Emily Bronte, yaşadığı çağa her bakımdan ters düşer. Victoria Çağı'nın tüm geleneklerıni,
tüm ahlak kurallarını altüst eder. Her şeyden fazla ölçülü davranmaya, törelere uymaya, en beylik anlamda aklı başında davranmaya özen gösteren bir çağda, Emily çılgın bir aşk tutkusunu anlatır. Heathcliff de, Catherine de, o çağda hiç kimselerin
söyleyemeyeceği sözleri söylerler, hiç kimselerin yapamayacağı
şeyleri yaparlar. Ve buna karşın, inandıncı ve gerçek olmanın yolunu bulurlar gene de .
Bir yazar, çevresindeki töreleri, insan ilişkilerıni, davranışlarnıı inceleyerek ya da kendi kişisel yaşantısından esinlenerek, kendi
başından geçenleri biraz değiştirerek roman yazar genellikle. Oysa Uğultulu Tepeler, ne nesnel gözlemlerden, ne de öznel deneyimlerden kaynaklanır. Sadece ve sadece düş gücünün yarattığı bir mucizedir.
Uğultulu Tepeler her daim 'Yazılmış en iyi AŞK kitaplarından biri' olarak reklam edildi, sunuldu bize. Fakat ben bu kitapta aşktan başka ve aşkla bir araya gelemeyecek duygular okudum. Dolayısıyla bu bir aşk kitabı değildir benim nezdimde...