Gönderi

Enver Paşa bir taraftan kadercidir. Mütevekkil, başa geleceği önceden yazılmış alınyazısının kaçınılmaz hükmü olarak kabul eden bir insandır. Fanatik, yani mutaassıp bir dindar değilse de, kaderine daima hükmedeceğine inandığı Tanrı’ya bütün hayatı boyunca inanır. İçten gelen bir teslimiyetle bağlanır. Bu teslimiyet onda, yalnız mistik bir ruh hali olarak kalmaz. Bütün yaşantısına hükmettiğine inandığı Tanrı’ya, kulluğu ile de inancını gösterir. Hele hayatının buhranlı günlerinde dua ve ibadet, onda Tanrı’ya ruhtan gelen bir kendini veriştir. Daha mektep yaşlarında imtihanlara girerken Tanrı’ya yakarır. Ona tevekkül eder. Kurmay okulunda tevkif edilip, padişah sarayındaki o duygusuz köleler divanına götürülürken, ümidi ve teslimiyeti gene Tanrı’yadır. Okul bitince ordu saflarına gene bu teslimiyet içinde katılır. Geri hizmetlerde, kurmay bürolarında ömür tüketmektense, Makedonya dağlarında kanlı çete savaşlarına, bu ruh hali içinde ve kendi isteği ile katılır. Bu savaşlarda, her taşının, her çalısının ardında binbir tehlike gizlenen, her esen rüzgârında binbir hile sezilen Makedonya dağlarındaki her önemli adımına, bir besmele, bir iman andı ile başlar. Bu dağlara çıkarken, — Ben artık bir hiçim, kim bilir nerede ve hangi kurşunla öleceğim, cesedim bir asi gibi bir köşeye atılacak, ama belki bir gün ruhuma bir Fatiha okuyan bulunur, dediği anda da, gene mistik bir teslimiyet içindedir. İnanır ki, omuzunda onu koruyan bir el vardır. Ve bu el onun alınyazısını nasıl yazmışsa, her şey öyle olacaktır. Yani evvelâ Tanrı’ya, sonra da kendine inanmak, onun özel ve güçlü bir vasfıdır. Böylece Enver Paşa bütün hayatı boyunca yolunu, bir taraftan Tanrı’dan gelen alınyazısına bağlayarak, ama diğer taraftan kendi varlığını bütünü ile terazinin gözüne atarak, kendisi tayin etmiştir.
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.