Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Harf devrimiyle ilgili bilinmeyen şeyler
Türkiye'de de 1 Kasım 1928'de Harf Devrimi, 1932'de de Dil Devrimi başlamıştı. Bunun ağır sonuçları yıllar sonra ortaya çıkacaktı. Sanıldığı gibi Atatürk Harf Devrimi ve diğer devrim ve inkılâpları yapma kararını savaştan sonra almamıştır. Bu çok önceden beri amaçları arasındaydı. Daha 1907 yılında Mustafa Kemal, harf devrimi de dâhil yapacağı tüm devrimleri düşünüyordu. Mustafa Kemal, Bulgar Türkolog Mavlov'a: "Bir gün gelecek ben hayal sandığınız bütün devrimleri yapacağım. Mensup olduğum ulus bana inanacaktır. Düşlediklerim hiçbir demogoji ürünü değildir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, halifelik kaldırılarak laiklik yerleştirilmelidir. Doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak Batı uygarlığına aktarmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki farkları silerek yeni bir toplumsal düzen kurmalıyız. Batı uygarlığına girmemize engel olan yasağı, Arap alfabesini atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli ve kılık kıyafetimize kadar her şeyimizde batılılara uymalıyız. Buna inanınız ki bütün bunların hepsi bir gün olacaktır. Ve bir gün bunların hepsini ben yerleştireceğim" demişti. Atatürk'ün devrimleri önceden tasarladığının bir kaniti da şudur: Erzurum'da kongreye hazırlık günleriydi. Mustafa Kemal Paşa kaldığı evindeyken bir gece sırdaşı denilenlerden Mazhar Müfit (Kansu) Erzurum'a geldi. Mustafa Kemal, savaş kazanıldıktan sonra ülkenin yönetiminde uygulayacağı plan ile ilgili olarak Mazhar Müfit'e bir boş defter uzatıp "Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin." diyerek şunları yazmasını istedi: "Zaferden sonra şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz sebebiyle söylemiştim. Bu Bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. (Padişah ve hanedan üyeleri tasfiye edilecek) Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Beş: Latin harfleri kabul edilecek. Bunları yazdıran Mustafa Kemal Paşa'ya Kansu, "Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var." şeklinde tepki gösterince Paşa: "Bunu zaman tayin eder... Sen yaz" demiş. Kurtuluştan sonra Devrimler başlayınca Paşa, Kansu'yu Çankaya köşküne çağırıp tatbikatla ilgili olarak sormuş, "Şimdi kaçıncı maddedeyiz? Defterine bak!" demiş.47 Stay Atatürk'e gazeteciler "Halifeliğin kaldırılmasını ve Latin harflerin kabulünü" sorunca Atatürk: "Ben size bu meseleleri son senelerde düşündüm desem inanmayınız. Ben ta çocukluğumdan beri bu davaları düşünmüş bir adamım!" demiştir.48 Bunlardan anladığımız gibi Atatürk bu devrimleri yapmayı çok önceden tasarlamıştı. Bu planları gerçekleştireceği günü bekliyordu. Tek adam olunca bunları tek tek aşamalı olarak yaptı da. Hatta ilerleyen yıllarda ezanı Türkçe okutacaktı. Falih Rıfkı Atay'ın söylediğine göre namaz bile Türkçe kıldırılacaktı. Hatta bunun için zamanın Diyanet İşleri Reisliği Mehmet Akif'i ikna ederek ondan bir Kur'an meali hazırlamasını isteyecekler, bin bir emek vererek meali hazırlayan Akif onu Diyanet İşlerine teslim etmeyecekti. Ömrünün son yılarında Mısır dönüşü bunun sebebini dostuna şöyle açıkladı: "Meal güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Fakat onu verirsem namazda okutmaya kalkarlar. Ben o vakit Allah'ın huzuruna çıkamam ve peygamberin yüzüne bakamam."49 Anlaşılan devrimler birçok şeyi