Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Biricik Sevgilinin (sav) hırkalarını düşündün mü hiç?
Biricik Sevgilinin (sav) hırkalarını düşündün mü hiç?" Kuşçu "Hırka" der demez, Regaib Kandili arifesinde gördüğüm rüyaya kaymıştı aklım. Minberde ve mihrabda vaizi ve imamı açık şekilde görememiştim. Her ikisinde de gördüğüm abaydı aslında. Keza gördüğüm o abayı Efendimizin (sav) meşhur abasına benzetmiştim. "Ey Ehl-i Beyt! Şüphesiz ki; Allah sizi arındırıp tertemiz kılmak diler..." buyurulan Tathir Ayeti nazil olduğunda İlmin Şehri (sav) yanına İlmin Kapısını ), Nübüvvetin Kokusu (ks) ve Kevser'in iki çeşmini (ks) çağırtmış; bir güneş ve dört ay "Biz" olup aynı abanın altına girince Efendimiz (sav) yeniden bu ayeti okumuştu. Peki, tefsir kitaplarında yazılı bu olay tek seferlik bir tecelliye mi sahipti? Kerim Kuran'ın hükmü ilâ nihaye bakiyken elbette o Muhammedi Hırka da derlenip toparlanıp kaldırılmamıştı. Keza Efendimizin (sav) Selmân-i Fârisi için "Sen de benim Ehl-i Beyt'imdensin" buyurması şahitti. Bir güneş ve dört ay, -arındırılıp tertemiz kılınmaları için- dembedem içlerine yıldızlar da katarak o Nebevi Hırkayla yeniden "Biz" olmuşlardı. Horasan'dan gelip hakikate âşık olan o Naim zata aynı zamanda “Selmân-ı Pâk" denilmesi de böylesi yenilenen tecellilerden mülhemdi. Kuşçu sorup kenara çekilmişti. Lakin onun zeytin karası gözlerine baktıkça türlü kelimeler düşüyordu gönlüme. Aslında yıllardır bildiklerimi yenilenmiş bir idrakle hatırlıyordum sa- dece. Efendimiz (sav), Nûr Dağı Hira Mağarası'nda vahiyle müşer- ref olduktan sonra evine dönmüş, kapıda tir tir titremekli bir hâlde Hazreti Hatice ) Validemiz tarafından karşılanmıştı. Validemiz, Efendimizi (sav) kendi hırkasıyla sarıp sarmalamış, bu esnada Onu (sav) teskin edici sözler sarf etmişti. Devamın- da Müddessir ve Müzzemmil Sureleri inzal olmuş, Efendimize "Üzerindekileri temiz tut!" emri gelmişti. Ayet zimnen, "Ey Habibullah!.. Rabbin senin üzerine tertemiz Kuran'ı giydire- cek," müjdesi vazederken, ayniyle Hazreti Hatice Validemizin hırkası da vardı Efendimizin (sav) omuzlarında. Zira o temiz- di, ismiyle müsemma Tahire olan Hatice Annemizden gelmişti. İlahi emir temiz gelen hırkanın temiz kalmasını da istemişti. Keza bu olaydan on yedi yıl sonra inen Tathir Ayetinde bu kez hırkanın altında buluşan Seçkin Güzellerin tertemiz kılınaca- ğını müjdeliyordu. Suskunca beni izleyen Kuşçu söze girdi birden. "Sakın unut- ma!" diyordu. "O gün hırkanın altında Hazreti Fatıma ve onun Âlemlere Rahmet Babacığı (sav) vardı. Hırkanın altında Hazreti Fâtıma ve onun kadri yüce eşi, Aliyye'l-Murteza () vardı. Hırkanın al- tinda Hazreti Fatıma ve onun hikmeti yüce oğlu Hasan-ı Mü- cteba) vardı. Hırkanın altında Hazreti Fâtıma ve onun aşkı yüce oğlu Hüseyn-i Şah-ı Kerbelâ (ks) vardı." Peş peşe beş ism-i şerifi zikretmek yerine neden merkeze Nebi Ciğerpâresi Fatımatü'z-Zehra'yı alıp diğer dört ismi de onunla olan hukuklarıyla zikretmişti? Bu tarifin derunundaki sır neydi? Bilmiyorum. Emin olduğum yegâne husus; Son Nübüvvetin henüz başında temiz gelen ve Efendimizin sükûnuna vesile olan ilk Muhammedi Hırka, Haticetü'l-Küb- ra Validemizin