Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Aynı Dili Konuşmak
Baykuş Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül Sayısı/2023 (Yazar Serhat Kaya) Siz hangi taraftasınız? Şimdi bu soruya yanıt verirken önce hayatı boyunca çizgisiyle daima “herkes için ya gerçek bir demokrasi ya da hiç!” diyen hakiki bir insana sarılmak istiyorum müsadenizle… Birazdan o insandan daha çok bahsedeceğiz, Şimdi gelelim size. Kaç yıl yaşasanız “yetti bana bu ömür” dersiniz? Mesela 60-70 yıl keser mi sizi? Yoksa olmuşken 80-90 hatta 100’ü göreyim mi dersiniz? Bugün 70lerinizde olduğunuzu farz edin ve geriye dönüp yaşanmış yıllarınıza baktığınızda bunca birbirine karışmış acı ve mutluluk karması yetmez bana diyecek misiniz gerçekten? Yaşarken ömürlerinizin boynuna asılan onca ağrıtan ve sancıtan yükle daha ne kadar kamburlaşsın istiyorsunuz taşıdığınız yorgun ruhlar? Çok yaşamak mı makbul yoksa iyi yaşamak mı acep? Şimdi sohbetimize sizin benim gibi etten kemikten ama üzerinde yürümesi için kendisine sunulan ömür yolunun hakkını tastamam vermiş birisiyle devam edelim. Hem de çağın Homeros’u, Anadolu’nun bizzat kendisi olan bir isimle. Yaşadığı toprakların ağıtlarını sadece ilgiyle dinmekle kalmayan, ağıt koleksiyonunu ilmik ilmik etrafındaki insanların da ruhuna nakşeden bir adamın son sayfası hiç gelmeyen çok anlamlı hikayesidir bahsedeceklerim. Tek dayanağı ve yaşam yakıtı "halkın yaratıcılığı" olan bu güzel insan doğduğunda bu güzel Cumhuriyet henüz 3 aylıktı ve Rus işgalinden kaçıp Van’dan göçen, evinde Kürtçe, dışarıda Türkçe konuşan bir çocuktu kendisi. 5 yaşına varmadan kurbanın derisini yüzen babasına yardım ederken bir gözünü kaybeden, kalan tek bir gözüyle birkaç yıl sonra babasının cami çıkışında öldürülmesini görmeyi tecrübe etmiş, sabaha kadar “yüreğim yanıyor” diye bağırıp, yeni güne kekeme olarak uyanan bir çocuğun gerçek hikayesi. Konuşamadığı için ilk okulda hiç tahtaya kalkamamış olsa da, pes etmeyen, türküler söyleyerek kekemeliğe karşı dilini galip getirerek ilk hayat mücadelesini kazanmış bir insan. Arzuhalcilikten, bekçiliği, pirinç tarlalarında ırgatlıktan mahpusa düşmeye varan bir yolculukla, Dante’nin Floransa’dan kopuşu gibi o da Çukurovasından kopmak zorunda kalsa da gittiği her toprakta dört mevsim açan kökleri derin bir çiçek olmayı başarmış. Gülhane parkında yatarken cebinde el yazısıyla yazmaya başladıklarının yıllar sonra 35 dile çevrileceğini muhtemelen kendisi de bilmeyen ama daha çok gençken Abidin Dino’nun kilim bilgisine hayranlığından ötürü dimağına güvendiği için “bak bakalım hangi resim güzel, hangisi değil” diyerek seçimlerine güvendiği üstün bir seçici de aynı zamanda kendisi. Kalemiyle yazıları gazete sütunlarına taşındığında, sünger avcılarını, kaçakçıları ve daha nice yanlışı korkusuzca yazan çok cesur bir yürek. O yaşarken “mecbur insanların” hikayecisi olmayı tercih etti, Ağanın zulmünden dağa kaçan, çeltik tarlasında sıtma olan mevsimlik işçinin meselesini kendi meselesi bilen, “Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Ağrı Dağı Efsanesi, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” ve daha onlarca eseri Anadolu’yu dramatize etmeden, salt