Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Türk Edebiyatında ilk kadın romancı olan Fatma Aliye, “hasta adam” olarak nitelendirilen Devlet-i Aliye’nin büyük münevveri Ahmet Cevdet Paşa’nın zihin dünyasında açtı gözlerini. Bir kadının, ismiyle yayın alanında faaliyet göstermesi olağandışı bir durumdu ve kadın yazarların kaleminden çıkan eserler “gölge” olmaktan öteye gidemiyordu. Fatma Aliye
Muhadarat (Fazıla)
Muhadarat (Fazıla)
adlı romanıyla bu tabuyu kırarken, kadınların edebiyatla, felsefeyle, bilimle, tarihle buluşmasının önünü aralamıştı. Zamanında hayal bile edilemeyenlere fener tutmuş olan bu öncü Türk kadını hakkında “kimdir” diye sorulacak olsa çoğunluğumuz “50 Liranın arka yüzündeki kadın” diye cevaplardık. Simone de Beauveoir, V. Woolf, U. Le Guin gibi isimleri, piyasanın da etkisiyle sürekli karşımızda bulurken, kendi ülkemizden çıkan değerleri tanımıyor (okuyamıyor-anlayamıyor) oluşumuz, kültürel hafızamıza inen darbenin birer sonuçları… Alzheimer’ı andıran kültürel hafıza, geçmişe bakıldığında kendini daha net göstermekte… Fransızca, Arapça ve İngilizce’ye çevrilen Nisvan-ı İslam, Müslüman Osmanlı kadını ve onunla ilişkilendirilen hususlara yelpaze açmakla birlikte, Gelenekçi-Modernist perspektifiyle Batı’yı sekülerleşmeden de tanıyabilmemize imkan sunuyor. Anı türünde bir eser olan
Nisvan-ı İslam
Nisvan-ı İslam
, Batılı bir kadının tahayyülüne gelmeyecek sual ve cevaplarıyla, salt “anı” türüne girmeyen ve yazarı tarafından çeşitli eklemeler yapılan bir eser. İyi bir eğitim alan, çeviriler yapan, romanlar yazan, felsefeyle ilgilenen, döneme ve zamana aykırı “öncü” bir kadın olarak hafızalarda yerini alan Fatma Aliye, içinde bulunduğu zamanın ahvalini, kadınların toplum ve İslam nezdindeki konumlarını çok iyi çözümlemiş ve kadınlar için bir hareket noktası olmuştu. Kadınların toplumda ezilen, dışarı çıkamayan, daima eşinin kontrolünde olduğu önyargısına karşı Batılıları ve içimizdeki Batılıları yeren satırlar yüz küsür sene önce onun kaleminden çıkmıştı. Bugün birçok kesimin adını bile duymaya tahammül edemediği Devlet-i Aliyye bağnaz, gerici, yobaz, barbar gibi kelimelerle tanımlanmakta. İdeolojik yaftaların sabit olduğu yerde gerçeğin içindeki sınırlar gözetilmediğinden, doğru ve yanlış, somut ve soyut gibi kavramlar da asla sorgulanmayacaktı ve asıl yıkıcı olan bu sabitliğin geniş kitleler tarafından alkışa tutulmasıydı! “Fatma Aliye, bir yandan muhafazakârlığın, özellikle de feminizmin İslami türevlerinin mümkün olup olmadığı sorusunun peşinden giden yazarların ve okurların ilgisini çekerken, diğer yandan feminizmi sorgulamaktadır. 19. yüzyılda kadınların kamusal hayata katılımı, evliliğin sorgulanması gibi konularla meşgul olan Fatma Aliye, kendisi için feminist tanımlaması yapmasa da seçkinci, kısmen ırkçı ve Batı-merkezci feminizmiyle mücadele ederek aslında feminist mücadelenin içinde yer almıştır.”1 19. Yüzyılda başlayan yenileşme hareketleri Osmanlı Payitahtı başta olmak üzere kamusal ve sivil hayatta etkisini göstermişti. Tanzimat Fermanıyla giydirilmeye başlanılan deli gömleği, sarıkların atılması veyahut alafrangaların çoğalması meselesi değildi sadece. Avrupai yaşam tarzına mercekle bakmak, yenilikleri takip etmek ve mevcudiyet gereği onlara yetişmek gerekiyordu. Gelenekçi ve dinine bağlı bir toplum kendisine