ismiyle anılırken; altında temizlenenleri "Biz" eyleyen Muhammedi Hırkanın Fâtımatü'z-Zehra Validemize nispet edildiğiydi. (sav) Muhammedi Hırkaların hikmetini aile dışında da arama- mız gerektiğini mi işaret ediyordu? Son hırkayı hatırlatmıştı bu kez. "Efendimizin (sav) Veysel Karani'ye gönderdiği hırkayı işit- miş miydin?" Buna dair menkıbeyi defaatle dinlemiştin ama işitip işitme- diğimi bilmiyordum. Boynumu büktüm. "Anlat!.." dedi. Bende- kileri dökmemi istiyordu. Israr ettiği için utana sıkıla bildikle- rimi dillendirmeye başladım. Evet!.. Karenli Veysel, Hicaz'da zuhur eden Son Nebinin (sav) varlığından o civardan gelip geçen kafileler vesilesiyle haberdar olmuştu. Öylesi bir haberdi ki, ona gelen; Efendimize (sav) dair her şey hayatının yegâne meşgalesi oluvermişti. Benzerini bir sonra- ki nesilde Rabiatu'l-Adeviyye'de göreceğimiz hasret ehline mah- sus Nebevi Aşktı bu. Nitekim ayrılığa daha fazla tahammül ede- meyince kalkıp Medine'ye gelmişti. Lakin o geldiğinde Efendimiz (sav) evde yoktu. Kapıda gördüğü Hazreti Fatima'ya () "Karenli Veysel geldi, dersiniz!.." diyerek gerisin geri dönmüştü köyüne. Zira annesine Medine'de oyalanmayıp tez vakitte Karen'e dö- neceğine dair sözü vardı. Keza Veysel Karani anne sözü tuttuğu için Efendimiz (sav), Hazreti Ali) ile birlikte hırkasını Yemen'e, Hazreti Veysel'e göndermişti. Kuşçu beni konuşturup menkıbeyi dinledikten sonra bekle- mediğim bir tepki verdi. "Desenize sizin Veysel'in, benim şu kuşcağızlar kadar aklı yokmuş!.." Şaşırdığımı görünce peş peşe sualler sıralamaya başladı. "Bu sizin Veysel ta Yemen'den, kırk günlük yoldan gelmedi mi Medine'ye? Her gün yarım saat az uyumayı akledebilse yolculuktan bir gün kâr ederdi. Boşa çıkardığı o bir günü uğ- runa deli divane olduğu Sevgilisini (sav) görmeye neden ayır- mamış? Yemen'e dönüş yolculuğu boyunca her gün birer öğün eksik yese, yarımşar saat kâr eder, bir gün de oradan kaza- mirdi keza. Düşün, gözünün önünde canlandır!.. Bu sizin Veysel'in gelip evinde bulamadığı Fahr-i Kâinat Efendimiz (a) neredeydi o es- nada? Mescid-i Nebevi'de ikindi namazında... Kapının önünde beklese yarım saat sonra Peygamber (sav) gelecek. Üstelik kapısı önünde durduğu ev ile Mescid-i Nebevi'nin arası kaç adım? O ev zaten mescidin bir odası değil miydi? On adım yana çekilip pencereden içeri baksa Sevgililer Sevgilisini (sav) kıyamda, rüku- da yahut secdede göremez miydi? Bunu da mı akledememiş si- zin Veysel? Mademki o âşık bir kimseydi, anası öldükten sonra kalkıp gelseymiş ya Medine'ye!.. Onu zorla tutan mı vardı Ye- men'de?" Belki kırk kez dinlediğim bu menkıbede her defasında anne sözü dinlemenin faziletine vurgu yapıldığı için işin diğer yönle- rini hiç düşünmemiştim doğrusu. Sahi, mecnunca Veysel'in? Yoksa işgüzar birileri mi uydurmuştu bu Nebevi aşk ve hasret hikâyesini? Peygamberi (a) sevmek, aklımı mı almıştı Neden sonra dikkatimi çekti. Kuşçu tenkit ederken hep "Sizin Veysel!" diyordu. Belli ki, bir de onun bildiği Veysel vardı. Lütfedip kendindekileri paylaşmasını istedim. "Okumayı bilirsen Karenli Veysel'e gönderilen hırkayı, Yu- suf Kissasından çıkarırsın," dedi. Usul usul hatırlamaya baş ladım. Üç