Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Nasıl, bilsek de bilmesek de bir metafiziğimiz varsa, aynı şekilde istesek de istemesek de bir ahlak anlayışımız da vardır. Benim ahlakım son derece yalındır - kimseye ne iyiliğin dokunsun ne kötülüğün. Kötülük yapmayacaksın, çünkü birincisi, tıpkı kendim gibi herkesin rahatsız edilmeme hakkı var, ama ayrıca bu dünyaya kötülük lazımsa, doğal kötülükler rahat rahat yeter. Şu ölümlü dünyada, tanımadığımız bir limandan kalkmış, bilmediğimiz bir başka limana seyreden bir gemide yaşıyoruz; aynı yolun yolcuları olarak birbirimizi hoş tutmalıyız. Öte yandan da iyilik de yapmamalı insan, çünkü ne iyinin ne olduğunu biliyorum, ne de niyetlendiğimde gerçekten iyilik yapıp yapmadığımı. Birine sadaka vermekle belki de felaketlere yol açıyorumdur? Birini eğitmeye ya da yetiştirmeye kalkışırsam, bu yüzden ne rezaletler çıkacağını bilebilir miyim? Kafamda dolaşan şüphelerden dolayı ayağımı denk alırım. Hem ayrıca bana öyle geliyor ki yardım etmek ya da öğüt vermek, yanlış bir şekilde, bir başkasının hayatına müdahale etmek demek. İyilik, şımarıkça bir huydur: Başkalarını şımarıklıklarımıza kurban etmeye hakkımız yok, insani niyetlerle ya da şefkatle hareket etsek bile. İyilikler, bize zorla benimsetilmiş şeylerdir: İşte bu yüzden, açıkça tiksiniyorum onlardan. Ahlak anlayışımdan dolayı iyilik yapmaktan kaçınırım ama, bana yapılmasını da beklemem. Hastalandığımda en çok rahatsız olduğum şey, insanların bana bakmaya mecbur olmasıdır, ben birine bakmak zorunda kalsam midem bulanırdı. Hiç hasta ziyaretine gitmedim. Hastayken, her ziyaretime gelene sinirlenmiş, yaptığını bir hakaret, mahremiyetime akıl almaz bir tecavüz olarak görmüşümdür. Hediyelerden hoşlanmam; çünkü karşılığında hediye vermek gerekir - ister aynı kişilere, ister başkalarına, bunun bir önemi yok. Gayet olumsuz bir anlamda, gayet geçimli bir insanımdır. Olabilecek en zararsız varlığım ben. Ama daha fazlası değilim; zaten istemem, olamam da. Var olanlara görsel bir şefkat, aklımdan yükselen bir sıcaklık duyarım - yüreğim ise bomboştur. Hiçbir şeye inanmam, umut ya da merhamet beslemem. Her türden dürüstlüğün dürüstlerinden, bütün gizemciliklerin gizemcilerinden, daha doğrusu bütün dürüstlerin dürüstlüklerinden, bütün gizemcilerin gizemciliklerinden tiksinirim, içimi korkular, bulantılar basar. Gizemci fikirler eyleme geçtiğinde, insanların aklını çeldiklerini, iradelerine hükmettiklerini, doğruyu bulduklarını ya da dünyayı iyileştirdiklerini iddia ettiklerinde bulantı bu sefer gerçekten mideme vurur. Ailemden kimse kalmadığı için kendimi şanslı sayarım.* Öte yandan, ister istemez üzerime ağırlık yapacak olsa bile, birilerini sevmeye de karşı değilim. Bütün özlemlerim edebîdir. Çocukluğumu gözlerimde yaşlarla hatırlarım, ama belli bir ahengi vardır bu yaşların, nesir aralarından başlarını kaldırıverirler. Çocukluğumu benim dışımda bir şey gibi, dışarıya ait şeylerle hatırlıyorum; zaten belleğimde tek kalan da bu. Küçükken, taşrada geçen günleri düşündükçe yüreğimi burkan, ora akşamlarının sakinliği değil, çay sehpasının yeri, odayı çepeçevre saran mobilyaların yerleri, etrafımdaki insanların yüzleri ve hareketleri. Ben, birtakım sahneleri, tabloları özlerim. Bundan dolayı kendi çocukluğum, başkalarının çocukluğu kadar duygulandırır beni: Her ikisi de, ne olduğunu bilemediğim bir geçmişte kalmış, edebî bir bakışla algıladığım, görüntülerden ibaret olgulardır. Bunlar beni duygulandırıyor elbette, ama hatırladığım için değil, gördüğüm için. Doğduğum günden beri hiç kimseyi sevmedim. En çok duygularımı sevdim - görülebilir haldeki bilinçli şeylerdi bunlar, hep tetikte bekleyen bir işitme duyusunun algıları ya da dışarıdaki zavallı dünyanın bana seslenmek, geçmişten konuşmak için kullandığı kokulardı (ki kokular, hatıraları çok kolay canlandırır), yani fırında pişen bir ekmekten daha fazla gerçeklik, daha fazla heyecan vermek için; tıpkı beni çok seven bir amcamın cenazesinden döndüğüm, bilmediğim bir yükün üzerimden kalktığını duyduğum o uzak akşamüstünde olduğu gibi. Benim ahlakım ya da metafiziğim, başka bir deyişle varlığım işte budur: Her şeyden ve bizzat kendi ruhundan tamamen geçmiş biriyim; hiçbir şeye ait değilim, hiçbir arzum yok, hiçbir şey değilim - insanlara ait olmayan birtakım duyumların soyut merkezi, yere düşmüş, yüzü dünyanın zenginliğine dönük hassas bir aynayım. Bütün bunların üstüne mutlu muyum yoksa mutsuz mu, bilemiyorum; ve bu umurumda bile değil. * Pessoa açısından bu doğru değil; etrafında kardeşleri, kuzenleri, yeğenleri vardı; onlarla oldukça sık görüşürdü de. (Descobrimento'nun 3. sayısında yayımlandı, 1931)
Sayfa 271 - Olaysız Bir Özyaşam Öyküsü, 208 H.K. Başlangıç metni, 18Eylül 1931Kitabı okudu
·
45 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.