sunulanlar karşısında değerlerini nasıl muhafaza edecekti? İki medeniyetin ortasındaki arayış, ‘Nisvan’ın Batı ve İslam nezdindeki arayışıyla doğrudan ilintiliydi kuşkusuz. Cariyelik kurumu ve çok eşliliğin İslam’daki yeri anlatılıyor kitabın ikinci Muhaveresinde. Sanılanın aksine Osmanlı’da çok eşliliğin yaygın bir durum olmadığını ve halkın %92’sinin tek eşi olduğunu kaynaklar bize gösterir. Ki geriye kalan kısım da Arap coğrafyasına yakın bölgeleri kapsar. Yazarın tasvip etmediği çok eşliliğin İslam’da bir hududu ve zemini olduğunu öğreniyoruz. Bu husus genelde İslam’ı karalamak için -Bir Arabın 4. karısı olmak- meselenin içtihadını anlamadan ortaya atılan, yüzeysel bile diyemeyeceğimiz kuruntulardan ibarettir. Aşırı ataerkil toplumlarda bu durumu kullananlar, insanı deri ve kemikten ibaret gören ‘geri’ toplumlarda bu tür kötü durumlara şahit olabiliriz. Ancak İslam, kişilerin hak ve özgürlüğünden sorumlu olunmasını şart koşar. Çok eşliliğin de bir içtihadı olduğunu bilmemiz gerektiği anlatılıyor burada. Metres hayatı ve evlilik dışı birlikteliklere bakarsak buna bir özgürlük dememek için elimizde bir sebep bulunduramayız. Bu bahsin uzantısı olan köle ve cariyelik ile ilgili kitabın satırlarından daha güçlü bir video iliştirmek isterim. youtu.be/XfYN5x9ItXs Başlık bir propaganda olsa da meselenin gerçeklerine dair net olarak ifade edilen bir konuşmadır. * Cumhuriyet akreditasyonuna tamah etmeyen Fatma Aliye, gelenek ve modernist anlayışı temsil eden bir kişilikti. Hayatının bir döneminden sonra yazmadı. Ahmet Cevdet Paşa ve Ahmet Mithat Efendi gibi zamane bilgelerinin etrafında yetişip önemli eserlere imza atmış olan ve bugün sadece 50 Lira sayesinde adını bildiğimiz F. Aliye, devrimden sonra içine kapanmış, Milli mücadele sahasında bir Halide Edip olmayı tercih etmemiş; Devlet-i Aliyye’nin lağvedilişinin bizzat tanığı olmuş, muhafazakar şahsiyeti ve bir Osmanlı Paşasının kızı olması hasebiyle geçiş dönemine sessiz kalmayı tercih etmişti. * Gerek anlatı dili, gerek Osmanlı’nın zengin ikliminden beslenen cümlelerin ahengi, satırların ağırlığını daha katlanılası kılıyor. Kadının toplum içindeki konumunu sorgulayan bir eser olarak değerlendirilen Nisvan-ı İslam, hacmi küçük olsa da, makalelerdeki sabit temaların aksine, yalnızca üç bölümde birçok alana temas eder. Adat-ı İslamiyye ve Usul-ü İslam görüşü kitaba tamamen hakimdir. Taklit edilen kompozit kıyafetler İstanbul’u ziyaret eden Madamın ilgisini çeker. Bir Türk usulü salon görmek isteyen Madam, Avrupai tarzda döşenmiş bir salon gördüğünde şaşkınlığı artar. Onun yaşadığı şaşkınlık, ziyaretinde bulunduğu saray ve geniş halk kitlelerinin şaşkınlığıdır aynı zamanda. Avrupa’daki gelişmeleri takip edebilmek adına Paris’e tahsile gönderilen öğrencilerin hedeflerinden saparak eğlenceye ve gece hayatına düşmeleri, en tahsilli görülen grupların ülkeye ilim yerine kötü taklitçilikle dönmelerini sağlamıştı. Bugün Azerbaycan, Arap yarımadası, İran, BAE gibi nüfus piramidi üçgen şeklini alan ülkelerde özenilen kadın imajı oldukça vasat ve bilindiktir. Vücudunun uzuvlarını büyüten, botoks dudak ve sarı saç tipini tercih eden, bunun için onlarca ameliyatı göze alan zavallı kadın tipidir. İslam coğrafyasının suret taklitçiliği ona ilmi bir fayda vermedi ve giderek daha da sekülerleşen bir yapıya