Prototürk olarak nitelenen Chou döneminden bu yana kurt sembolizması Türkler için daima “kurtarıcı” anlamına gelmektedir. Bu bağlamda 1. Dünya Savaşı’nın ardından büyük acılar yaşayan, topraklarını kaybeden, lidersiz kalarak dağılan Türkleri, bir millet kimliğiyle bir araya getiren, Kurtuluş Savaşı’nı başlatan ve 1. Dünya Savaşı’nın galip devletlerini anavatandan atan ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bozkurt” olarak nitelenmesi tarihi akışı içerisinde değerlendirildiğinde son derece normal bir olaydır. Türklerin “Bozkurt” veya “Sarışın Kurt” olarak nitelediği Mustafa Kemal Atatürk’ün bu özelliği yurt dışında da yankı bulmuştur. Harold Courtenay Armstrong, 1932 yılında yayımladığı Bozkurt Mustafa Kemal isimli kitapta Atatürk’ten şu sözlerle bahsetmiştir:
“O, steplerde yaşayan Tatarların bir geri dönüşü, bir anakronizm, ilkel ve vahşi güce sahip biri, dünyaya gelmesi gerektiği çağdan çok geç doğmuş bir liderdir. Tüm Orta Asya’nın göçü sırasında doğmuş olsaydı, bozkurt sancağı altında ve bir bozkurtun yüreği ve içgüdüleriyle Süleyman Şah’ın
yanında at koşturuyor olurdu.”
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurt sevgisi cumhuriyetimizin ilk yıllarında memleketin her yerinde görülmektedir. Bakanlar Kurulunun 111 numaralı kararı sonucunda İstanbul Darülfünûnu
Edebiyat Şubesine bağlı olarak Türkiyat Enstitüsü kurulmuş ve enstitünün başkanlığına da Mehmet Fuat Köprülü atanmıştır. Enstitünün armasıyla ilgili olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Fuat Köprülü’ye şu talimatı vermiştir;
“Fuat Bey! Karlı Tanrı dağlarının önünde, elinde meşale tutan bir bozkurt olsun. Bu meşale genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamızda kılavuz olan bozkurt, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletin kuruluşunu ifade etsin.”
Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı isimli eserinde Atatürk’ü bir kurt olarak şu mısralarla ifade etmektedir;
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : ‘Üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.