devirmeyi amaçlıyordu. "Deviren, devrilen ve devrilme işlemini" hepimiz bilmeliydik ki esir edicileri tanıyabilelim. Nesillerimizi uyandırabilelim, onları "esir edicilerin" elinden kurtaralım can dostum. Falih Rıfkı Atay, sonradan "ÇANKAYA" isimli kitabında şunları anlatıyor: "Nihayet Atatürk 1928 yılı Haziranında Ankara'da bir komisyon kurulmasını Maarif vekili rahmetli Necati'den istedi. Bu komisyon azaları Maarif vekili müsteşarı Mehmet Emin Erişirgil, Talim ve Terbiye Dairesi reisi İhsan Sungu, Ruşen Eşref Ünaydın, Profesör Ragip Hulusi, Ahmet Cevat Emre ve İbrahim Grandi idi. Ben memleket dışında bir yolculukta idim. Döner dönmez Dolmabahçe Sarayında ziyaretine gittiğim Atatürk: 'Hemen Ankara'ya git, komisyona katıl ve bu işi çabuk bitiriniz.' dedi. Komisyonda ilk görülecek iş, yazı değiştirmek doğru mudur değil midir tartışmasına nihayet verip yeni alfabe harflerini seçmeye başlamaktı."50 En sonunda 1 Kasım 1928'de kanunla yeni Türk harfleri kabul edildi. Latin harfleri bir anda "Türk harfleri" oluvermişti. Harf devrimi yıkımın en büyük aşamasıydı. Bu tarihten sonra zihinlere istenilen formatı atmak daha da kolaylaşacaktı. Cemil Meriç'in bir yerde dediği gibi 3 Kasım 1928'den itibaren kütüphaneler birer tuğla yığınına dönecek, 900 yıllık birikimin üzerinden asfalt geçirilecekti. Bir gün önce âlim olanlar ertesi gün ilkokula başlayan birer öğrenci haline gelecekti. Atatürk'ün yakın adamı Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında şunları aktarıyor: "Atatürk halkı yeni yazıya alıştırmak için meşhur seyahatine çıktı. Gezici alfabe hocalığı yapıyordu. Biz İstanbul gazetelerinde her gün yeni yazı örnekleri neşrediyorduk. Açıkça muhalefet yoksa da muhafazakâr ilim ve edebiyat çevreleri bu kadar kökten bir değişikliğin aleyhindeydiler. Doğrusu Atatürk ve İnönü herkese örnek olmak istediler. Yeni yazı kabul edildikten sonra ikisi de bir daha Arap yazısı kullanmadılar. İnönü adetlerinden vazgeçip geçmediklerini öğrenmek için arkadaşlarının not defterlerini bile yoklardı."51 Mustafa Kemal, Harf İnkılabı için bir gezi de Bursa'ya yapmıştı. Bursa'da harflerin kabulünde şapka kanunundaki gibi isyan çıkaranlara karşı "aslan pençesi" olacağını söyledi. Mustafa Kemal: "Eğer bu millet bu hususta herhangi bir güçlüğe rastlarsa, ben ve arkadaşlarım hiç tereddütsüz birer aslan pençesi olur, bu milletin kuvvetli ayakları altında onları ezen naçiz bir millet fedaisi oluruz." diyerek Latin harflerinin kabulünde güçlük çıkartan her kim olursa ezeceklerini dile getiriyordu. Peki, bu harf devriminin amacı tam olarak neydi? İnönü yıllar sonra hatıratında şöyle itiraf ediyordu: "Harf inkılâbı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Harf inkılâbının bizdeki tesiri ve büyük faydası kültür değişimini kolaylaştırmasıdır." Kültür değişiminden neyi kastettiğini gayet iyi anlıyoruz. Andrew Mango diyor ki: "Dil ile alfabe birbirinden ayrılmazdı. Türkçe konuşan Karamanlı Rumlar, Yunan harfleriyle yazarlar. Ermeni ve Museviler kendi harflerini kullanırlardı. Latin harflerinin kabulüyle birlikte Türkler, Hristiyan batılılarla aynı safa konulmuş oldu." Hatta Harf Devrimi Komisyonunda çalışanlardan biri olan, alfabe değişiminin mimarlarından Ahmet Cevat Emre “Arap yazısıyla Batı kültürünü benimsemek imkânsızdı." diye yazmıştır. Demek ki gerçek amaç Batı medeniyetine geçmekti. Osmanlı'yı, İslâm'ı ve Kur'an'ı temsil eden