gerçekliklerle zihinlerde inşa eden usta bir edebiyat mühendisi. Kaleme aldığı tüm romanları Amerika ve Fransa’daki 20. Yüzyıl klasikleri listelerinde olmakla sınırla kalmayan, Çin gibi daha birçok ülkede halklara erişen bir insan sevdalısı. Hayatı boyunca zulüm görenlerin yanında durmayı bir insanlık görevi bilen, Sait Faik’in söylediği gibi o “Kürtlerin en Türkü, Türklerin en Kürdü”, ardında bıraktığı eserler ve fikriyatıyla kimi bilinçli gönüllerce ismi Nobel’den çok daha büyük olan bir yazardı. Son romanını anlatırken “bir karanlıktan geldik, bir başka karanlığa gidiyoruz ama iyi ki geldik, iyi ki gördük Dünyayı, ben ışığın destancısıyım, ışığın yazarıyım” diyen, “Tek Kanatlı Bir Kuş”la toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan Korku’yu destansı bir şekilde anlatan çağın üzerinde bir edebiyat ozanıydı. Kendisinden bahsederken; yazısız sözlü bir halk yaşamını, yazılı romanlara hakkıyla taşımış belki de tanıdığımız bildiğimiz tek isim dersek yanlış olmaz. Bugün bana bir yerlerde senin tarafın ne, kimden yanasın denildiğinde kendimi ifade ederken sarıldığım en sağlam kök, onun attığı insanlık tohumlarıyla var oldu kendi ömür toprağımda diye yanıt veriyorum. Benim tarafım aynı onun tarafı gibi; insan olanın, hakkı yenilen ve ezilenin sesi olanın, daha kaç yıl yaşayacağından bağımsız nefes aldığı sürece namuslu bir hayat yaşamaya çabalamaktan vazgeçmeyecek olanların tarafıyım. Yattığın yer incitmesin seni “her kesimin herkesi” olmayı başaran güzel insan Yaşar Kemal. Büyük bir yazar olmak, öyle çalışmakla olacak iş değildir, on değil bin kitap yazsan olmaz bazen. Büyük yazar olmayı insana hayat, yaşamasına müsaade ettikleri ve etmedikleri vesilesiyle ya bahşeder yada bahşetmez. Büyük yazarlar insanoğlunun sahip olduklarıyla, yoksun olduklarını öyle güzel harmanlar, öyle doğru zamanda olması gereken öz zemine oturtur ki, okuyana sadece hayran olmak ve daha önemlisi kendisinden olmayanın hikayesini "anlamak" kalır. Birine hayran kalacaksam, ben galiba kalan ömrümde yine en çok Yaşar Kemal’e hayran kalacağım. Literatüre bakarak benim yaptığım işe her ne kadarda Yazar adı veriliyor olsa da, Yaşar Kemal’e yazar denilen herhangi bir yerde, bana olsa olsa “yazan” denilmesi evladır, aksi beni daima utandırır, istemem. Hem bize ne denildiğinden çok anlaşılıp anlaşılamadığımız daha önemli değil mi? Geçtiğimiz aylarda ülkemizde onbinlerce canımızı yitirdiğimiz depremin birçok olumsuz sonucu var. Jules Verne’nin edebiyat Dünyasında önemli bir yere sahip olan eseri “Denizler Altında 20.000 Fersah” eserini olumsuz anlamda gölgede bırakacak türden Göçükler altında on binlerce feryadın acıya gark olmuş kötü hatırası kazındı zihinlerimize. İnsan insanla tartışıyor hatta kavga dahi ediyor ama bir şekilde isterse barışabiliyor. Fakat doğa öyle değil. O barışmıyor, sen bana ayak uyduracaksın, benimle inatlaşmayacaksın diyor ve bunu anlamakta, kabullenmekte uzlaşıya varmadığı zaman insanlara adı afet olan ağır bedeller ödeniyor. Yaşanılan tüm acıların mutlak öğretileri var ve sonunda bir yekün çizgisi çekip altında çıkan sonuca bakınca biz bundan bir yeni “ders çıkarttık” diyor insanlar. Ama tarihin hafızası yine bize