dönüştürdü. Bu küçük örnekle bile Müslümanın ayırt edilemezliğini görmek zor değildir. Ataerkil toplumlar üçgen piramit şeklini alır. Üretim, sanayi ve ekonomik olarak yerinde sayan ülkelerde bu oran daha da fazladır. Bugün Doğu’da bir kadının baba evine dönmesi zordur mesela. Evlilik yaşı baskısı, çocuk baskısı, ayrılık kınamaları gibi her aşamada ağızlara pelesenk edilen evlilik, modern şehirlerdeki kalıntılara nazaran yaşanılması daha güçtür bu bölgelerde. Ancak kutbun diğer tarafındaki vahamete yeterince bakabildik mi? Hayatı ve geçinmeyi fazlasıyla yıpratan ihtiyaçlar hiyerarşisinin sıçramadığı bir alan yok gibi günümüzde… Ve bu da eldekiyle yetinmeyi asla tecrübe etmeyecek bir nesle hızla zemin hazırlamakta. Yeterince “görmeyen” insanın sürekli karşısına çıkarılan pürüzsüz modellerin o zihni nasıl bir şaşkınlığa sürükleyeceğini, ülkemizde de benzer durumları olduğundan tahmin etmemiz zor olmaz. Türk dizilerini izleyen Ortadoğulu bir kadın kocasını yeterli bulmayabiliyor mesela. Süpermen ekolü zihne öylesine kodlanmıştır ki, ego patlamasıyla ulaşılmaz biri olup çıkmıştır artık bu profil... Sosyal medyadaki beğeni sayın, cebindeki paranın kaç haneli olduğu, verdiğin pozların kalitesi, gittiğin mekanlar, çevrenin genişliği, lüks otomobilin ve bulunduğun konumun “sevgide yeri yoktur” diye düşünüyorsan, zamanını bir daha okumayı dene. Çünkü onlarla, fazlasıyla kuşatıldık. Geleneksel toplumlardaki aile kavramı, modernleşmenin süreciyle yerini bireyciliğe devretti. Bugün en modern şehirlerimizdeki boşanma oranı %25’lerdeyken Doğu’da ise yok denecek kadar az. Erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısı kadar olmasa da, bu durumun tersine evrildiği zamanların olmadığı da inkar edilemez. Özellikle kadın hakları adı altında yapılan her türlü rezaletin mukaddesata, dine ve aileye verdiği zararlar azımsanamayacak kadar çoktur. Küfürlü afişler gösteren, cinsel objeleri kullanmaktan zevk alan ve tüm benzer rezaletleri kadının gücü ve özgürlüğü adına yapan birtakım şarlatan grupların temsil ettiği ortalama tip tam olarak şöyledir: twitter.com/semihkahramannn/status/1078220718083584000 Ne demişti Akif? "Ne ibretliktir kızarmak bilmeyen çehren, Bırak kardeşim tahsili; git önce edep haya öğren." Bu ve benzeri garabetler silsilesi bir uygarlık göstergesi ve bir cesaret örneği olarak görülmüştü ve görülmeye devam ediliyor. Tüm hızıyla. Daha kötüsü hayasızlığın bir fikir özgürlüğü olarak yaftalanması; Kutsal değerler küçük düşürüldüğünde aynı tartışmaları izleyecek olan zihniyetin, çapraz fikirleri kazanç hanesi olarak görmesi, mensubu olduğu dine saldıranları umursamayacak olması ve buna çağdaşlık kılıfı takmaya devam edecek olmasının yüz kızartıcı utançlığının farkında olmamasıdır. Herkese mavi boncuk. Eh, güzel iş doğrusu… Erkeğin gölgesi olmayı reddeden
Emine Semiye
Emine Semiye
Milli Mücadelenin kadın kahramanı, cesaret ve azmin timsali
Halide Edib Adıvar
Halide Edib Adıvar
ayaklı kütüphane, mütefekkir
Samiha Ayverdi
Samiha Ayverdi
ve kadınların toplum hayatındaki gücünün tohumlarını atan https://1000kitap.com/yazar/i314… Ve cennet annelerin ayakları altındadır. turkiyatjournal.com/Makaleler/84108... *1
Nisvan-ı İslam
Nisvan-ı İslamFatma Aliye Hanım · Kesit Yayınları · 201262 okunma
·
191 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.