Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

360 syf.
7/10 puan verdi
Murtaza
Murtaza
Orhan Kemal
Orhan Kemal
 1 / 12 ORHAN KEMAL’İN MURTAZA ROMANINA GADAMER HERMENÖTİĞİYLE BİR YAKLAŞIM Rıdvan ŞAHİN Tarihçe: Hermenötik,teolojik bir yorum sorunuyla ortaya çıkar.Dinsel metinlerin ezoterik içerikleri bu sorunu doğurur.Karmaşadan bir bütünlüğe ulaşan evren,bütünlüğünü düzenle bulur.bu düzenin açıklanması da akıl yoluyla olur.İnsan,Antik Çağ’dan beri evrenin düzenini anlamaya çalışmıştır.Bunu yaparken elindeki uygun silahlardan biri felsefe olmuştur.Kendi faniliği ölçüsünde bir hayat yaşayıp o hayatın ait olduğu sonsuz evrende hakikati bulma çabası,insanı felsefeye sevk etmiştir.Bu gerçek,kendi varlığından bağımsız var olan bir gerçektir.Yani bir anlamda kalıcıdır.Kalıcı olmasının yanında değişmez olan hakikat,insanı olan biten hakkında merağa sürüklemiş;varlığını insana dayatmıştır.Bu merak ve varlığın dayatılışı insanı hakikat hakkında sorular sormaya yöneltmiştir.Bunun neticesinde de felsefe doğmuş,evrenin ve hakikat hakkında düşünülmeye başlanmış ve bunlar hakkında açıklamalar getirilmeye çalışılmıştır. Yazılı veya sözlübir anlatımın yorumlanıp çözümlenmesi şeklinde tanımlanan hermenötik(AYTAÇ 2006:329)yarı tanrı Hermes’ten gelir.Antik Yunan’da tanrılar ile insanlar arasında habercilik görevi üstlenen yarı tanrı Hermes,tanrılardan getirdiği bilgileri insanlara yorumlayarak açıklar.Hermenötiğin kökeni de bu haberci,yorumcu yarı tanrıdan gelir.Hermenötik,Antik Çağ’da yukarıda bahsedildiği gibi evrenin karmaşadan bütünlüğe geçişi sonucu oluşan düzen ve hakikat üzerine sorular sorarak faaliyetlerini yürütür.Bu dönemde hermenötik,gramatik bir yöntem olarak görülür ve Helenistik filozoflar ile onların devamı olan Hümanistler için bir filoloji terimidir.Bir felsefi bütünlükten yoksun olan hermenötik,retorik ve poetik incelemenin bir yöntemi olarak görülür.Burada hermenötiğin amacı,eser ile okuyucu arasındaki tarihsel uzaklığın ortadan kaldırılmasıdır.Bu uzaklıkta,zaman içinde dilde meydana gelen değişimlerin etkisi olmuştur.Hermenötik sayesinde dilde gerçekleşen değişimler,dönemin diline uydurularak okurun daha iyi anladığı bir yorum ortaya konmuştur.Bu dönemde hermenötiğin ya da felsefenin epistemelojik sorular sorduğu görülmez.Tarhsellik pek bir önem arz etmemektedir.Daha çok felsefe ön plandadır. Hristiyanlığın ortaya çıkışıyla beraber,Tanrı’nın emir ve yasaklarının ezoterik ve çokanlamlı ya da sembolik mesajları yoruma tabi tutulur.Bu dönemde tarihsellik önemli hale gelir.Çünkü evrenin bir tarihsel süreç sonunda yok olacağı bildirilmiştir.Yalnız bu tarihsellik de tam anlamıyla felsefeyle uzlaşamaz.Bunun nedeni,tarihsel olaylara bakış açsının teoleojik oluşudur.Tarihselliğe rastlantısal ve kendisinden başka bir sonucu doğurmayan olaylar yığını olarak bakılır.Yani burada da tarih ve felsefe karşıtlığı göze çarpar.Klise ile felsefe çoğu noktada çelişir.Bu durum,epistemolojik genellemelere imkan vermez.Dolayısıyla hermenötik kutsal metinlere uygulanır,onların ardındaki ezoterik anlam,dar bir tarihsellik çerçevesinde yorumlanmaya çalışılır.