bağıra bağıra söylüyor ki sizin sorununuz ders çıkartmakla değil, “ders çalışmamakla” ilgili diye. Evet, tam olarak bu. Birlikte gülmeyi öğrenemezsek birlikte ağlayacağımızı bize tarih defalarca söylemişken saç derisinin altındaki kökün yaratılışına bağlı çıkış yönünden ötürü yatmayan saç teliyle inatlaşırcasına insanın doğayla inatlaşması neden? Göz renkleri farklı olanların göz yaşlarının aynı renk olduğunu daha kaç acı tecrübe ile idrak edeceğiz bilmiyorum lakin kalan ömürlerimizde daha fazla bilime, uzlaşıya ve ruhlarımızı beslemek adına ısrarla yüzümüzü daha çok sanata dönmemiz gerekiyor. Çünkü aksi takdirde aynı dili konuşabileceğimiz türden anlaşı masaları kuramayacak, dolayısıyla daha çok havanda su dövecek ama günün sonunda ceplerimize doldurduğumuz manasız haklı oluşlar eşliğinde mutsuzluk yığınları altında ruhlarımızın ezilmesine neden olmaya devam edeceğiz. Peki bunca doğru tahlil ve teşhisten sonra etkin tedavi ne olmalı? Elbetteki her konuda ehillerin liyakatla yeniden yaşam tasarımı yapmaya el atmasıyla başlayacak her şey, önce tek bir çiçekle başlayacak belki o güzel sözdeki gibi yaşamsal devrim ve bilinçle örülecek yapılabiliyorsa gelecek güzel zamanların kozası. Pusula ise hoş görü ve aynı dili konuşmak olacacak mutlaka. Evet, belkide son yıllarda en çok ıskaladığımız bir nüans “aynı dili konuşmak.” Aynı dili konuşmak diyince Gazeteci Yazar Zeynep Oral 1974'te Amerikalı Yönetmen Elia Kazan ve Yaşar Kemal ile birlikte Çanakkale'ye gidiş hatırası gelir aklıma, Truva'ya. Zeynep hanımın az biraz dinlenmek için oturduğu bir sırada Yaşar Kemal ve Elia Kazan yürümeye, tarihi alanlarda ilgiyle dolaşmaya devam ederlerken genç bir çoban gelir Zeynep hanımın yanına ve "bu iki insan ayrı dilde konuşuyor, peki nasıl anlaşıyor, kim bunlar acaba?" diye sorar. Zeynep hanım; "biri yönetmen Elia Kazan diğeri ise yazar Yaşar Kemal" diyince genç çobanın yanıtı hem edebiyat hem insanlığın evrensel tarihine yazılır ve gülümsetir; "Yaşar Kemal demek! Bu adam ağaçla, çiçekle, kelebekle, kuşlar konuşabiliyor, Amerikalıyla mı konuşamayacak.” Bence sanat, evrensel dillerin en güzelidir, aynı müzik gibi, hoşgörü ve uzlaşı gibi aynı dili konuşmak isteyenler için bir nimet. Ustaya ve hayata onun gibi bakan, farklı düşüncelerine göre insanları kutuplaştırmayan, yaşamının merkezine kimlikleri, etnisiteyi değil de saygıyı, anlaşıyı, beraberinde sanatı ve bilimi alan tüm duyarlı gönül sahiplerine sevgi ve hürmetle. Yine görüşeceğiz, sıhhat ve muhabbetle. (Baykuş Edebiyat Dergisi Ağustos-Eylül Sayısından/2023)
Serhat Kaya
Serhat Kaya
··
2 artı 1'leme
·
6,3bin görüntüleme
sibel çelen okurunun profil resmi
Yaşar Kemal'i çok ama çok seviyorum, Siz de öyle güzel anlatmışsınız ki gönlünüze ve kaleminize sağlık.
ÖZGE ÖZALPEK okurunun profil resmi
Instagram sayfamda paylaşıyorum müsadenizle.
ASLI HANDE RENGİN okurunun profil resmi
Önemli yazarların ağdalı ve abartılı anlatılmadan, doğru övgülerle hakkını vererek yazıldığını görmek çok güzel, tebrik ederim..
Şûheda okurunun profil resmi
Yaşar Kemal benim için apayrı bir yerdedir, o kadar güzel yazmışsınız ki, yüreğinize sağlık.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.