bu yazıyla bu amaçlarına ulaşamayacaklardı.53 Ahmet Cevat Emre, tam bir komünistti. Araştırmacı yazar Mete Tunçay yazı devriminin sebebini şöyle açıklar: "Türkiye Cumhuriyeti'nin yazıda Arap alfabesini bırakıp Latin alfabesini benimseme kararı yeni harflerin Türkçeye uygunluğu ve öğrenme kolaylığı nedeniyle okuryazar oranın hızla artırılacağı umuduna dayandırılmış olmakla birlikte, bu düzeltimin asıl amacının Osmanlı, İslâm geleneklerinden kurtulmak ve dolayısıyla çağdaşlaşmayı çabuklaştırmak olduğu açıktır." der.54 Dil devrimi bir millîleşme hareketi olmamıştır. Batılılaşmaya yönelik bir harekettir. Dil devrimi konusunda millilikle ilgili sloganların kullanılması geniş kesimin desteğini sağlama çabası olarak belirtilmelidir. Yani Batıcı aydınlar bu konuda samimi davranmamışlardır.55 Yapılan devrim ve inkılabların çoğu millî değerlerimize ve inancımıza uymamasına rağmen millî devrim olarak açıklanıyordu. Millî kavramı tam bir uyutma aracına dönüşmüştü. Eğitim sistemimiz millî değerlerimizden ve inancımızdan çok uzaktı ama adına “Millî Eğitim" denilecekti. Hâlbuki hiç de millî değildi. Millî demek yerli demektir. İnançlarımıza, değerlerimize uygun demektir. "Milli Eğitim Bakanlığımız" hiç de millîce kararlar almayacaktı eğitim için. "Millî Piyango" adıyla kumar, süslü hale getirilecekti. Hâlbuki Millî kumardı. Fakat kumar millî olamazdı. Atatürk'ün muhaliflerinden son Osmanlı Şeyhülislâm'ı Mustafa Sabri Efendi'nin yazdıkları şöyledir: “Onların Arapça düşmanlıklarının gerçek sebebi, İslâm düşmanlığından ve Türk halkının zaman içinde, dillerini Arapçayla kaynaştırmalarından ve Arapça sevgisini din sevgisinin bir gereği olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır.56 Şer'iyye ve Evkaf Bakanlığı lağvedilmeden önce Fetva Emini olarak görevi yapmış doğunun büyük âlimi Seyyid Taha Efendi: "İslâm harflerinin yasaklanmasına tahammül edemem Ya Rab! O günleri görmektense benim canımı al daha iyi." diyerek dua edip harf devriminin kanunlaştığı gecenin sabahında ruhunu teslim eden bir âlimdir.57 Bunlar da yaşanmıştı Harf devriminin amacı olarak okuma yazma kolaylığını artırmak olarak göstermişti devrimciler. Latin harfleri kabul edilince okuma artacak daha kolay olacaktı onlara göre. Ve ülke olarak daha çabuk gelişip kalkınacaktık. Hâlbuki Japonlar hâlâ dünyanın en sıkı ve en zor eğitim sistemlerinden birine sahip olduklarından gurur duyarlar. Alfabelerini de değiştirmeden kalkınabilmişlerdir. Japonların Latin alfabesine göre öğretilmes olan alfabeleriyle, Latin alfabesi kullanan birçok Avrupa ülkesinden daha fazla sanayileşmiş olmaları bunun kanıtıdır. Müslümanlar, vaktiyle Arap alfabesiyle dünyanın en görkemli medeniyetlerinden birini inşa ederken, aynı dönemde Latin alfabesini kullanan Avrupa karanlık çağda yaşıyordu. 1927'de Filistin'de Latin harfi savunucularından olan Ben Avi adlı bir Yahudi, dindar Yahudilerce topa tutulmuş ve alfabe ilhamını Türklerden aldığı iddia edilmişti. Bunu söyleyenlere karşı Ben Avi kendini şöyle savunmuştu: "Bu fikri ben Atatürk'ten almadim, aksine onun ilham kaynağı benim. 1911'de Kudüs'e geldiğinde Mustafa Kemal'e Kominitz Hotel'de Osmanlı'nın geleceğinin Latin harflerinde yattığını anlatmıştım, o da ikna olmuştu. Hatta Latin harflerinin şerefine diye beraber kadeh kaldırmıştık!" Tarih bize bunları da aktarmıştı...
·
193 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.