Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

512 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
HAYVANDAN İNSANA, İNSANDAN TANRIYA
Geride bıraktığımız 50 yıl içinde yazılmış bazı kitaplardaki (Genesis, Cesur Yeni Dünya, 1984) ya da çekilmiş filmlerdeki (Terminatör, Matrix vb.) gibi kendi neslimizi ve kültürümüzü yok edecek bir yozlaşma, evrim veya nükleer savaş içine girmedik, uçan arabalara kavuşamadık; ya da henüz robotlara veya uzaylılara karşı girişilen mücadelede yenilip yok olmadık. Her ne kadar bu senaryolar 30-40 yıl öncesinde “bilim-kurgu” diye nitelindirilirken günümüzde “muhtemel” hale gelseler de, bunlar pratikte hala uzak olduğumuz ihtimaller. İnsanlık için sahip olunan umutların tükenmediğini söyleyebilir, hatta tahminlerin aksine ilerleyen teknoloji ile dünya genelinde hakim olan hümanist ve eşitlikçi görüşlere bakarsak, herşeyin lehimize ilerleyeceğini bile öngörebiliriz. Tabii ki bu sadece kendi birkaç on yılla kısıtlı sürecimiz dahilindeki yaşananlara ve tamamen kendi dar algımıza istinaden yapacağımız kısır bir tahmin olacaktır. Kendine -neredeyse- ölümsüzlüğü hedef almış bir tıp, ışık hızında bilgi işlemeyi tasarlayan bir teknoloji ile çocuklarını olmasa bile torunlarını Mars’a taşımaya hazırlanan insanoğlunun sınırı nedir ya da daha önemlisi var mıdır? Gelecek hakkında yorum yapmak için sahip olmamız gereken en önemli bilgi geçmiştir, bu durumda da kendi geçmişimiz... Esas isimleri tez başlığı gibi olduğundan kısaca Sapiens ve Homo Deus olarak anacağım biri diğerinin devamı niteliğindeki iki kitap son dönemde dikkat çekici bir başarı yakaladı ve açıkçası ben de birer başucu eseri yapılıp tekrar tekrar okunabilecek kitaplar olduklarını düşünüyorum. Aslında bu iki kitabı tek bir eserin iki cildi olarak ele almak daha doğru olacaktır, nitekim yazar Yuval Noah HARARI de geleceğe dair olası senaryoları, geçmişin süzgecinden geçirerek aktarmaya çalışmış ve bu doğrultuda da önce Homo (İnsan) Sapiens (Zeki) türünün kökenini, tarih boyunca yaşadıklarını, başardıklarını ve başaramadıklarını incelemiş; daha sonra da bu türün nasıl kendi dünyasında Homo (İnsan) Deus (Tanrı)’a dönüşmeye başladığını açıklamış ve geleceğe dair olası senaryoları belirlemiş. Yani geleceği resmetmek için önce geçmişi detaylı bir biçimde irdelemiş. Detaylı olarak diyorum çünkü insanoğlunun fiziksel, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olarak incelenmesi ve bu incelemenin 70 bin yıllık bir tarih sürecinde yapılmış olması söz konusu. Bu incelemeye esas olarak üç önemli dönem temel alınmış; yaklaşık 70 bin yıl önce başlayan Bilişsel Devrim, 12 bin yıl önce bunu hızlandıran Tarım Devrimi ve “tarihi sona erdirip bambaşka bir şeyi başlatabilecek” nitelikteki yalnızca 5 bin yıl önce başlayan Bilimsel Devrim. Bilişsel devrim, insanoğlunun dil ve hayal gücünü keşfi ile daha büyük topluluklar oluşturmasını, yönetim ve hiyerarşinin kurallarını belirlemesini ve ilk tüzel kurumların ortaya çıkması yolunda adımların atılmasını sağlamış ve böylece tek bir amaç uğruna birleşilerek kader ve duygu birliği yapıldığında elde edilecek başarıların yolu açılmıştır. Bu sayede o güne kadar aslan, ağaç, nehir gibi somut kavramlar üzerinden günlük yaşantısını sürdüren insanoğlu, millet, tanrı, yalan veya dedikodu gibi soyut kavramlarla tanışmıştır. Tarım devrimi, insanların yerleşik düzene geçmesini, özel mülkiyet kavramının doğmasını, günlük planların yerini geleceğe dönük planların -veya endişelerin- almasını ve sonuç olarak artan nüfusla beraber, büyük şehirler ile imparatorlukların kurulmasını sağlamıştır. Bilimsel devrim ise, insanoğlunun dünya hakkındaki cehaletini kabul ederek, bilmediği soruların cevaplarını kutsal metinler yerine bilimsel gerçeklerde aramaya başlaması ile kükreyen bir sele dönüşmüştür. Yeni kıtaların keşfi, tıptaki ilerlemeler, tarih hakkında yapılan araştırmalar ve daha nicesini Bilimsel Devrim’e borçluyuz. Bilimsel Devrim ile beraber insanlar, yeni bilgiler edindikçe ortaya çıkan ilerlemeden büyülendi ve ilerleme için daha fazla kaynak ayırmaya başladı. Bugün