En sonunda okudum incelemenizi hocam.😅
İlk cümle konusunda tespitinize katılıyorum, yazarın zihni değildir ölü harfleri canlandıran okurun zihnidir. Aynı zamanda yazar sadece bize bir mektup göndermemiştir, sesini, mimiklerini, tebessümlerini, öfkesini, hoşgörüsünü... de göndermiştir. İki suskunluğun karşılaştığı, gözün ve yazının bağlantıyı sağlamaktan başka ağırlığının olmadığı, bu atmosferde dışta bırakılan zaman, mekan ve kişiler önemsizdir... Bu nedenle sade anlatımlar her iki suskunluğu da gereksiz yorgunluktan kurtarır... Sade anlatımın tuttuğu yol da hem dikenlidir, hem de kuyularla doludur. Dikenlidir çünkü örtündüğünüz süslü pelerinlerin onlara takılıp kalması gerekir, kuyularla doludur, çünkü her an komplekslerinizin birisi sizi uzun, karanlık, tekinsiz bir düşüşe zorlayabilir. Resul Hoca'nın ilk eserde bu sadeliği yakalayabilmiş olması, 'aman ne güzel dümdüz yazmış, edebi bir çaba yok' değildir, aksine, büyük bir emek ve gayretten sonra gelen 'artık bir soluklanalım' dır... :)
Mustafa Hocam, incelemeniz işin mutfağında bulunan insanların nasıl farklı okumalar yapabildiğini bana bir kere daha göstermiş oldu. Bu ay Karabatak'da yine bir inceleme yayınlandı, vay gidiii dedim, biz kitabı okuyup geçmişiz :)) Onun kadar başarılı buldum. Vaktinize bereket.