İncil ve Tevrat üzerine yoğunlaşan hermenötik,kutsal metinleri anlamak adına bir yaklaşım olarak düşünülür.Burada alegorik bir yorumlama söz konusudur.Her metnin iki anlamı vardır,görünürdeki anlam ve ezoterik 2 / 12 anlam.Hermenötik,alegorik yöntem ile metinlere ikinci bir anlam atfeder ve bu anlamı yorumlar. Hermenötiğin bir üçüncü kullanımı da hukuksal hermenötiktir.Bu hermenötik,tümel ile tilkel arasındaki boşluğun nasıl doldurulabileceği üzerine düşünen bir yaklaşım olarak görülür;sabit ve değişmeyen normlar ile akıcı ve değişken olayların uyumu üzerine odaklanır. Yeniçağ’a gelindiğinde tarih ile felsefenin zıtlığı aşılmaya çalışılmıştır.Lakin burada felsefenin deneye dayanmasının gerekliliği savunulmuştur.Bu düşünce Bacon’la birlikte ortaya çıkar.Bu dönemde doğal gerçeklik alanında olguların süreklilik arz ettiği ve tekrarlanabilir olduğu göze çarpmaktadır.Lakin tarihsel olaylar söz konusu olduğunda bu durum mümkün değildir.Hobbes ve Locke gibi düşünürler,tarihsel ve sosyal olayların deneye dayanmadıkları için pek güvenilir olmadıklarından bahsetmişlerdir.Bunun üzerine Hume,tarihsel ve sosyal olayların psikolojiye tabi tutulmasını öner sürmüştür.Buna rağmen Hume,tam bir kesinlik oluşmayacağını belirtir.Rasyonalistler de tarihsel ve sosyal olaylara kuşkuyla bakarlar.Bu döneme kadar tarihsel ve sosyal olayların gerçeği açıklamada kanıtlar sunamayışı,tarih ve felsefe karşıtlığını hep su üstünde tutmuştur.Hermenötik de bu dönemde teolojinin yorumlanması için bir yaklaşım olarak görülmeye devam etmiştir.Kant’la birlikte tarih,Aydınlanma Çağı’nın yarattığı ilerleme düşüncesinin etkisiyle,ilerlemenin bir aracı olarak görülmüş ve böylece bir tarih felsefesi terimi ortaya çıkmıştır.Böylece tarih ile felsefe karşıtlığı ortadan kalkmaya başlamıştır.Bu karşıtlığın ortadan kalkışıyla beraber aynı zamanda bir teolog olan Schleiermacher,modern anlamda hermenötik bir bakış açısı geliştirmeye çalışır.O,hermenötiğin din dışı metinlere uygulanabilir olduğunu söyler.Ona göre bir metnin tinsel oluşum süreci o metnin yazarından başlar.Bu daha sonra dile ve nihayetinde metne dönüşür.Hermenötik bu noktada tam tersi bir yol izleyerek metnin esas anlamını açığa çıkarabilir.Metinden hareket eden yorumcu,onun ne demek istediğini anlamaya çalışır,sonrasında filolojik olarak ne dediğine bakar ve son olarak yazarın metni yazmaya başlarkenki niyetini bulmaya çalışır.Böylelikle metin anlaşılabilir.Bu durum yazarı ve yorumcuyu önemli hale getirmiştir.Schleiermacher’ın bu çabası,hermenötiği felsefi bir zemine oturtur.Ona göre hermenötik bir anlama sanatı olarak ortaya çıkar.Ona göre anlama, gramer ve kompozisyon ters düz edildiğinde açığa çıkar(ERKURT 2021:421).Burada kastedilen durum metni ve yorumcuyu/okuyucuyu öne çıkarıyor gibi gözükse de aslında ona göre yazar da çok önemlidir.Çünkü hermenötik,bir metni yazarından daha iyi anlamayı gerektirir(AKÇA 2021: 5).Yani yorumcu/okuyucu metni yorumlarken metnin ne dediğini anlamaya çalışır,filolojik olarak neye işaret ettiğini çözümler ve sonunda yazarın niyetine ulaşmayı amaçlar.Yazarın niyeti,hermenötiğin son noktasıdır.Ama burada şöyle bir durum söz konusudur:Yorumcu/okuyucu,metni yorumlarken yazarı göz önünde bulundurmaz.Yani metinsel ve gramatik yorumlar yaparken yazarın niyetini göz önünde tutmaz,metni yazardan daha iyi anlamaya çalışır.En son bulgularını yazarın niyetine tatbik eder.Gadamer,onun bu tavrını eleştirir.Ona göre yorumlama,bilinenden(ortak anlama zemini) yabancı olana(metinlere) doğru olmalıdır.Zamanla yabancı olunan şeyin bilinen şeye