Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Tolstoy
“Hayatın anlamsız olduğunu anlayacak kadar akıllı bir tek ben ile Schopenhauer mu var?” İnsanoğlu var olduğu ilk günden beri hayata bir anlam yükledi ve sürdükleri yaşam onlardan bana intikal etti. içimde ve etrafımda olan her şey, cismani olan ya da olmayan her şey, onların hayat bilgisinin birer meyvesi. Benim tam da hayatı değerlendirmede ve
··
8bin görüntüleme
Mehmet okurunun profil resmi
Öne Çıkan Yorum
Viktor E. Frankl İnsanın Anlam Arayışı >>> Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yaşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişmeydi. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için, kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu üstlenmek anlamına gelir. Bu görevler ve bu nedenle, yaşamın anlamı, insandan insana ve an be an değişir. Bu nedenle yaşamın anlamını genel terimlerle tanımlamak olanaksızdır. Yaşamın anlamına ilişkin sorular, genel ifadelerle yanıtlanamaz. Tıpkı yaşamdaki işlerin son derece gerçek ve somut oluşu gibi, “yaşam” da bulanık bir şey değil, son derece gerçek, son derece somut bir şey anlamına gelir. Bunlar, her bireyde farklı ve eşsiz olan kaderi oluşturur. Hiçbir insan ve hiçbir kader, bir başka insanla ya da kaderle kıyaslanamaz. Hiçbir durum kendini tekrarlamaz ve her bir durum farklı bir tepki gerektirir. Bazen insanın kendini içinde bulduğu bir durum, eylem yoluyla kendi kaderini şekillendirmesini gerektirebilir. Diğer zamanlarda kişinin, düşüncelerini yoğunlaştırma fırsatlarından yararlanıp bu yolla değerlerini gerçekleştirmesi daha avantajlıdır. Bazen insanın sadece kaderini kabul etmesi, kendi talihsizliğine katlanması gerekebilir. Her durum, kendi eşsizliğiyle ayırdedilir ve eldeki durumun getirdiği soruna her zaman için sadece tek bir doğru yanıt vardır. Bir insan, acı çekmenin kaderi olduğunu gördüğü zaman, acısını kendi görevi olarak kabul etmek zorunda kalacaktır; bu onun tek ve eşsiz görevidir (işidir). Acı çekerken bile evrende eşsiz ve yalnız olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalacaktır. Hiç kimse onu acıdan kurtaramaz ya da onun yerine acı çekemez. Eşsiz fırsatı, taşıdığı yüke katlanma yolunda yaratmaktadır. Biz tutuklular için bu düşünceler gerçeklikten uzak spekülasyonlar değildi. Bunlar, bize yararı olabilecek tek düşüncelerdi. Bunlar, hayatta kalma şansımız asla yokmuş gibi göründüğü zamanlarda bile bizi umutsuzluktan korumuştur. Yaşamı, değerli bir şey yaratmaya yönelik eylemler yoluyla, bir amaca ulaşmak olarak değerlendiren, nihai anlama ilişkin bu sorgulama evresini uzun süre önce geride bırakmıştık. Bizim için yaşamın anlamı, daha geniş yaşam ve ölüm, acı ve ölüm döngülerini kucaklıyordu. Acı çekmenin anlamı bizim için açıklık kazandıktan sonra, görmezlikten gelerek ya da sahte yanılsamalar besleyip yapay iyimserliğe sığınarak, kamptaki işkenceleri önemsiz görmeyi ya da hafifletmeyi reddettik. Acı çekmek, sırtımızı dönmek istemediğimiz bir iş oldu. Acının, başarıya yönelik gizli fırsatlarını kavradık; bu fırsatlar, şair Rilke’nin şu dizeyi yazmasına neden olmuştu: “W ie viel İst aufzuleiden!” (Bitirilecek ne kadar çok acı var!) Başkalarının “bitirilecek işler”den söz, etmesi gibi, Rilke de “acıların bitirilmesi”nden söz ediyor. Bizim için bitirilecek bolca acı vardı. Bu nedenle, zayıflık anlannı ve gizli gözyaşlarını minimum düzeyde tutmaya çalışarak, acının tamamını göğüslememiz gerekiyordu. Ama gözyaşlarından utanmamız gerekmiyordu, çünkü gözyaşları, bir insanın, cesaretlerin en büyüğüne, acı çekme cesaretine sahip olduğuna tanıklık ediyordu. Ancak çok az kişi bunu kavrıyordu. Ödemden nasıl kurtulduğuna ilişkin soruma, “Göz yaşlarımla dışarı akıttım,” diye itirafta bulanarak yanıt veren bir yoldaşım gibi, bazıları, ağladıklarını utana sıkıla itiraf ediyordu.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.