bile her anımızda hissettiğimiz, sonu gelmez bir bilgi birikimi oluşturarak bunun herkese her şekilde yayılmasına ve bilginin bizi tahmin bile edemediğimiz noktalara taşımasına şahit oluyoruz. Her 50 yılda bir “insanlık artık teknolojik olarak gelebileceği son noktadadır” diyen birilerinin 5-10 yıla kalmadan pişman olduğu bir süreçteyiz ve dahası bu ivmenin tarihteki en yüksek olduğu dönemi görme ayrıcalığını yaşıyoruz. Peki bir sonraki adım ne? Bu ivme bizi nereye götürüyor? Bu soruların yanıtları için birkaç sayfalık bu yazıyı bitirdikten sonra Sapiens ve Homo Deus’dan birkaç yüz sayfa daha okumanız gerekecek... Evrenin 13,5 milyar, Dünya’daki yaşamın ise 3,8 milyar yıl olduğunu göz önüne alınca insanoğlu henüz 70 bin yıllık bir çocuk diyebiliriz, adeta okyanusta bir damla! Ama 70 bin yıla öyle çok şey sığdırmışız ki... İnsanoğlunun tarih karnesinin çok parlak olduğunu görüyoruz ama aynı zamanda da başarısızlıklar, acılar, felaketler ve alınmayan derslerle dolu. Parlak çünkü; artık insanlar ırk ve rengin ötesinde sadece insan, eşit ve adil olmanın değerinin farkında, hastalık ve ölüm oranları her geçen gün azalıyor, savaşlar tüm dünyayı topyekün etkisi altına almaktansa bölgesel kalıyor, ortalama insan ömrü ve kalitesi artıyor. Bunlar çok polyanavari gelebilir kulağa ama çok değil birkaç yüzyıl önceki yaygın olan anlayışa, köleliğe, sömürgeciliğe ve teknolojiye oranla Afrika’da bugün doğan bir çocuğun hayatta kalma ve özgür olma ihtimali çok daha yüksek. Fakat madalyonun diğer yüzü de bir o kadar karanlık; çünkü tüm eşitlik, adalet ve insani değerlere verdiğimiz kıymete rağmen sömürgecilik ve kölelik sadece şekil değiştirdi, dünyadaki en zengin 62 kişinin mal varlığı en yoksul 3,6 milyarınkine eşit, hala savaşlarda hayatlar kaybediliyor, insanlık mutluluğu gelişimde arıyor ama o mutluluğa asla ulaşılamıyor... Bugün bile birçok dar gelirli, avcı-toplayıcı atalarından çok daha uzun süre çalışıyor, işleri fiziksel olarak çok daha zor, zihinsel olarak çok daha az tatmin edici, beslenmeleri tek yönlü ve hijyenik koşulları daha kötü durumda. Yazar, sizi çıkardığı serüven boyunca hem insanlığın kökeni hakkındaki tüm teorilere, hem de bunların birbirini çürütme adına sunduğu tezlere tarafsız şekilde değiniyor. O kadar tarafsız ki; dinleri bile, insanları sosyolojik olarak gruplandırmaya yarayan bir sistem olarak ele alıyor. Bu inceleme ile insanların tarih öncesi devirlerden itibaren küçük kabilelerden başlayarak büyük topluluklar haline gelmesi ve bu toplulukların da günümüzde küresel tek bir topluma doğru evrimleşmesi sonucuna ulaşıyor. Bu bağlamda insanları uzun yıllar boyunca yönetmeye yarayan din, hümanizm, liberalizm, komünizm ve kapitalizm gibi düşünce akımlarını ve bu akımların hem bireyler hem de toplumlar üzerindeki psikolojik etkilerini detaylı biçimde açıklıyor. Bu akımlar öylesine etkili ki; her biri kutsal olan yegane hayatlarımız, hümanist bir düşünce sistemi içinde olduğumuz son üç yüzyıldır böylesine kıymetli. “Kalbinden geçeni yap” öğütleri bir kaç yüzyıl gibi kısa bir süredir popüler iken, firavunlar Mısır’ı üç bin yıl, Papalık ise Avrupa’yı bin yıl yönetmiştir. Altını çizerek belirtmek isterim ki bu kitap bir tarih kitabı değil, daha doğrusu tarih kitabı yavaşlığında akan -ya da akmayan- bir eser değil; tam aksine roman akıcılığında, muazzam seviyede sürükleyici bir öykü, dahası bizim öykümüz. Belki de hakkında hiç kafa yormadığımız, felsefi süslemelerle zenginleştirilmiş, bizi bize en basit şekliyle anlatan hikayemize sahip bu kitap. Bence kitabın anlatımındaki en önemli nokta, yazarın sürekli günümüzden örnekler vererek anlatımı basitleştirmiş olması. Bu husus, hem tarih anlatımı hem de edebi olarak kitabın en büyük başarısı ve benzelerinden farkı olmuş. Algı olarak sürekli “içinde bulunduğumuz yüzyıl”ın şartlarında düşünmeye programlanmış durumdayız. Hatta ne yazık ki bu algı penceresi, artık lafın gelişi yüzyıl olsa bile pratikte on yıllara kadar geldi. Doğum tarihleri arasında sadece on yıl olan kuşakların arasında uçurum var artık, teknolojinin