dönüşmesiyle anlama olayı gerçekleşir.Hermenötik,hem bir yorumlama hem de uzlaşma sanatıdır(TATAR 2018: 34-35).Yani Schleiermarcher,yabancı olan metinden,bilinen anlama gitmeye çalışır.Ona göre hermenötik açıdan incelenecek bir metin filolojik bir çalışmaya tabi tutulmalı,eserin 3 / 12 yazıldığı dönemin dili ile eserin okunduğu dönemin dili arasındaki mesafe giderilmelidir. ‘Hermenötik,söylemin anlaşılmaması durumuna dayanır:Geniş anlamda,ana dildeki ve gündelik yaşamdaki yanlış anlamayı ihtiva eder’(SCHLEİERMARCHER 1998: 227-228 /akt.DAŞDELEN2007: 190).Ona göre hermenötik zaten bir anlama sorunu olarak ortaya çıkar ve bu sorun kendisine göre bir anlama sanatına dönüşür.Anlaşılmayan bir metin,hermenötiğe ihtiyaç duyar.Hermenötik de kapalılığı ve bulanıklığı gidererek anlamı belirginleştirir.Scheiermarcher’in hermenötiğinde ‘anlama’, ‘anlama sorunu’, ‘anlama sanatı’,’tersten okuma’ gibi kavramlar ön plana çıkar.O,gramatik,alegorik ve hukuki hermenötik gibi özel hermenötiklerin bilimsellikten uzak olduğunu düşünür(TAŞDELEN 2007:190).Bu nedenle ‘genel hermenötik’kavramını ortaya atarak teolojik metinlere uygulanan hermenötiğin dindışı metinlere de uygulabilirliğini savunarak hermenötiğe bilimsellik kazandırmaya çalışmış,ona metodolojik yaklaşmıştır. Dilthey, Scheiermarcher’in hermenötiğinden daha gelişmiş bir hermenötik anlayışı ortaya koymaya çalışır. Scheiermarcher’in hermenötiğe bir metodoloji getirme çabalarının üstüne Dilthey,ona epistemolojik bir zemin hazırlar.Ona göre edebiyat,bir yaşam yorumudur.Bu vesileyle yazarın yaşadığı dille yorumcunun dilinin yakınlaştırılmasından ve yazarın niyetinin okunmasından ziyade yazar ile yorumcuyu kesiştiren ortak tini bulmak gerekir.Çünkü bir edebiyat yapıtı meydana getiren koşulların anlaşılması yorumcu tarafından olanaklıdır.Bunu mümkün kılan,yazarla yorumcuyu metinde buluşturan ‘nesnel tin’dir(YALÇINKAYA 2021: 351).Nesnel tin,o dönemin tarihsel art alanı ve felsefi,sanatsal,dinsel düşünüş şekilleri ile toplumsal ve hukusal normlar ile siyasal düşüncedir(AKÇA 2021: 6). Yorumcu,yazarın eseri oluşturduğu dönemin ruhunu anlayarak metni yorumlamalıdır.Bu tinsel ve tarihsel ortam,edebiyat ortamını da etkiler(DİLTHEY 2011: 110).Okuyucu/yorumcu bir metne yaklaşırken o dönemin ruhunu göz önünde tutarak metinde anlatılan olayı yeniden yaşamalıdır.Yorumcu aynı zamanda,yazardan bağımsız bir nesnellikle yaklaşacağı için metni yazarından daha iyi anlayabilir.Çünkü o,metne dışarıdan bakabilme özelliğine de sahiptir.Metne dışarıdan baktığı için de yazarın göremediği şeyleri görme ve düşünemediklerini düşünme olanağına sahiptir.Bu vesileyle nesnel tin,yorumcu ile yazarı içine alan bir yapı sergilemiş olur. Scheiermarcher tarafından yorumcuya verilmemiş özgürlük,Dilthey ile verilir.Dilthey,hermenötiği daha bilimsel bir zemine oturtmaya çalışmıştır.Doğa bilimlerinde görülen süreklilik arz etme ve tekarlanabilir olma durumunu hermenötiğe yansıtmaya çalışan Dilthey,bunun yolunun ‘nesnel tin’ aracılığıyla yorumcunun metni ‘yeniden yaşama’sıdır. ‘Sosyal bilimlerin gayesi insanî ve sanatsal idrak olup bu ikisine ulaşmanın yolu doğa bilimlerindeki yöntemleri takip etmek değil, incelenmekte olan sosyal aktörlerin zihnindeki fikir ve değerlerin titiz bir şekilde tespit edilmesidir. İşte öznel anlama ya da yorum denen şey budur. Sosyal olaylarda bu tür bir anlamaya, “yeniden yaşama” (reliving) yoluyla ulaşılabilir.’