İçim daraldığı, canım sıkıldığı için yazıyorum bu satırları. Yazmazsam ruhsal bir bunalım içine girecekmişim gibi geliyor. Doğrusunu istersen, sevgili okuyucu, yazı yazmak beni ziyadesiyle rahat hissettiriyor. Kimseye eyvallahım olmuyor yazarken, kimsenin nazını çekmeme gerek kalmıyor. Yazım, beni bütün dikkatiyle dinliyor. Bir an olsun bana gösterdiği saygı ve değeri yitirmiyor. Onun bu hali, beni çok daha rahatlatıyor. Kelimelerimi esirgemiyor, ruhumla kalemim arasına engeller koymuyorum.
Üzerine gazete kağıtları serilmiş masada, oturduğum sandalyeye iyice yayılırken, yazıyorum bu satırları. Kitap okumaya çalıştım. Olmadı. Bu gürültüde kitap okunur mu? Okunmaz. Okunursa da anlaşılmaz. Anlamadan okumak istiyorum okuyucu, olmaz mı? Hikmeti satır aralarında gizli olan metinleri anlamak önemli değil hem. Ruha iner bazen okuduklarımız, kulağımız aşinalık kazanır. Kucak dolusu insan tanıyorum okuyucum, Tutunamayanları anlamadan okuduğunu fark edip yeniden başlayan. "Fakat her şey için geçerli değil bu. Bazılarının mutlaka anlaşılması gerekiyor." Haklısın okuyucu. Sözgelimi herkes bir manayı çekip çıkaramaz Haşim'in şiirlerinden. Oysa anlaşılmalı onun söyledikleri kuşak farkı kalmaksızın. Daha ileri giderek ekleyeyim: Nâzım Hikmet, üzerindeki iftiralardan sıyrıldığından 21. yüzyılın ilk çeyreğine gelmiştik. Anlaşılmamıştı, kovulmuştu toplumdan. Haklısın okuyucu. Kimileri, anlaşılarak okunmalı.
Tabii, ben bunları yazarken soğuk çöktü iyiden iyiye. Rüzgar bütün soğuğu önce suratıma vuruyor, ardından ciğerlerime doluyor. Faranjit olacağım, sinüzit krizlerim tutacak. Olmam, sıkı giyindim. Fakat ciğerlerim çok zayıf, en ufak rüzgar başımı ağrıtıyor bilmez misin? Bilirim. En iyi ben bilirim aziz dostum.
Bir bira daha mı içsem? Belki keyflidir acıları içkiye boğmak, ne dersin? Sen içme okuyucu. Bana 2 tane bira lütfen.
Biralar gelene kadar ben de gidip işeyeyim. Döndüğümde bambaşka bir hikaye üzerine konuşacağız. Bekle beni okuyucu, bekle. Gitme.