Hightower doğu putu tavrıyla oturuyor, sandalyesinin koltuklarına dayandığı kollarının arasında. "Git buradan, Byron. Git buradan. Şimdi. Hemen. Bir daha gelme buraya, bu korkunç yere, bu korkunç, korkunç yere. Seni okuyorum. Aşkı öğrenmiş olduğunu söyleyeceksin bana; bense sana umudu öğrenmiş olduğunu söyleyeceğim. Hepsi bu; umut. Hedefi önemli değil, ne umut için, ne de senin için. Bunun bir tek sonu var, senin seçtiğin yolun: Günah ya da evlilik. Ve günahı kabul etmezsin. Bu işte, Tanrı beni bağışlasın. Seninle ya evlilik olacak, olmalı ya da hiçbir şey. Ve evlilik olması için direteceksin. Onu inandıracaksın; belki inandırdın bile, kadın farkında değil yalnız, itiraf etmiyor: Yoksa ne diye burada otursun da bulmak için geldiği adamı görmeye kalkışmasın? Sana günahı seç, diyemem, çünkü o zaman benden yalnızca nefret etmekle kalmazdın. Bu nefreti alıp dosdoğru kadına da götürürdün. Onun için, git buradan, diyorum. Şimdi. Hemen. Döndür yüzünü şimdi ve geriye bakma. Ama bu olmaz, Byron."