(EBU ZEYD 2014: 247). Dilthey’a göre soysal bilimlerin yöntemleri doğa bilimlerinden farklılık arz edeceği için sosyal bilimlerinde nesnellik aranması mantıklı bir durum değildir.Çünkü sosyal bilimlere konu olan nesne değil,öznedir,yani insandır.İnsanın tecrübeleri ile ortaya çıkan sosyal bilimler araştırılırken ‘bilincin varlığı’ göz ardı edildiği için bilimsel bir temel oluşturulamamıştır.Dilthey,bu temeli oluşturmayı kendine görev edinir.Bu temel oluşurken 4 / 12 sosyla bilimlerin epistemeolojik ve psikolojik unsurları göz önünde bulundurulmalıdır.Çünkü insan doğası bu unsurlar üzerine temelenmiştir.Bu insan bilincinin bütüncül yapısını oluşturan ‘yaşam tecrübesi’dir.Bu yaşam tecrübesi yaşanılan şeyleirn tecrübesinden ziyade,yaşanan şeyi yaşayan bilinçle o yaşanılan şeyin üstüne düşünen bilinçtir.Yani yaşayan bilinç öznel,onun üzerine düşünen bilinç ise nesneldir.Bu durum sosyal bilimlere özgü bir durumdur.İnsan,bilinçli olarak yaşayan bir varlıktır ve bu bilinç üzerine sonradan düşünebilecek kapasiteye sahiptir.İnsan bilimleri bu öznel ve nesnel yaşam tecrübesini göz önünde bulundurularak temellendirilmelidir. ‘Öznel tecrübe bilginin temeli ve hiçbir bilgi türünde göz ardı edilmesi mümkün olmayan ön şarttır. Diğer taraftan öznel tecrübe bireyler arasında ortak nokta olduğu için, öznenin dışındaki nesnel idrakin de en uygun zeminidir, zira insan bilimlerinde ve özellikle tarihte bu nesnel idrak her zaman insani bir idraktir ve algılayan öznenin asli tecrübesine ait temel unsurlarla benzerlik arz eden yönler taşımaktadır. İşte Dilthey’in “Ben’in Sen’de yeniden keşfedilmesi” ya da “öznenin belli bir şahsa ya da eyleme odaklanması (projection)” veya “algılayan öznenin karmaşık yapıdaki ifade verilerine nüfuz etmesi” gibi ifadelerle ile işaret ettiği husus budur. Bu odaklanma (projection) ya da nüfûz temelinde, anlamanın zihinsel yaşamdaki en üst düzey şekli ortaya çıkar, yani şahısta veya nesnede yeniden yaşam söz konusu olur.’(EBU ZEYD 2014:247). Hermenötik de metinlere bu perspektiften yaklaşarak metinlere nüfuz etmelidir.Böylece bilimsel bir temel edinmiş olur.Dilthey’a göre bu temel doğa bilimlerinden farklıdır.Bu farklılık,hermenötiği farklı bir disiplin olma yoluna sevk eder.Yorumcu, ben’in sen de keşfini yaparak yazarı anlar,kendini belli bir şahsa ya da nesneye odaklayabilir ve anlayan özne olarak karmaşık yapıda verilen bir metne nüfuz edebilir.Bu durumun sonucunda yorumcu,yazarın fark edemediği şeyleri ya da onun kastettiğinden daha fazlasını bulur,metni yazarın anladığından daha iyi anlar.Çünkü yorumcu,metin aracılığıyla yazarın öznel tecrübesine vakıf olur,kendi öznel tecrübesiyle vakıf olduğu şeyin ötesinde anlamlar bulur.Böylece metnin,yazarın kastettiğinden çok daha farklı anlamları ihtiva eden bir bütün olduğu ortaya çıkar.Sözgelimi her yorumcunun yorumu,kendi ‘yaşam tecrübesi’ne dayalı olacağı için çeşitlilik gösterecektir.Bu durum akla Umberto Eco’nun Açık Yapıt’ını getirir.   ‘1) “Açık” yapıtlar hareketli olup, sanatçıyla birlikte yapıtı yaratmaya davet ederler.   2) Bir üst düzeyde (türün tipi olarak “hareketli yapıt” gibi) organik olarak tamamlanmış olmalarına rağmen, izleyicinin gelen uyarının bütününü algılama edimi sırasında ortaya çıkartacağı iç ilişkilerin sürekli yaratılmasına “açık” yapıtlar vardır. 