gün önce Hızır Kubbesi'nde karşılaştığımızda Yusuf Nebi'nin (a) hasretten ve ağlamaktan gözlerine aklar inmiş olan Yakub Aleyhisselam'a gömleğini gönderdiğini, daha ulak- lar köye dahi ulaşmamışken Hazreti Yakub'un vuslat müjdesi- ni gömleğin kokusundan aldığını, üstelik ulaklar yanına geldi- ğinde gömleği yüzüne sürünce gözlerinin açıldığını anlatmıştı. Kuşçu buraya dair hikmetin açılabilmesi için bir de hadis-i şerif hatırlattı. Âlemlere Rahmet Efendimiz (sav) ashabına bir gün şöyle buyurmuşlardı. "Rahmânî nefesin kokusu bana Yemen'den geliyor." Devamında şerh düştü. Zikredilen Rahmâni koku herkese değil, Efendimize (sav) Yemen'den gelmişti. Burada önemli olan durum memleket ismi değildi. Öyle ki; benzeri kokuları alabi- lecek Vâris-i Enbiya için kokunun beldesi Magrib de olabilirdi, Maşrik de... Henüz anlamaya başlamıştım. Kuran'da Yusuf (as) ve Yakub (a) üzerinden anlatılan o en büyük özlem hikâyesinin Siyer-i Nebideki karşılığıydı, Efendimiz (sav) ile Veysel Karânî (k) arasında yaşananlar... Öylesi bir özlem ki; hasretin bir ucunda Ona (sav) dair rivâ- yetlerden kendisine ulaşanlarla kalbi yangın yerine dönmüş Muhammedi Aşıklardan biri vardı. Diğer ucundaysa Miraçta dahi "Ümmetim, ümmetim!.." diyen Ümmi ve Rahim Nebi (sav)... Evet; Yusuf Kissasında kokuyu evvel alan kişi irfan atası hükmündeki "Baba" idi. Nitekim Yakub Nebi (as) kokuyu aldık- tan sonra Baba-Oğul vuslata ermişlerdi. Veysel Menkıbesinde de uzaktaki kokuyu ilk alan “Mümin- lere karşı pek düşkün" olan Efendimizdi. Kim bilir; Onun (sav) Rahmani Nefesi kokladığını söylediği günlerde rüya misal bile- mediğimiz bir şeyler oldu ve Karenli Veysel, Sevgililer Sevgili- siyle (s) gayri vuslat zamanının geldiğini anladı. Kuşçu araya girdi yeniden. "Belki de..." demişti, "Veysel Ka- rani'ye, Alemlere Rahmet Güzelliği (sav) görme izni verilmemiş- ti. O koku izharından sonra izin verildi Medine'ye gelmesine. Hiç düşündün mü bunu?" Bir an kalakaldım öylesine. Neden böylesi bir izin verilme- sindi? Velev ki; Efendimizi (sav) görmesi yasaktı. O hâlde ne diye gelmişti Yemen'den Medine'ye? Kuşçu "Doğrusunu Allah bilir!.." deyiverdi. Peşi sıra gön- lünden düşenleri paylaşmaya başladı. Mademki, Ashab-1 Kiram yıldız misal kimselerdi ve kendilerine tutunanları kurtuluşa götürebilecek şahs-i manevilerdi. Öyleyse sonraki nesillerde dünyaya gelecek ve Efendimizi (sav) görebilmiş olma- yı her şeyden çok arzulayacak -Rabia misal- binlerce nebevi aşığın, onun indinde inşa edileceği bir şahs-1 maneviye ihti- yaç vardı. Anlamıştım. Karenli Veysel sonraki nesillere ilahi bir rahmet sunulması için hasret ehli nebevi âşıkların ilk numunesi olarak seçilmişti. Hâliyle onun Habibullah'ı (sav) görmesi Hazreti Vey- sel'in da) nezdinde inşa edilen ilahi murada uygun değildi. Güneşi ve ayı gördükçe, ağlayan yahut gülen çocuklara baktıkça, yağan yağmurlar veya açan çiçeklerde her gün-gece "Dost!" deyip inleyen ve Sevgililer Sevgilisiyle (sav) Vuslatı ara- yan bu gönül, sevdiğini görmeden ne yapacaktı peki? Madem Habibullah'ı (sav) görmesi yasaktı; Ona selam duran dağa, taşa, ağaca bir kez olsun selam veremez miydi? Hele de Onu (sav) gören en temiz gözleri