Dazai'nin eserlerini her bitirişimde içini garip bir his kaplıyor... Şu bir gerçek ki yazar olarak üslubu herkese hitap eden bir üslup değil. Aralara giriyor, bazen "Ne anlatıyor şimdi?" dedirtiyor ancak tam da burada kendini gösteriyor. Onun aralara girip yaptığı açıklamalarda, kendisine ve kalemine dair söylediklerinde hep hem bir yazar olarak üslup farkını hem de bir insan olarak Dazai'yi görüyorum sanki. Bu yönüyle farklı bir deneyim yaşatıyor~
Peki neden içimi kaplayan garip bir his? Çünkü okuduğum her eserinde içinde bulunduğu durumun sebeplerini birilerine yüklemekten çok, kendi elleriyle kendini batırdığını neredeyse kabullenmiş ve artık bulunduğu bataklıktan çıkmayı bile arzulamayan birisini görüyorum. "Soytarılığını" kabullenmiş, insanlara içindekilerini göstermek istemediğini söyleyen (30) birisinin yine de yazarak; başka adlarla, başka yollarla hissettiklerini anlatmaya çalışması ise garip, biraz da hüzünlü hissettiriyor. Ne haklı bulabiliyorum ne de kızabiliyorum. Ayrıca her defasında Dazai'nin eserleri hangi sırayla okunmalı ve sadece bir kitabını okumak Dazai'yi anlamak için yeterli mi diye sorguluyorum. Bana öyle geliyor ki eserleri; hayatına ve üslubuna aşina olmadan anlaşılabilecek ve hatta okunabilecek eserler değil asla...
Velhasıl kelam
İnsanlığımı Yitirirken ile aynı karaktere sahip olan bu kitap da benzer şeyleri hissettirdi: "Hayatını ve özellikle
Günün İlk Işıkları 'nı okumasam beğenmezdim ama ilgi duyduğum için iyi ki bunu da okudum" dedim. Çevirip kütüphaneme katmama vesile olduğu için teşekkürler