ilerleyiş yerine sık sık sıçrayış yapması ebeveynleri zaten çoktan koparmıştı fakat artık kardeşleri bile zorluyor. Tarih anlatımındaki zor olan nokta da bu işte, tıpkı 10 yaşındaki bir çocuğa cep telefonu ya da televizyon olmayan bir dönemi anlatmak gibi. Olayın ne kadar vurucu olduğunu canlandırmakta zorluk çekenler için yakın zamanda izlediğim bir testi tavsiye edebilirim: Yaşamlarının kendilerine göre büyük bölümünde, hatta belki de kendilerini bildiklerinden beri bilgisayar, tablet ve cep telefonu ile büyümüş 6-7 yaş aralığındaki çocuklara ev tipi, ahizeli, görünce çok da şaşırmadığımız sıradan telefonlar veriliyor ve çocuklara bu cihazın telefon olduğu söyleniyor, çünkü başta önlerinde duran bu cihazın ne olduğuna da anlam veremiyorlar. Çocuklar cihazın telefon olduğunu öğrenince bir kahkaha atıyor ve sonrasında kendilerini gülmekten alamayarak çok naif sorular soruyorlar: “Neden bu kadar büyük bir telefon yapmışlar?” “Neden aradaki bu kabloya ihtiyaç var ki?” Mesela insanların hiç ortak bir zaman algısına ihtiyaç duymadığı bir dönemi canlandırabiliyor musunuz kafanızda? Oysa İngiltere’de 1847 yılında, kasabalar arasındaki tren seferleri için tarife hazırlama ihtiyacı doğana kadar herkesin saati kendi köyü için geçerli imiş. Her anımızı dakikalara hatta bazen saniyelere dayalı yaşayan bizlerin böyle bir dünyada bir işin kaç dakika süreceği ya da kaç dakika sonra başlayacağı veya biteceği bilgisine sahip olmaması, dahası bu bilgiye ihtiyaç duyulmamasını algılamamız ne kadar da zor. 1800’lerin başında tüm dünyada bir yılda yapılan deniz taşımacılığının, bugün yalnızca birkaç gemi ile yapılabileceği bilgisi dönemsel karşılaştırmalar açısından ne kadar ilgi çekici ve açıklayıcı mesela... Hiç tecrübe edilmemiş, üzerinde hiç düşünülmemiş bir durumu algılamakta güçlük çekmemiz gayet normal, daha da zor olansa bu durumun en basit şekilde, günümüzden örnekler ve bağlamlar ile açıklanması. Yazarın tarih bilgisi, dünya görüşü ya da gelecek hakkındaki senaryolarının hepsi tartışmaya açıktır bence; ama tarih anlatımı tartışmasız şekilde mükemmel. O yüzden sıkıcı bir insanlık tarihi okuyacağınız önyargınızdan bir an önce kurtulun, çünkü sizi insanoğlunun doğa, yaratılış, dünya ve kendi ile giriştiği amansız mücadeleyi anlatan macera dolu satırlar bekliyor. Kendimizin bile zaman zaman anlam veremediği halde yaptığı davranışlar, düşünceler, insan ve toplum psikolojisi üzerine, her döneme her akıma dokunacak kadar detaylı ama anlatımı da bir o kadar basit ve akıcı olan birer eser olmuş Sapiens ve Homo Deus. Sıkmadan, yormadan düşüncelere sevk ediyor insanı; felsefeyi önce tarihin tozlu sayfaları ile harmanlayıp, size engin bir bilgi dünyasının kapılarını aralıyor, sonra da geleceğe duyulan umut ve kaygılarla dolu satırlarla ardına kadar açıyor kapıları. Yazar HARARI’nin kendi kelimeleriyle özetlemek gerekirse: “70 bin yıl önce, homo sapiens hâlâ Afrika'nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı. İlerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi. Bugün ise bir tanrı haline gelmenin, sadece ebedi gençliğin değil, yaratmak ve yok etmek gibi ilahi becerileri de ele geçirmenin arifesinde. Maalesef dünyadaki Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi. Dahası, insanların yapabildikleri olağanüstü şeylere rağmen hedeflerimiz konusunda emin değiliz ve her zamanki kadar memnuniyetsiziz. Kano ve kadırgalardan buharlı gemilere ve uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. Her zamankinden daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı bilmiyoruz. Daha da kötüsü, insanlar her zamankinden daha sorumsuz gibiler. Uymamız gereken yegane yasalar fizik yasaları ve kendi kendini yaratmış küçük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyoruz. Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz. Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?”
Sapiens
Sapiens
Homo Deus
Homo Deus
Yuval Noah Harari
Yuval Noah Harari
Sapiens
SapiensYuval Noah Harari · Vintage · 201536,4bin okunma
·
259 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.