Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Melekleri görürsün ki Rablerine hamd ile tesbîh ederek arşın etrafını kuşat- mışlardır.] ve emsâli âyât-ı kur’âniyyedir. Bu sûrette Hak mahmûd ve halk hâmid olur; ve bu vecihde üç sûret vardır: Kavlî, fiilî, hâlî. 1. Hamd-i kavlî: Enbiyâ (aleyhimü’s-selâm)ın lisânı üzere Hakk’ın ken- di nefsine senâ ettiği şeyle abdin lisânen hamdidir. 2. Hamd-i fiilî: Vech-i ilâhîyi taleben ve onun Cenâb-ı kerîmine tevec- cühen abdin hayrât ve ibâdâttan birtakım a’mâl-i bedeniyye îfâ etmesidir. Bu sûrette abd, her bir uzvunu, ne için yaratılmış ise, Hakk’a ibâdet kas- dıyla vech-i meşrû’ üzere isti’mâl eder; ve bu husûsta nefsinin huzûzunu düşünmez. 3. Hamd-i hâlî: Rûh ve kalb hasebiyle vâki’ olur. O da abdin kemâlât-ı ilmiyye ve ameliyye ile ittisâfı ve ahlâk-ı ilâhiyye ile tahallukudur. Üçüncüsü halktan halka olan hamddir. Bu sûrette hâmid ve mahmûd halk olur. Fass-ı İbrâhîmî’de tafsîl olunduğu üzere, bu nevi’ hamdin [1/3] Allah için olmasının vechi budur ki, Hak taayyün cihetiyle hâmidin sû- retinde zâhirdir; ve hamd ile kendi kemâlâtını izhâr eder; ve her mah- mûd olan halkın sıfatı bulunan senâ dahi, mahmûd sûretinde kemâl ile mütecellî olan Hakk’ın “ayn”ıdır ki, mahmûd o kemâl sebebiyle hamde müstahak olur. Binâenaleyh hamd, Hakk’ın kemâlâtından bir kemâlin sı- fatıdır ki, Hakk’ın hakîkatinden sudûr eder. Şu hâlde mahmûdun maz- harından zâhir olan kemâle karşı, hâmidin mazharından sâdır olan hamd dahi Hakk’a râci’ olur; ve hamd sâdır olduğu mahal i’tibâriyle kâmil ve nâkıs olur. Binâenaleyh kâmilden sudûr edince kâmil ve nâkıstan sudûr ettikde nâkıs olur. Cenâb-ı Şeyh (r.a.) hâtem-i velâyet makāmında müte- ayyin olduğundan, onun hamdi, kendisi gibi cemî’-i mehâmidin ecmaıdır. Hâtem-i evliyâ hakkındaki îzâhât Fass-ı Şîsî’de gelecektir. “Münzil” “inzâl” masdarından veyâhud “tenzîl” masdarından ism-i fâildir. Her iki ma’nâ dahi vâriddir. Zîrâ “inzâl” bir şeyi def’a-i vâhidde indirmek ma’nâsınadır. Ve enbiyâ (aleyhimü’s-selâm)ın a’yân-ı sâbiteleri, rahmet-i rahîmiyye ile merhûm olup, mazhar oldukları ism-i hâs iktizâsın- ca, mertebe-i ahadiyyetin mâdûnu olan mertebe-i vâhidiyyette, a’tıyyât-ı ilâhiyye kendilerine def’aten nâzil olur. Çünkü isti’dâdât-ı gayr-ı mec’ûl- lerinin iktizâsı budur; ve mertebe-i şehâdette zuhûr ettikleri hînde, ism-i hâsları hazînesinde meknûz olan hikem, isti’dâd-ı mec’ûlleri inkişâf ettik- َو�إِ ْن ِمــ ْن :çe, peyderpey ve tedrîcen nâzil olur. Nitekim Hak Teâlâ buyurur Hicr, 15/21) [Bizim indimizde( َشــ ْي ٍء �إِ َّلا ِع ْن َد َنــا َخ َز�ئِ ُنــ ُه َو َمــا نُ َن ِّزلُــ ُه �إِ َّلا بِ َقــ َد ٍر َم ْعلُــو ٍم hazîneleri olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak mikdâr-ı ma’lûm ile indiririz.] İşte bu âyet-i kerîmede [1/4] tedrîcen nüzûl ma’nâsına “tenzîl” masdarı isti’mâl buyurulmuş ve hazret-i şehâdette her bir şeyin tedrîcen nüzûlüne işâret olunmuştur. “Hikem” “hikmet”in cem’idir; ve hikmet, hakāyık-ı eşyâya gereği gibi ilim ve o ilim muktezâsınca amelden ibârettir. Bunun için hikmet ikiye inkısâm etti. Birisine “hikmet-i ilmiyye”, diğerine “hikmet-i ameliyye” tes- miye olundu. Hâlbuki “ma’rifet” hikmet gibi değildir; o, yalnız hakāyıkı gereği gibi idrâktir; ve “ilim” ise hakāyıkı ve onların levâzımını idrâkten ibârettir. Bu sebeble “tasdîk”e “ilim” ve “tasavvur”a “ma’rifet” tesmiye olun- du. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) “münzilü’l-maârif ” veyâ “münzilü’l-ulûm” demeyip “münzilü’l-hikem” buyurdu. “Kulûb” “kalb”in cem’idir; ve “kalb”, sıfât-ı ilâhiyye ile hasâis-i kevniy- ye beynini câmi’ olan bir hakîkatten ibârettir; ve bu hakîkatin kalb-i sa- nevberîye taalluku ve taaşşuku vardır; ve ona “kalb” tesmiyesi mevcûdâtın “lübb”ü olduğundan nâşîdir. Zîrâ bir şeyin “lübb”ü, onun kalbidir; veyâ- hud esmâ ve sıfâtın deverânı hasebiyle, kesîrü’l-inkılâb ِ olmasından dolaْ- �َل َق ْلــ ُب َب ْيــ َن �إِ ْص َب َع ْيــ ِن مــ ْن �أ َصابِــ ِع �ل َّر ْح ٰمــ ِن ُي َقلِّ ُب َهــا ,yıdır. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz ;ya’ni“Kalb,Rahmân’ınparmaklarındanikiparmakarasındadırَكْيـَفَيَشـاُء onu dilediği vech ile döndürür”63 hadîs-i şerîfiyle buna işâret buyurmuş; ve “iki parmak”la Hak Teâlâ hazretlerinin “Celâl” ve “Cemâl” sıfatlarını murâd etmiştir. “Kelim” “kelime”nin cem’idir; ve “kelime”den murâd “her bir mevcû- dun aynı”dır. Zîrâ onlar nefes-i Rahmânî ile zuhûr etmiştir. Nitekim in- 63 Müslim, “Kader”, 3; Tirmizî, “Kader”, 8; İbn Mâce, “Duâ”, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XI, s. 130.
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.