3) Her sanat yapıtı, zorunluluğun açık ya da üstü örtülü poetikasının ürünü de olsa, sanal olarak sonsuz sayıda okumalar toplamına açıktır. Bu okumaların her biri yapıtta, belirli bir bakış açısına, beğeniye, kişisel performansa göre yeni bir canlılık sağlar.’ (ECO 2001:34-35). Açık yapıt kavramı,anlamsal olarak bir açıklıktan ziyade bitirilerek kapanmış bir yapıtın yoruma açık oluşunu ifade eder.Açık yapıt poetikasına göre okuyucu/yorumcu,kendi kültürel deneyimleri ve geçmiş yaşantıları uyarınca bir yapıta yaklaşır.Bu durum,son noktası koyulmuş olan bir yapıtın,sonsuz yoruma açılarak ‘çokluk’ olacak şekilde tamamlanmasını ifade eder. “Bir sanat yapıtı, biricikliği çerçevesinde, dengeli bir organik bütün olarak tamam ve kapalı; aynı zamanda da özgürlüğünü zedelemeden pek çok farklı biçimde algılanıp, yorumlanmaya elverişli olmasıyla açık yapıdadır. Böylece bir yapıtın her algılanışı onun hem 5 / 12 bir yorumu hem de bir performansıdır, çünkü yapıt her algılanışında yepyeni bir perspektife kavuşur” (ECO 2001: 10).Eco’nun bahsettiği açık yapıt,her metnin kendi içinde ifade ettiği açıklığı Anlatır.Bu durum Dilthey’in hermenötiğinde de görülür.Onun sözünü ettiği ‘yaşam tecrübesi’ kavramı,bir anlamda bir metni sonsuz okumaya ve yoruma açan bir satha nüfuz eder.Zaten hermenötik de anlama ve sorulmama sanatı ve metodolojisini ihtiva eder.Eco’nun bahsettiği sonsuz yorumlar,bu bağlamda hermenötik yorumlardır.Çünkü her okuyucu/yorumcu,kendi yaşam tecrübesi çerçevesinde metni yorumlar.Yani kendi öznel varlığıyla metnin öznel varlığını yansıtır.Dilthey’a göre bu öznel varlık,metne yönelik öznel tecrübelerini ifade ettiğinde nesnel bir nesnel varlık ortaya çıkarır.Kendi yaşam tecrübesini içsel olmaktan çıkaran özne,ifade etme sayesinde bu tecrübesini nesnelleştirmiş olur.Bu öznellik ve nesnellik,yaşanılan zamana ve çevreye göre değişkenlik göstereceği için hermenötik bir daire oluşturur.Karşılaştığımız her tecrübe,bizim tarihsellik sonucu oluşan bütüncül tecrübemizle karşılaşır,bu karşılaşma sonucunda bütüncül tecrübemiz de değişir.Bu tecrübe,bizim bütüncül tecrübemizin diğer tecrübelerimize yaklaşımımızı da etkiler.Böylelikle yorumcunun değişen tecrübe ufku,metnin anlamını da değiştirir.Dilthey’la birlikte yorumcunun özgürleşmesine olanak sağlayan hermenötik,Gadamer’le birlikte yorumcunun asıl özgürlüğüne açılır.Yorumcunun özgürleşmesi,yazarın ölümünü ortaya çıkarır.Yazar artık eseri üzerinde söz söyleyecek konumda değildir Gadamer’e göre.Onun eserinde ne söylediği değil,eseri hakkında ne söylediği önemli olabilir. Hermenötik noktasında Gadamer’den önce,onun hermenötiğine katkıda bulunan Heideger’in ‘ufuk’ anlayışından bahsetmek gerekir.Buradaki ufuk kavramı,Dilthey’in ‘yaşam tecrübesi’ kavramına gönderme yapar.Çünkü ufuk,kişinin içinde bulunduğu tarihsel,toplumsal,siyasal,toplumsal,kültürel koşulların hepsine atıfta bulunur.Heideger’e göre anlama,bireyin varoluşuna nüfuz eden bu ufuk aracılığıyla gerçekleşir. ‘Kişi bu ufkun dışına çıkarak anlayamaz. Bu durumda nesnedeki anlamın öznenin kendi ufkundan anlaşılması söz konusu olur. Artık burada anlama, nesnedeki anlama ulaşmanın yöntembilimsel anlamını aşarak, insanın temel varoluş biçimine, varoluşunu tanımlayan temel ruh hâline dönüşür. Anlama böylece yöntem olma özelliğini yitirerek, insan varlığının yeryüzünde bulunuş biçimine dönüşür.’