Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Avrupa'da Köleciliğin Felsefi Temelleri Avrupa tarihinde köleciliğin oldukça sağlam felsefi temellere sahip olmasının örnekleri çok fazladır. Modernitenin inşa olduğu zamanların hemen hemen tüm ünlü filozofları köleciliği bir şekilde onaylamışlardır. Örneğin Hegel (1770-1831) siyah derili insanların medeniyeti öğrenebilmeleri için köleliğin gerekli bir süreç olduğunu savunmuştur?. Hegel, bu düşüncelerinde yalnız değildir. Avrupa'ya yön vermiş diğer düşünürler de köleliğe ve siyahilerin az gelişmiş olmalarına ilişkin birçok görüşler dile getirmişlerdir. Örneğin David Hume (1711-1776) konuyla ilgili olarak şunları söyler: Siyahların beyazlardan daha aşağı olduğunu düşünmeye meyilliyim. Hiç gelişmiş bir medeniyet kurmamışlar. Aralarında eylem ve düşünce olarak öne çıkan biri de yok. Hüner gerektiren bir araçları gereçleri yok. Sanat yok, bilim yok. Buna mukabil en barbar ve kaba saba beyazlarda bile (mesela eski Germen kavimleri veya günümüzün Tatarları) bir tür mertlik, bir yönetim organizasyonu ya da başka şeyler görmek mümkün. Doğa tarafından belirlenmiş bir fark bulunmasaydı, farklı coğrafyalarda ve bu kadar farklı zaman dilimlerinde devamlı aynı manzara karşımıza çıkmazdı. Kant (1724-1804) ", beyaz ırkı insanlığın ulaştığı zirve olarak tanımlamıştır. Montesguieu (1689-1755) kölelik fikrini felsefi olarak lanetlemiş ama zencilerin sağduyu yoksunu olduğunu, Afrika'da yaşananların bazı zayıf ruhlar tarafından abartıldığını savunmuştur. Köleliğe karşı çıkanların ilham aldığı ünlü özgürlük düşünürü John Locke (1632-1704), köle ticaretine bizzat iştirak etmiştir. Locke, vahşilerin, zeka özürlülerin ve kadınların ortak noktası, kavrayışlarının kıt olmasıdır! tespitinde bulunmuştur. Locke bu yüzden vahşilerin, zekâ özürlülerin ve kadınların kanun nezdinde daha az sorumluluk taşıdıklarını ve daha az hakları bulunduğunu iddia etmiştir. John Stuart Mill de (1806-1873) otuz beş sene boyunca Doğu Hindistan Şirketi için çalışmış ve yazılarında köleliğe destek vermiştir. Hem İngiltere hem de Fransa'da sömürgeciliğin en sert teorisyenlerinden olan Stuart Mil'in 28 Temmuz 1985 tarihinde Millet Meclisi'nde yaptığı konuşma önemlidir: Bizim belli bir sistem üzerine kurulu kolonici yayılma politikamız vardır. Bu koloni siyaseti üçlü bir temele oturur: iktisat, insanlığa hizmet ve siyaseti. Stuart Mill, Özgürlük Üzerine isimli ünlü eserinde köle kelimesini sadece beş kere kullanmıştır; bunlarda daha çok zihinsel kölelik gibi tabirler olarak. Buna karşılık plantasyonlardaki sayıları milyonlara ulaşmış kölelerin özgürlüğünden bir kez bahsetmemiştir. Rousseau (1712-1778), köleliğe karşıdır; ancak kölelik deyince evvela Antik Yunan'dan, Spartalılardan bahseder. Bir de Grönland'dan Danimarka'ya getirilen ada yerlilerinin üzüntüden öldüklerini ifade eder. Fakat Afrika'dan toplanıp plantasyonlara götürülenleri hiç anmaz, oradaki kölelikten hiç bahsetmez. Karl Marx'ın (1818-1883) fikirleri ve hayatı, XIX. yüzyıldan XXI. yüzyıla yayılan uzun bir dönemde bir hayli etkili ol muş; pek çok düşünürü, politikacıyı, yazarı, sanatçıyı derinden etkilemiştir. Marx, vahşi kapitalizmin icraatları karşısında bir devrim öngörmüştür. Kapitalizmin kendi mezar kazıcılarını yarattığını, kapitalist sistemin devrilmesinden sonra daha adil, daha eşit bir toplumun ortaya çıkacağını dile getirmiştir. O'na göre devrimi gerçekleştirecek olanlar işçilerdir. Devrimin öznesi işçi sınıfıdır. Peki, ama tarihin başka failleri (ve başka toplumsal çelişkileri) olabileceği düşünülebilir miydi? Örneğin köylüler, Avrupa'daki diğer marjinal gruplar ve elbette sömürgelerdeki köleler... Marx'ın köylüler hakkındaki düşünceleri bir hayli keskindir. O, köylüleri patates çuvalına benzetir! Ona göre köylülerin bir sınıf bilinci oluşturması için gerekli koşullar yoktur. Avrupa'daki diğer marjinal grupları ise yani proleter sınıfa uyum sağlayamayan diğer alt sınıfları lümpen proleterya olarak dışlamıştır, hatta kimi durumlarda bir tehdit olarak görmüştür. Son olarak gerçekten çok ağır şartlarda çalışan, ortak bir mekânda bulunan (bu beraberlik Marx'a göre devrim için önemli bir koşuldur) ve sermayenin ağır şekilde sömürdüğü kölelere herhangi bir rol atfetmez. Daha doğrusu, sömürgeleştirilen ülkelerde yaşananları, sermaye-emek çelişkisi bağlamında ele almaz. Köleleri daha ziyade, ilkel birikimin bir unsuru olarak görmüştür” Celaleddin Vatandaş, Modern Çöküş, s. 18-20
·
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.