Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Böyle başlıyor bu kitap.
Bir kez ruhunu teslim ettin mi her şey mutlak bir kesinlikle gelişir, kaosun ortasında bile. Başlangıçtan itibaren her şey kaostan ibaretti; beni saran, içinde solungaçlarımla nefes aldığım bir sıvı. Ayın hiç batmaksızın donuk donuk parladığı alt katmanda her şey pürüzsüz ve verimliydi; yukarıdaysa gürültü ve ahenksizlik hâkimdi. Her şeyde hemen karşıtını görüyordum, çelişkiyi; gerçekle gerçek dışının arasında da ironiyi, paradoksu. Kendi kendimin baş düşmanıydım. Yapmak istediğim, ama yapmasam olmaz dediğim hiçbir şey yoktu. Çocukken bile, hiçbir eksiğim olmamasına rağmen ölmek isterdim; Vazgeçmek isterdim. Çünkü çabalamak bana bir şey ifade etmezdi. Talep etmediğim bir yaşamı sürdürmekle hiç bir şeyin kanıtlanmayacağını, doğrulanmayacağını, artmayacağını ya da eksilmeyeceğini hissediyordum. Etrafımdaki herkes ya başarısızdı ya da gülünç. Özellikle de başarılı olanlar. Başarılı olanlar içimi sıkıyorlardı. Aşırı anlayışlıydım, ne var ki duygudaşlık değildi beni bu denli anlayışlı kılan. Bütünüyle olumsuz bir nitelikti bu, insanlık sefaletiyle karşılaştığım anda içimde çiçeklenen bir zaaf. Birine yardım ederken ona bir yararım olacağını asla düşünmez, başka türlü davranmaktan aciz olduğum için yardım ederdim. Gidişatı değiştirmeye çalışmayı beyhude buluyordum; kalben değişmedikçe hiçbir şeyin değişmeyeceği kanısındaydım ve insanların kalplerinde yatanları kim değiştirebilirdi? Arada bir arkadaşlarımdan biri kendini dine verir, bu da beni kusturmaya yeterdi. Tanrının bana ne kadar ihtiyacı varsa benim de O’na o kadar ihtiyacım vardı. Gerçekten bir Tanrı varsa, soğukkanlılıkla karşısına dikilip yüzüne tükürürüm diyordum sık sık kendime. Asıl rahatsız edici olan, ilk görüşte genellikle iyi, sevecen, vefalı, güvenilir biri sanmalarıydı beni. Bu erdemlere sahiptim belki de, ama öyle olsa bile kayıtsızlığıma borçluydum; iyi,sevecen, vefalı, güvenilir falan olmayı göze alabiliyordum çünkü kıskançlık duygusundan eser yoktu içimde. Asla tecrübe etmediğim bir duygu varsa o da kıskançlıktı. Hayatımda hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi kıskanmadım. Aksine, herkese ve her şeye acıdım sadece. Başından beri kendimi hiçbir şeyi çok fazla arzulamama konusunda eğitmiş olmalıyım.Doğuştan başına buyruktum, hatalı bir biçimde. Kimseye ihtiyaç duymazdım çünkü özgür olmak, dilediğimi yapmak ve sadece içimden geldiğinde kendimden bir şeyler ortaya koymak isterdim. Benden herhangi bir şey beklendiğinde ya da istendiğinde ürkerdim.Bağımsızlığımın tabiatı böyleydi. Kötüydüm, başka bir deyişle, başından beri kötü. Sanki annemden zehir emmiştim ve o zehir, memeden erken kesilmeme rağmen bedenimi asla terk etmemişti. Sütten kesildiğimde bile bütünüyle kayıtsız kalmışım; çoğu bebek isyan eder ya da isyan ediyormuş gibi yapar, fakat ben umursamamışım. Kundaktayken bile filozofmuşum. Hayata karşıydım, ilke olarak. Hangi ilke mi? Beyhudelik ilkesi. Etrafımdaki herkes mücadele ediyordu. Ben şahsen hiç çaba göstermedim. Çaba gösteriyormuş gibi yaptığımda bile bunu sadece başkalarını hoşnut etmek için yaptım, aslında umurumda değildi. Neden böyle olması gerektiğini açıklayabilseniz bile inkâr ederim çünkü ters bir mizaçla doğmuşum ve hiç bir şey bunu değiştiremez. Daha sonra, büyüdüğümde, beni rahimden çıkarıncaya kadar analarından emdikleri sütün burunlarından geldiğini öğrendim. Gayet iyi anlayabiliyorum. Kımıldamanın âlemi var mı? Her şeyin sana bedava sunulduğu rahat ve sıcak bir sığınak terk edilir mi hiç? İlk anılarım soğuğa ve kara, buz tutmuş pencerelere ve mutfağın yeşil duvarlarının serinliğine dair. Yanlış adlandırıp ılıman dedikleri kuşakta, bu tuhaf iklimde neden yaşar insanlar? Çünkü insanlar budala, insanlar doğuştan miskin ve doğuştan korkaklar. On yaşına gelinceye kadar “sıcak” ülkeler de olduğunu bilmiyordum; hayatını kazanmak için ter dökmediğin, tir tir titreyip de titreme seni zinde kılan bir şeymiş gibi davranmak zorunda olmadığın yerler. Nerede soğuk varsa orada eşek gibi çalışan insanlar vardır ve bu insanlar çocuk sahibi olduklarında onlara çalışmanın önemine dair nutuk çekerler – ki, aslında, özünde atalet doktrininden öte değildir. Ailemin tamamı Kuzey kökenlidir ve bu da budala oldukları anlamına gelir. Bugüne dek