(TAŞDELEN 2008: 94).Dolayısıyla Heideger,Schleiermacher ve Dilthey’in hermenötiğe getirmiş olduğu metodolojik ve epistemolojik sorgulamaları aşarak ona ontolojik bir hüviyet kazandırmış olur.Heideger’e göre varlık kendini dasein olarak açığa çıkarır.Burada kastedilen,varlığın kendi varlığını ‘orada olmak’ şeklindedir.(HITCHCOCK 2020: 224).Bunun yolu da varlığın kendi varlığını ‘anlama’sı ve ‘yorumlama’sından geçer.Kendi varlığını anlama ve yorumlama çabasında olan insan,kendi ‘düşünüyorum öyleyse varım’ını dasein olarak bulur.Yani Heideger’e göre insan,daha önceden sınırları belirlenmiş,dili belirlenmiş,tarihselliği belirlenmiş,kendisinden önce var olan bir dünyaya atılarak bu ‘dünyada var olmak’ zorundadır(HITCHCOCK 2021: 225).Dolayısıyla insan,kendi varlığını anlamaya ve yorumlamaya ihtiyaç duyar.Bunun için de kendi varlığını ortaya çıkarmalıdır.Bu ortaya çıkarma durumu için de ‘alethia’ kavramını kullanır.Alethia,açığa çıkarma,saklı olanı görünür hale getirmedir.Heideger hermenötiğinde sein(varlık),zeit(zaman),dasein(dünyada var olmak),alethia(açığa çıkarma) gibi kavramlar hayati öneme sahiptir.İnsan varlığı,belli bir zaman diliminde,hem tarihsel hem de dilsel anlamda sınırları önceden belirlenmiş bir dünyaya atılmışlığı ile kendi ufkunu oluşturur ve 6 / 12 kendi dünayada varoluşunu açığa çıkarmaya çalışır.Sonunda ulaşılan dasein’in ötesinde bir ‘açıklık’tır.Ama bu açıklık,açığa çıkarılan şeyin bir yönünü gösterirken diğer yönlerini gizler.Bu gizlerin çözülüşü de değişik yorumcuların bakış açılarıyla açığa çıkarılabilir.Tabi her zaman bir yönün gizlenmesi kaydıyla.Heideger’in hermenötiği, anamla ve yorumlamanın yanında zamansallık ve dilsellik zeminlerinde insan varoluşunun düşünülmesiyle yeni ufuklara açılmış olur(ÇETİN 2019: 70). Gadamer Hermenötiği ve Temel İlkeleri Gadamer,Heideger’in ontolojik anlama biçimini sürdürür.Heideger’in ufuk kavramını etkili  bir şekilde kullanarak onun tarihselliğine vurgu yapar.Tarihsellikten bağımsız bir şimdi düşünülemez. Gademer,Heideger’in dasein,yani ‘orada varoluş’ fikrinden yola çıkarak bu fikri ‘burada varoluş’u savunur.Çünkü insanın varoluşu,’dünyada var olmak’tır ve insanın bir şeyi anlamasını kendi kültürel-tarihsel konumlanmışlığından ayırmak mümkün değildir(HITCHCOCK 2021:  214).Gadamer’e göre anlama dilde gerçekleşen bir faaliyettir.Bu vesileyle ‘Hakikat ve Yöntem’ adlı bir kitap yazan Gadamer,tarihsel ve dilsel bir kuram geliştirir.Anlamanın dilde gerçekleşmesinin yanı sıra dil,insanın kendi varlığını ifade ettiği bir alandır.İnsan dilin içinde yaşayıp onun içinde hareket eder;onun içinde doğar,büyür ve gelişir.Varlık,kendine dili mesken tutmuştur.Gadamer,insanın tarihsel ve dilsel konumlanışını ‘etkin tarih’ kavramı ile açıklar.Ufukların kaynaşması sonucu açığa çıkan anlam,etkin tarih sayesinde gerçekleşir.Dolayısıyla hermenötik açıdan bir metne yaklaşan insan,etkin tarihinin sınırları çerçevesinde karşılaştığı metinle ufukların kaynaşmasını gerçekleştirir. Anlama faaliyeti Gadamer’e göre varoluşumuzu sayelerinde tasarladığımız toplumsal,siyasal,kültürel,tarihsel ufukların kaynaşması(fusion)dır.Bu kaynaşma süreci eski ve yenin gelenek içinde devam edişiyle mümkün olur.Geçmiş ve şimdi,eski ve yeni sürekli birbirlerinden ayrılmaksızın bir araya gelirler ve yaşama ilişkin tecrübeler,bakış açıları,yargılar oluştururlar.Böylece bizim karşılaştığımız şeylere bakışımız belirlenmiş olur.Ufukların kaynaşması,karşılıklı konuşma(diyalog) biçiminde ortaya çıkar.