ve Onun (sav) gördüğü en temiz can görebilmesi mümkün müydü? Belki de bu kadarcık bir izinle yola koyuldu. Kâren kariyesin- den yola düşüp aşk, iman ve ilimle aydınlanmış Münevver Medi- ne'ye erişti. Efendimizin (a) hane-i saadetinin önüne değin geldi. Kapıya vurdu. Sonra açıldı kapı. Karşısında kim vardı? Fatımatü'z-Zehra... Rahim Nebinin (a) påk beyanınca Babasının Annesi... "Nübüvvet Kokusu" hükmündeki Kevser şahs-1 manevisi... Nitekim Yemen'den gelen Rahmânî kokunun, Hane-i Nübü- vvetteki mukabiliydi o. Keza Hazreti Selmân' (s) Horasan'dan, Irak'a, Anadolu'dan Medine'ye değin getirten irfani kokunun da kaynağıydı. Betüldü. Tertemiz oluşuyla tüm kadınlardan ayrılandı. Babacığının (1) ifadesiyle Muhammedi Kalbin Mey- vesiydi. Gayrıya şaşmayan gözlerin o azim demde gördüğünü tastamam tasdikleyen "Fuad" idi o. Evet; Hazreti Zehra'ydi ), Karenli Veysel'in Habibullah'ın (a) yerine görüp görebildiği yegâne teselli... Öylesi bir karşılaşma ki; son Yusufi gömlekteki gibi bakma şansı olmayan göze nur kazandıran, nebevi özlemleri dindirip vuslatı haber veren Muhammedî Kokunun Sahibesini (s) bir ân için görebilmiş, ismini âşık-1 sâdıklar defterine yazdırırcasına "Karenli Veysel" deyip dönüvermişti. Memleketine ulaştığında kendisine Resulullah'ı (sav) soran- lara aynıyla, "Onu göremedim. Zira anneme söz vermiştim," dedi. Şüphesiz ki; Veysel'den sözü alan anneydi ama Yemenli de- ğildi. Sözü alan anne, "Ümmü Ebiha" olarak bilindi. Efendimi zin (sav) onu gördüğünde ayağa kalkıp elini öptüğü yegâne zattı. Keza kıyamete değin gelecek Muhammedileri o doğuracaktı. Veysel, Nübüvvetin Kokusunun (1) ayağına değin gelmişti ya; tertemiz Rahmet Ailesi adına iade-i ziyareti İlmin Kapısı yaptı. Gönlündeki bin türlü yangına ve tufana rağmen söz dinleyen ve ilahi murada tastamam tabi olan "Biz" âşığına, yıl- lar sonra Efendimiz (sav) âdeta vuslat beratı yolladı. Evet!.. Son Muhammedi Hırkayı, Rahmâni Kokunun belir- digi kişiye getiren Hazreti Ali (k) idi. Ama o bu hırkanın sadece ulağı değildi. İlmin Kapısının (k) bu işteki asli görevi hırkayı muhatabına giydirmekti ve elceğiziyle giydirdi. Kokusuyla birlikte kendi de gelen gömlek nasıl ki, Hazreti Yakub'un (as) gözünü açmışsa özlenişiyle Muhammedi Yusuf olan Sevgililer Sevgilisinden (sav) gelen hırka da Karenli Veysel'in görmezleri- ni görür eyledi. Hasretini vuslata çevirdi. Kissa-i Yusuf'un so- nunda on bir yıldız, ay ve güneşin secde ettiği on dört kişilik Miraç misal vuslatın benzerine belki bu kez "Biz içre Biz" ehli için şahit kılınanlardan oldu. Kuşçu bir şerh daha düşmüştü. Cümle dergâhlarda dervişle- re kuşandırılan hırkaların Karenli Veysel'e gönderilen Muham- medi Hırka misal olması için aşk-ı niyaz edildiğini hatırlattı. Ardı sıra sözünü mimleyip avludan çıktı. Kuşları da peşi sıra havalanmıştı onunla. Benimse aklım o akşam yaşadıklarım- daydı hâlâ. İkrar ediyordum. Hırkanın sahibi Âlemlere Rahmet Efendimiz (sav) idi. Kerim Kuran'da "Libasu't-Takva" namıyla Takva Elbisesi olarak zik- rediliyordu. Efendimizin (sav) ikmal edip tamama erdirmek üze re gönderildiği Muhammedi Ahlakti o hırka.
·
452 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.