ortaya atılmış ne kadar yanlış fikir varsa hepsi onlardan çıkmıştır.Bu fikirlerin arasında temizlik doktrini vardır mesela, doğruculuk doktrinine hiç girmeyelim. Acı verecek kadar temiz olmakla birlikte içten kokuşmuştular. Ruha açılan kapıyı bir kez olsun aralamadılar; karanlığa körlemesine atlamayı bir kez bile hayal etmediler. Yemekten sonra bulaşıklar hiç zaman yitirilmeden yıkanır ve dolaba yerleştirilir, gazete okunduktan sonra düzgünce katlanır ve rafa konurdu; giysiler yıkandıktan sonra ütülenir, katlanır ve çekmecelere yerleştirilirdi. Her şey yarın içindi, fakat yarın asla gelmezdi. Şimdiki zaman bir köprüden ibaretti ve onlar hâlâ o köprünün üstünde sızlanıp durmaktalar, bütün dünyanın sızlanıp durduğu gibi ve tek bir budala bile çıkıp da köprüyü havaya uçurmayı düşünmüyor.Kahır ve öfke içinde sık sık onları, aslında kendimi lanetlemek için neden ararım. Çünkü, pek çok yönden, ben de tıpkı onlar gibiyim. Uzun zaman boyunca etkilerinden kurtulduğumu sanmıştım, fakat zamanla onlardan daha iyi olmadığımı anladım, hatta daha kötü olduğum bile söylenebilir çünkü onlardan daha açık görebildiğim halde hayatımı değiştirmekte aciz kaldım. Hayatımı gözden geçirirken yaptığım şeyleri kendi irademle değil de başkalarının baskısıyla yapmışım gibi geliyor bana. Genellikle maceraperest biri olduğum sanılır; gerçekle hiç bir alakası yok bunun. Benim maceralarım her zaman rastlantısal, dışarıdan dayatılmış şeylerdi; girişilmiş olmaktan çok katlanılmış şeyler. Ben en ufak bir macera duygusuna sahip olmadığı halde dünyanın altını üstüne getirmiş, her yerde kalıntılar ve yıkıntılar bırakmış o gururlu, kibirli Kuzey ırkının özüyüm; huzursuzum, fakat maceracı değilim. Şimdiki zamanda yaşamaktan aciz, ıstıraplı insanlar. Utanılacak derecede korkaklar, alayı öyle, ben dahil. Zira tek bir büyük macera var, o da insanın iç yolculuğu ve o söz konusu olduğunda zamanın,mekânın, hatta icraatların önemi yoktur.Bir kaç yılda bir bu keşfin kıyısına gelir, fakat tam da benden beklenecek bir biçimde her seferinde konuyu geçiştirirdim. Geçerli bir mazeret bulmaya çalıştığımda aklıma sadece çevre geliyor, tanıdığım sokaklar ve o sokaklarda yaşayan insanlar. Amerika’da kişiyi kendini keşfetmeye yönlendirecek bir sokak ya da sokak sakinleri olabileceğini düşünemiyorum. Pek çok ülkenin sokaklarında gezindim, fakat hiçbir yerde kendimi Amerika’da hissettiğim kadar değersiz ve aşağılanmış hissetmedim. Amerika'daki bütün sokakların birleşip bir foseptik çukuru oluşturduğunu düşünüyorum, her şeyin emilip sonsuza dek boka dönüştüğü bir ruh foseptiği. Çalışma ruhu bu foseptiğin üstünde o sihirli değneğini sallıyor; yan yana bitmiş malikâneler, fabrikalar, cephanelikler, kimyasal tesisler, çelik fabrikaları, sanatoryumlar,cezaevleri ve akıl hastaneleri. Kıtanın tamamı en büyük ıstırapları, en büyük ölçekte üreten bir kâbus. Ben bütün bu varsıllık ve mutluluk (istatistiki varsıllık, istatistiki mutluluk)cümbüşünde tek bir bireydim, ne var ki ömrüm boyunca gerçekten varsıl ya da gerçekten mutlu birini tanımadım. Mutsuz, yoksul, kaçık ve uyumsuz olduğumun farkındaydım hiç değilse. Tek tesellim, tek sevincim buydu, fakat yetmiyordu. İsyanımı açıkça ifade etmiş, bu uğurda hapse girmiş, orada çürüyüp gitmiş olsaydım daha huzurlu olurdum. Meczup Czolgosz gibi tutup da uysal, önemsiz, hiç kimseye zararı dokunmamış bir başkan McKinley'i vursaydım daha iyi olurdu. Çünkü içimde, derinde bir yerde, cinayet arzusu yatıyordu; Amerika’nın mahvını, yerle bir olduğunu görmeyi diliyordum. Sırf intikam duygusuyla arzuluyordum bunu; ben ve benim gibi seslerini yükseltip nefretlerini, isyanlarını, meşru kana susamışlıklarını ifade edemeyenlere karşı işlenen suçların kefareti olarak.Kötü toprağın kötü ürünüydüm. Benlik ölümsüz olmasaydı hakkında yazdığım “Ben” çoktan dağılıp gitmiş olurdu. Kimileri anlatacaklarımın hayal mahsulü olduğunu söyleyebilir, fakat olduğunu tahayyül ettiğim her şey hakikaten oldu, en azından bana oldu. Halkımın tarihinde bir rolüm olmadığına göre tarih bunu inkâr edebilir, fakat söylediğim her şey yanlış, ön yargılı, kinci, art niyetli bile olsa; ben yalancının, zehirleyicinin teki bile olsam sözlerim yine de gerçeğin ta kendisidir ve yutulması gerekecektir. Olanlara gelince...
·
156 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.