İnsan,kendi ufkundan bir başka ufka ulaşmaya çalışarak anlama edimini gerçekleştirmeye çalışır.Bunu yaparken kendisini kendisi yapan önyargıları,öznelliği ve tercih etme özellikleriyle kendi varlığını ortaya koyar.Anlama boyunca insan,dünyaya kendi ufkundan bakar ve olayları kendi ufkuyla anlar.Gadamer’e göre anlama,kendisi dışında var olan,karşılaştığı ya da karşı karşıya kaldığı bir şeyin ya da kişinin,yani ötekinin anlaşıldığı ya da anlamlı hale getirildiği süreçtir(HITCHCOCK 2021: 214-215).Ufukların kaynaşmasında bahsedilen durum,bu anlama sürecidir.Bir yanda tarihsel ve dilbilimsel bağlamda belli gelenekleri ve etkin tarihi vasıtasıyla şekillenmiş bir ufka sahip yorumcu,diğer tarafta yorumcunun anlamaya çalıştığı metin bulunmaktadır.Bu metin,yorumcunun yabancısı olduğu bir ufka sahiptir.Yorumcunun ufkuyla metnin ufku kaynaşarak diyalojik bir etkileşimde bulunurlar.Bu etkileşim sonucunda yeni bir anlam üretilir.Anlama,yorumcunun metnin özelliklerinin dikkatli bir şekilde okunması ve  karşılıklı konuşma ya da soru-cevap süreci yoluyla gerçekleşir.Bu süreç,bağlamın içine dalmayı ve bağlamlar arasında gidip gelmeyi şart koşan yaratıcı bir süreçtir.Bu bağlamda bir ‘çağdaşlık’ söz konusudur.Burada kastedilen,eskiden yazılmış 7 / 12 metnin bugünle konuşmasıdır.Bugünle konuşabilen bir metin ufukların kaynaşmasına şans tanır.Böylece geçmiş,sadece geçen bir zaman değil,bugünle konuşan bir zamandır. Gadamer,Hakikat ve Yöntem adlı eserinde,hakikatin bir yöntem aracılığıyla ortaya çıkamayacağını düşünür.Ona göre hermenötik,doğa bilimlerinin yöntemsel yaklaşımlarını aşmıştır.O,hermenötiği bir metolojiye kavuşturmaktan ziyade ona ontolojik olarak yaklaşmaya çalışır.Bunu yaparken tabi ki belli bir yöntem izler ama bu yöntem hakikatin ortaya çıkarılmasında sadece bir vasıta olur.Hakikati ortaya çıkaran ufukların kaynaşması ve diyalogdur.Yorumcu,metne yaklaşırken her şeyden önce onu kendi beninde var etmeye çalışır.Bu noktada onun etkin tarihi ve yaşam tecrübesi önemli yer tutar.Metin,bizim içinde saklı olan bilgiyi bulmamıza açık bir varlık olmaktan ziyade,kendi varlığımızla ona yaklaştığımızda bizimle konuşan bir yapı sergiler.Çünkü metnin de bir ufku,fenomenolojik bir görüngüsü ve bunun da ötesinde onu oluşturan bir hakikat vardır.Yorumcuyu yapan etkin tarih ile metnin hakikati konuşmaya başladıkları anda anlama gerçekleşir.Böylece biz hakikati karşılıklı olarak tecrübe etmiş oluruz.Buna da ancak salt bir yöntem bilgisiyle değil,ufukların kaynaştığı bir hermenötik çabayla ulaşılır. Gadamer’e göre anlama,etkin bir tarih çerçevesinde var olan bilinçli insanların dünyaya bağlanma yoludur.