Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

684 syf.
·
Puan vermedi
·
81 günde okudu
“bir roman için fevkalâde oldukları düşünülebilir” (kaptan 4)
Türkçede bazı meşhur romanlar var: “Tutunamayanlar”, “İnce Memed”, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”, vb… Beğenilmeyi ve popüler olmayı hak eden bu meşhur romanların arasında Attilâ İlhan’ınkilerin adının pek geçmemesi ise şaşırtıcı. Elbette bu durum günümüz için geçerli. Yoksa Attilâ İlhan’ın romanları Türkiye’nin bizden önceki okur-yazar nesillerince iyi bilinirmiş. Attilâ İlhan demek, bir tür otorite demekmiş. Nitekim “Kurtlar Sofrası” romanı vaktiyle TRT’de dizi olarak oynamış. Günümüzdeki durumsa, A. İlhan’ın şair kimliğinin romancı kimliğinden birkaç adım öne çıkmasıyla ilgili olabilir. Ne olursa olsun, A. İlhan’ın 12 adet romanla tescillenen romancı bir kimliğinin de olduğunu ve bu kimliğin onun şairliğiyle sarmaş dolaş bir hâl içinde bulunduğunu unutmamalı. Neden sarmaş dolaş bir hâl içinde? Çünkü romanlarında geçen bazı karakterlerin sonradan şiirini yazmıştır, çünkü romanlarının neredeyse her cümlesi birer mısradır, çünkü şiir tarzı ile roman tarzı birbiriyle örtüşür de ondan… “Kurtlar Sofrası” ile, dolu dolu, içlerime kadar yayılan bir roman okumak tatmini yaşadım. Tek bir cümlesini bile göz ucuyla okumadım. Mümkün oldukça sesli okudum, yazılanları kendi soluğumla canlandırdım. Onun romanlarının, hatta tüm düzyazılarının, her cümlesi bir şiir mısraına benzer demiştim. Nasıl ki bir şiir çabuk çabuk okunamazsa, ben de bu romanı öyle okumadım. Her cümlede ayrı bir imge, ayrı bir hayal gücü ve söz oyunu vardı. Okumadım, sanki seyrettim romanı. Zaten artık bir sinema çağında yaşadığını bilen ve romanların da buna uygun bir teknikle sunulması gerektiğini düşünen A. İlhan, çağının ötesinde bir Yeşilçam filmi okuttu bana: Görme duyusuna hitap eden, sahnelerin ânında değişebildiği, gerilim içeren aksiyonların eksik olmadığı bir roman… (Aktrist Çolpan İlhan’ın ağabeyi olan yazar, yazdığı senaryolarla Yeşilçam’a katkıda bulunmuştur.) “Kurtlar Sofrası” yazarın üçüncü romanı. İlk ikisinde (“Sokaktaki Adam” ve “Zenciler Birbirine Benzemez”) romancılıktaki acemiliğini atan A. İlhan, bu romanında ustalığını göstermiş. Önemlidir ki, onun romanlarından zevk almak için de önce şiirlerini bilmek şarttır. Kendisi her şeyden önce bir şair olup, diline alışkın olmayanlar romanlarını (ve diğer düzyazı türünden eserlerini) okumakta zorlanabilirler. Ama onun kentli imge dünyasını bilenler, ulusal sentez fikrini tanıyanlar, ne yapmaya çalıştığını bildikleri için, romanını elden düşüremeyeceklerdir. Bu romanı güzel yapan unsurlardan biri de, toplumun hemen her kesiminden insanlara yer vermesidir. Üstelik kendi yaşamlarıyla, dilleriyle ve düşünceleriyle girmişlerdir romana. Holding patronundan gangsterlere, züppe delikanlılardan it kopuk takımına kadar birtakım insan kümelerinin kesiştiği yerdeyizdir. Hiçbir karakter dümdüz değildir, hepsinin kendi sınıfına ve huzursuzluklarına göre çelişkileri, iyilikleri ve kötülükleri, hayalleri, aksiyonları vardır. Bunların her birini konuşturabilmek büyük meziyet olmanın yanı sıra, kendinden başka birkaç kişi daha olabilmeyi gerektirir. A. İlhan, her karakterine ayrı bir dert biçmiştir. Biri yıllar önceki sevgilisini bulmayı gangsterlik hayatından çıkışın bir yolu olarak görmekte, diğeri yaşlılığını genç sevgililer edinerek gidermeye çalışmakta, bir başkası ise ABD’li bir şirketle ortak olmaya çabalarken kendi ailesinin dindarlıktan uzaklaşmasına içerlemektedir… Hepsi, romanın geçtiği 1950’li yılların Türkiye toplumundan birer parça. Her karakterin hikâyesinin (belki Mahmut dışında) son sayfalarda bir nihayete vardığı sanılmasın. Ama neredeyse hepsinin çelişkileri ve gidip gidecekleri yol öyle ya da böyle bir aydınlık kazanır. Şüphesiz, ideoloji ve siyaset de vardır romanda. Tam da A. İlhan’ın toplum ve birey arasındaki ilişkiler üzerine kurduğu düşüncelerine uygun bir biçimde. Bunların günümüz Türkiye’sine ve dünyasına uygun olup olmadığı çok tartışılır (Bence artık uygun değillerdir). Fakat az çok temellendirilmiş düşüncelerdir bunlar ve zamanın sol muhalefetinin baskın tavrını iyi yansıtır. Ece Ayhan, A. İlhan için “arabesk” dermiş. Haklı da. O bu lâfı olumsuz bir mânâda kullanmış olabilir ama onu tanıyanlar bilirler ki, A. İlhan arabeski, şehirli bir arabesktir. Olgun, ama dehşetli, büyük bir hüzündür. “Sürtük” filminin sonundaki siyah-beyaz Ekrem Bora’yı İstiklâl Caddesi’ne savuran türden, belki sımsıkı kravatlı, iyi mi kötü mü belirsiz bir hüzün. Lümpen bir acıyı değil, duygusal yoğunluğu amaçlar. Bu roman da benim için bir duygu yoğunluğuydu. Zaten edebiyat da bir bakıma bu değil midir: Gerçekleri, duygular yoluyla anlatmak veya anlamak… (Şiirsel gerçekçilik diyeceğim geliyor.) Kendisinin “Böyle Bir Sevmek” şiirinde dediği gibi, A. İlhan, yirmili yaşlarımdaki yalnızlıklarımda benim elimden çok tutmuştur (Sonradan bazı şiirlerini acemice bulduğumu inkâr etmiyorum). Bugün artık bambaşka bir hayatta, bambaşka bir bilinç içinde yaşarken, beni, yeni keşfettiğim romanlarına almayı kabul ediyor. Minnettarım. Sırada, yepyeni bir serüven olarak “Bıçağın Ucu” var.
Kurtlar Sofrası
Kurtlar SofrasıAttila İlhan · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2008359 okunma
·
127 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.