Gönderi

İkinci Nevi - Uluhiyyet Tevhidi...
Ulûhiyyet Tevhîdi, İbadet Tevhîdi'dir; irade ve kasıd tevhîdidir. Tevhîdin bu türü, konunun özüdür; resuller ve ümmetleri arasındaki husûmetin mahallidir. Her resûl, kavmine şöyle diyerek gelmiştir: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan gayri bir ilâh yoktur."(18) Hiçbir resûl, kavmine: "Ey kavmim, şüphesiz ki Allah, sizin rabbinizdir." dememiştir. Çünkü kavimler, rubûbiyyeti (zaten) ikrar ediyorlardı. Fakat resûller, kavimlerinden "rubûbiyyetini, tek yaratıcı olduğunu, tek rızık verici olduğunu, işleri tek olarak tedbîr edici olduğunu ikrar ettikleri Rab'lerine ibadet etmelerini; yaratma ve tedbîr husûsunda O'nu tek olarak gördükleri gibi, aynen ibadet etme husûsunda da O (cc)'nu tek olarak görmelerini" talep etmişlerdir. Resûller, kavimlerinin ikrar ettiği şeyi, yine kavimlerinin aleyhine delîl olarak almışlardır. Kur'ân-ı Kerîm Rubûbiyyet Tevhîdi'ni, kafirler aleyhine hüccet getirme ve onlardan kendilerine gerekli olan şeyi talep etme bâbından zikreder. Ey kafirler, madem ki Allah'ın tek Hâlik, tek Rezzak olduğunu, felaketlerden kurtaranın O olduğunu, sıkıntılardan kurtaranın O olduğunu itiraf ediyorsunuz; niçin Allah'ı, yaratamayan, rızık veremeyen, emirden hiçbir şeye malik olamayan, mahlukatı idare kudreti olmayan başkasına eşit tutuyorsunuz? "Halk eden, halk etmeyen gibi midir? Tezekkür etmez misiniz?"(19) O halde Ulûhiyyet Tevhîdi, resûllerin kendisine davet ettiği ve kavimlerinden talep etmiş oldukları Tevhîd türüdür. Tevhîd ehli ile bâtıl ehli arasında, bu Tevhîd türü üzerindeki savaş günümüze kadar süregelmektedir. Selîm akîde ehli, 'kabirlere ve türbelere ibadet ederek, ve şahısları kutsallaştırarak, ve onlara rubûbiyyet husûsiyetlerinden tahsîs ederek Ulûhiyyet Tevhîdi'nden sapan ve müşriklerin dînine dönen', bu meyandaki kimselerden, 'selîm akîdeye dönmelerini, ibadetlerde Allah'ı birlemelerini, üzerine bulundukları tehlikeli hâli terk etmelerini' talep etmektedirler. Çünkü bu hâl, cahiliyyenin dînidir; hatta belki de cahiliyyenin dîninden daha da şedîdtir. Çünkü cahiliyye ehli, sıkıntı hâlinde ihlâs ile Allah'a yöneliyorlar; rahatlık hâlinde şirk koşuyorlardı. Bunlar ise -bâtıl ehli-; bunların şirki darlıkta da bollukta da devam etmektedir. Hatta sıkıntı hâlinde bunların şirki daha da şiddetlidir... İşleri zorlaştığı zaman onların velîlerden, kabirde yatanlardan ve ölülerden meded dilendiklerini duyarsın. Müşrikler en azından, kendilerine zarar dokunduğu zaman, Allah (cc)'ye ihlâs ile dua ediyorlardı. İşte bu, Tevhîd türlerinin ikincisidir. Ve o, resûllerin tüm ümmetlerden, Allah'a halis kılmalarını istedikleri Tevhîd türüdür. Çekişmenin vukû bulduğu Tevhîd odur. Allah Resûlü (sav)'in, uğruna müşriklerle -(onlar Ulûhiyyet Tevhîd'indeki şirki) terkedinceye dek- savaşa girdiği Tevhîd budur. İşte "Lâ ilâhe illAllah"ın mânâsı budur. Çünkü "ilah" sözcüğü, "ma'bûd"(20) anlamına gelmektedir. "Lâ ilâhe illAllah" Kelime-i Tevhîd'inden "Allah (ﷻ)'dan başka hakkıyla ma'bûd yoktur" anlamını çıkarmaktayız. "İlah" sözcüğünün mânâsı, bazı dalâlet ehlinin söylediği gibi değildir. Onlar diyorlar ki: "'İlah' sözcüğünün anlamı, var etmeye ve yaratmaya kadir olandır." Bilakis "ilah" sözcüğü, "e-li-he-ye'le-hu" kökünden "ma'bûd" anlamına gelir. "E-li-he" fiili, sevilen ve ibadet edilen anlamına gelmektedir. (Mücmel Selefî Sâlih Akidesi) *(18) A'raf Suresi, 59.ayet *(19) Nahl Sûresi, 17.âyet *(20) ibadet edilen, ibadet olunan
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.