verdiğin her kederin yüreğimde yeri var
hangi kitabı açtıysam seni okudum yıllardır
hangi aynaya baktıysam seni gördüm
gel desen gelemem
git desen gidemem
öl desen kanım akmaz
anladım artık seni sevmek yüce bir şey
anladım seni sevmek tanrı'ya yaklaşmak gibi
insanlar içinde bir sana inandım
bir seni sevdim kendimden başka
uykularımın bölündüğü saatlerde
sendin düşündüğüm soluk soluk
sivri bıçaklar gibiydin karanlığımda
gözümü yumsam seni görüyordum
oynak türkülere benzeyen yürüyüşünle
sen çıkıyordun karşıma
karanlığımda
iki yıldızdı ellerin görülmedik
karanlığımda
bir orman yangınıydı dudakların
istesen hayat verirdim bu karanlıklara
istesen gökyüzünü bir mendil gibi yırtardım
denizlerden, göllerden, nehirlerden
sana görmediğin renkler yaratırdım
zamanın ötesinde
yeni bir dünya kurardım sana
insansız, tanrısız, kedersiz
severdin
dağ rüzgârlarının serinliğince
yaşardın
bu sefil dünyamızdan uzak
bir yanıp bir sönen ışıklar gibiyim
yumruk kadar yüreğimde sen varsın
kutsal kederler içinde seninleyim artık
sarı badanalı evlerde baş başayız
bütün duvarlara gölgen kazınmış
kokun sinmiş bütün perdelere
kapılarda parmakların beyaz beyaz
sokaklarda ayaklarının izi
ben bu sokaklarda ölsem
kaldırımlar çekmez ağırlığımı
söylesem aşkımı asırlar boyunca
bu ikiyüzlü insanlar anlamaz beni
desem ki yeryüzüne beş peygamber geldi
beşincisi sensin
desem ki iki kişi kaldık dünyada
ikincisi sensin
desem ki birisi var yeri göğü var eden
o da sen olurdun
sana tapmak için
kilden bir heykel yapardım güzelliğine
bilsem ki sen tanrı'dan iyisin
bilsem ki tanrı senden güzel değil
senin o kocaman kocaman gözlerin yok mu
nasıl duruyor boşluğunda arzuların anlamıyorum
nasıl nasıl bakıyor bana
böyle merhametten uzak
git diyorsun
nereye gideyim?
ümitlerim ne olacak?
bunca şiirleri kim söyleyecek sana?
kim anlatacak dünyaya sığmayan güzelliğini?
gitmek mümkün olsa da gitsem uzaklara
sevmesem seni bir daha
paramparça etsem yüreğimi cam gibi
sonra yaksam
savursam küllerini karlı dağlardan açık denizlerden
yine seni severdim toz toz
yine sana tapardım küllerimin ağırlığınca
bu oksijen gazı olmasa da olurdu
ama beethoven gelmeseydi dünyaya
seni bu kadar sevemezdim
ikimizin ortasında o duruyor
sağımızda birinci keman
solumuzda ikinci keman
karşımızda üçüncü keman
sonra orglar, flütler, kontrbaslar
sustur şu orkestrayı beethoven
şimdi dokuzuncu senfoninin sırası mı?
bunca yalnızlıklar, bunca yokluklar benim işim değil
bu çirkinliği ben yaratmadım
ne de bu kahpe güzellikleri
bende sevmediğin ne varsa senden türedi
şu karanlık bakışlar
şu ellerimin pisliği
şu dudaklarımdan çıkan iğrenç sözler
besbelli senin eserin
ne buldumsa sende buldum kötülükten yana
ne öğrendimse senden öğrendim
seni sevdikten sonra başladım yaşamaya
seni tanrı yarattıysa beni kim yarattı
bu azabı kim verdi bana
çıngıraklı yılanların zehrini içtim
balinaların kusmuklarını
kükürt kokulu imkânsızlıklar içindeyim
oysa güzeldim tarihin ilk çağlarında
görsen şaşardın
öyle aydınlıktım
öyle iyiydim
kobalt mavileriyle doluydu yüreğim
kurşun beyazlarıyla
severdin beni
midye kabuklarının yeşilliğince
sonunda dediğim çıktı işte
samanyolundan bir yıldız düştü dünyaya
sinekler gibi eziliverdi insanlar
her şey bir anda olup bitti
yapayalnız kaldık
ne radyoaktivite ne mantar şeklinde bulutlar
ne yaşamak sevinci ne ölüm korkusu
sonunda üç kişi kaldık dünyada
sen
ben
bir de jiro'nun manon lesko'su
yine bana bakarken yüzün kızarıyor
toplum kurallarından kurtulamadın daha
bütün çayırlar bomboş
görmüyor musun?
al başını dağlara çık
avaz avaz şarkı söyle sokaklarda
bir kibrit çak
bütün evler yansın
yüz bin yılın öcünü al bu şerefsiz dünyadan
sonra kaldır kendini denize at
biraz serinle
sevebildiğim kadar insanım ben
on gram arsenik yeter canıma
beni düşünme
uzun mistral rüzgârlarının üzerine
nimbus bulutları geliyor kaç
uykumuz bölündü çırılçıplağız
kum fırtınası başladı
çin seddinin ötesinde
gölgemizi bir asya şehrinde unuttuk
taklamakan çöllerinde kaldı rüyalarımız
haydi git
çok olduk* iki olduğumuz yerde
haydi git
bir kalırsak yine var olacağız