini, neden hep mutluluk arayıp bir türlü bulamadıklarını merak etmiştin. Bir insan şöyle bir durup kendi kendine, benim hiç gerçek anlamda kişisel bir arzum oldu mu, diye sorsa, cevabı hemen bulur. Bütün isteklerinin, çabalarının, rüyalarının, ihtiraslarının hep başka insanlardan gelme bir motivasyon olduğunu görür. Aslında çabaları maddesel zenginlik uğruna bile değildir, elden düşmecinin hayali sayabileceğimiz saygınlık içindir. Bir onay arar. Kendinin olmayan bir onay. Ne o mücadeleden bir keyif alır, ne de başardığı zaman bir sevinç duyar. Bir tek şey için bile, 'Bunu isteyişim, kendim istediğim içindir, yoksa komşularım bana imrensin diye değil,' diyemez. Ondan sonra da, neden mutsuzum diye merak eder. Mutluluğun her türü, kişiye özeldir. En büyük anlarımız kişiseldir, kendimizden kaynaklanan bir motivasyondan gelir, ona el sürülemez. Bizim için kutsal olan, değerli olan şeyler, herkesle paylaşılmayan, orta malı olmayan, çekip kurtardığımız şeylerdir. Oysa şimdi, içimizdeki her şeyi herkesin gözü önüne sermemiz, herkes ellesin diye ortaya açmamız isteniyor. Toplantı salonlarında neşe aranıyor. Benim demek istediğim türdekikaliteye bir isim bile bulmuş değiliz. Yani insan ruhunun kendine yeterliliğine. Ona bencillik ya da egoizm demek zor. Bu kelimelerin anlamı çarpıtılmış, artık bunlar Peter Keating'i anlatmak için kullanılıyor. Gail, bence dünyadaki tek gerçek kötülük, kendi birincil ilgilerini başka insanların içine yerleştirmek. Ben sevdiğim insanlarda her zaman belli bir kalite aramışımdır. Onu görünce de hemen tanımışımdır. İnsanda saygı duyduğum tek kalite odur. Dostlarımı ona göre seçerim. Şimdi artık biliyorum onun ne olduğunu. Kendine yeterli bir ego. Başka hiçbir şeyin önemi yok." "Dostların olduğunu kabullendiğine sevindim." "Onları sevdiğimi bile kabulleniyorum. Ama eğer yaşamamın başta gelen nedeni olsalardı, sevemezdim onları. Peter Keating'in tek bir arkadaşının bile kalmadığını fark ediyor musun? Nedenini görebiliyor musun? İnsan kendine saygı duymuyorsa, başkalarını ne sevebilir, ne de onlara saygı duyabilir." "Peter Keating cehennemin dibine. Ben seni düşünüyorum. Seni ve senin dostlarını." Roark gülümsedi. "Gail, eğer şu tekne batıyor olsaydı, seni kurtarmak için kendi hayatımı verirdim. Herhangi bir görev duygusu yüzünden değil. Yalnızca seni sevdiğim için. Kendi nedenlerimden ve kendi standartlarımdan ötürü. Senin için ölebilirim. Ama senin için yaşayamam ve yaşamam da." "Howard, nedir o nedenlerle standartlar?" Roark ona baktı ... Wynand'a söylememeye çalıştığı her şeyi söylemiş olduğunu fark etti. Soruya cevap verdi: "Elden düşmeci olarak doğmamış olman." Wynand gülümsedi. O cümleyi duymuş, öbür anlamı duymamıştı. Daha sonra, Wynand kamarasına indiğinde, Roark güvertede tek başına kaldı. Parmaklığa dayanıp okyanusa, boşluğa doğru baktı. İçinden, ona elden düşmecilerin en kötüsünden söz etmedim, diye düşündü. Güç peşine düşeninden.
Sayfa 682 - Plato YayıneviKitabı okudu
·
339 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.