Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Toplam 19 öykünün yer aldığı eser, genellikle ruhsal buhranlar geçiren ‘şanssız’ karakterlerin kendini bir meyhanede bulmasıyla başlıyor; viski ve bira servislerinin kendisine yapıldığı bir tipleme ile garson bir kadının arasında geçen diyaloglar büyük bölümünü oluşturuyor eserin. Kumarbaz bir karakterin garsonla tanışma mecrasını okurken zihnime bir Bukowski, bir Teoman portresi oturuverdi ve kitap boyunca da zihnimdeki yerini sürdürdü. Hiçbir yere vardırmayan cümlelerin, Türk dizilerindeki klişeliği fazlasıyla andırdığını söyleyebilirim. İlk hikayede, sanki başka bir bağlaç yokmuşçasına defalarca “ve” bağlacı kullanılmış olması oldukça tuhaf bir durum. Bağlaç kullanmadan cümleyi bağlayamıyorsa bir çevirmen, ne demeli acaba? Orijinal metinde bu kadar fazla ‘ve’nin yazar tarafından kaleme alındığını bekleyemeyiz, Ki öyle olsa bile aynı kelimenin çok sık kullanımı okuru boğar, metinden çabuk kopmayı sağlar. Nereye baksak çevirmenin zaafını görmemiz mümkün. Fransızca ve İspanyolcanın diyaloglarda fazla yer tutması, sürekli dipnot kısmına dikkat çekmemi sağladı ve yine bir soğukluk havası estirdi. Kayda değer bir diyalogdan yoksun metnin direkt Türkçe olarak yer bulmaması karmaşaya karmaşa katan bir durumdan başka bir şey değil. Hizasız harfler, imla hataları ve büyük puntoların belirginliği yüzünden esere nüfuz edilemiyor ne yazık ki. Hem çeviri, hem matbaacılık yönüyle çok zayıf bir işe imza atılmış, Dünyaca tanınan ve büyük bir öykücü olarak kabul edilen Ernest Hemingway gibi bir yazarı tanıtmayla hem de. Son kısımlardaki iki öykü dışında diğer öykülerin içine kendimi zorlasam da girmem mümkün olmadı, öykülerde vurucu yan hep eksikti; iki insanın arasında geçen düz diyalogların nereye götüreceğini beklemeyle öykünün bitmesi aynı anda son buldu. Yaratıcılık döneminin en verimli zamanında Kazanana Ödül Yok’u kaleme alan Hemingway’i okurken Cortazar’ın şu cümlesi hep aklımdaydı. “Roman puanla kazanılır, Öykü nakavtla.” Merak ve heyecan gibi önemli öğelerin eksikliğini yaratıcı cümle ve aforizma heybelerinin dolduramadığını bir kez daha hatırlamış oldum böylelikle... Söyleyebileceğim iyi bir şey var ise, matematiksel oynamaların varlığını hissetmemem oldu. Sanki süzgeçten geçirilmeden tek seferde kaleme alınmış izlenimi verdi hikayelerin tamamı. Bilinçli veya bilinçsiz bırakılan bu sadeliği seviyorum. Birçok kez ‘yeniden’ kaleme alınıp yazar tarafından ezberlenilen metinler yerine iyi bir kurgu ile donatılıp çok da güçlü olmayan cümleleri daha samimi buluyorum oldum olası. R. Rilke’nin cümleleri ve şiirleri bunun en güzel örneği olabilir. Cümlelerin cımbızla çekilircesine yeniden ele alınmasının mümkün olmadığı, tüm doğallığını kaybedeceğini düşündüğüm yazarlardan biri. Türkiye’de ise C. Zarifoğlu’nu aynı düzleme koyabiliriz. Bir yazarın senarist kimliğine bürünmeden “ezber” metodunu okura hissettirmeyecek bir biçimde ele almış olması, kendi adıma dikkat ettiğim bir husus. Hemingway’ın öyküleri ise tamamen bunun dışındaydı, öyküler beğenimi kazanmasa da bu yönüyle beğendiğimi söyleyebilirim.
Ernest Hemingway
Ernest Hemingway
yolculuğuna, etkinlik vesilesiyle
Silahlara Veda
Silahlara Veda
'yla devam edip,
Afrika'nın Yeşil Tepeleri
Afrika'nın Yeşil Tepeleri
ile sürdürmeyi planlıyorum...
Kazanana Ödül Yok
Kazanana Ödül YokErnest Hemingway · Bilgi Yayınevi · 2016367 okunma
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.