İnsan her şeyi anlamaya çalışır.Bu anlama çabası ontolojik olarak onun ‘burada var olma’sının bir sonucudur.Ona göre insan sınırları belli,zamansal ve dilsel bir dünyanın içinde doğar.Bu durum onun anlama faaliyetine girişmesine sebep olur.Böylelilikle anlama felsefi bir boyut kazanır.Aydınlanmacı düşüncenin öznelliği geri planda tutan bilimsel yaklaşımına karşı hermenötik,öznenin ve nesnenin karşılıklı konuşmasını öngörür.Dolayısıyla özne pasif değil,aktif durumdadır.Buradaki nesne,yazarla bağını koparmış bir metindir.Böylece yazarın ölümü gerçekleşir ve yorumcu tam bir özgürlük içinde metni yorumlayabilir.Yani Gadamer’e göre aslolan metin ve yorumcudur.Böylelikle yorumcu asıl ve doğru anlamı bulmaktan ziyade ufukların kaynaşması sonucu gerçekleşen karşılıklı konuşmayla bağlamın derinliğine iner ve farklı bağlamlar arasında gidiş gelişler yapar.Anlama,böylesi bir hermenötik çabanın ürünü olarak ortaya çıkar. ‘Yorumcunun kendi duruş biçimi oyuna dahil olurken sadece bir düşünce veya olasılık olarak hareket eder ve metnin içerdiği anlamın anlaşılmasına yardım eder. Bu durumda ortaya çıkan anlam ne sadece yazarın metne koyduğu anlamdır ne de yorumcunun tamamen yeniden oluşturduğu bir anlamdır, ortaya çıkan ikisinin de katkıda bulunduğu ortak bir üretimdir.’ (TOPRAK 2003: 126).   Burada oyun kavramından biraz bahsetmek gerekir.Gadamer,oyunu ontolojik anlamanın bir şifresi olarak görür.Burada kastedilen oyun,eserin kendi ontolojik bulunuşunu işaret eder.Dolayısıyla bu oyuna katılan yazar ve yorumcunun bilincinden bağımsız bir oyun söz konusudur.Oyun,oyuncuya kendi varlığını dayatır ve onları şekillendirir.Böylelikle oyuncu,metnin ontolojik olarak bulunuşunu ifade eden oyun vasıtasıyla kendi hakikatine de erer.Oyunun kendine has bir varlığı vardır,oyuncunun bilincinden bağımsız hareket eder.Oyunun oyun olmasını sağlayan,oyuncuyu kendi içine çeken oyunun kendisidir.Çünkü her oyun kendine hastır.Kurgulama vasıtasıyla meydana getirilen her eser,ontolojik olarak oyunsal bir bulunuşu ifade eder.Bununla birlikte oyun,eğer oyuncular varsa anlam kazanır.Oyuncu bir kez oyunun içine girdiğinde onu bu oyun atmosferinin içinde tutan,kendi 8 / 12 ontolojik varlığıyla oyunun ta kendisidir. Oyunculara düşen iş sadece oyunu kurallarına uygun bir şekilde yerine getirmek olacaktır (GADAMDER 1989: 103-107). ‘Gadamer’e göre, oyun ya da yapıtın kendi içinde taşıdığı anlamın yorumu zaman içinde değişikliklere uğrasa da kendi kendini temsili içinde anlamlı olarak var olması onun değişmez niteliğidir. Değişikliklere uğrasa da o hala kendisi olarak kalmayı sürdürecektir. Böylelikle yeni denebilecek her yorum oyunun belirli olan yapısını bozamaz, tersine her yeni yorum, bizi bu yapıya daha da yakınlaştıran bir nitelik taşır.’(TAŞÇIER 2017: 42)Buradan anlaşılacağı üzere zaman içinde değişikliklere uğrayan yorumlar,aslında istenen bir durumu ifade eder.Ve tabi bu yorumlar birbirleriyle çelişme durumu oluşturmazlar.Çünkü her oyuncunun(yorumcunun) oyuna katılışı,farklı etkin tarih mekanizmaları çerçevesinde gerçekleşen ufukların kaynaşmasının ürünüdür.Doğal olarak oyuncuların çeşitlenmesiyle birlikte doğan ve zamansal olarak farklı yorumlara da açık olan bir metin vardır karşımızda.Bu metin yorumcuların yorumlarıyla bir anlam kazanır. Oyun içerisinde,oyuncu olma payesiyle varlık kazanan yorumcu,oyuna ya da metne yaklaşırken kendi etkin tarihi,tecrübeleri ve onu var eden gelenek çevresinde metne yaklaşır.Bu durum,önyargılarımızın önemini açığa çıkarır.Gadamer’e göre yargılarımız,önyargılarımız kadar varlığımızı oluşturmada belirleyici değildir.Çünkü önyargılar,bir mantık süzgecinden geçmeden oluşur.Yargılarımız ise bir düşünme edimi sonucu ortaya çıkar.Bu sebeple yargılarımız,hakikat hakkında esas konumumuzu belirleyemez.Gadamer,Aydınlanma Düşüncesi’nin bilimsel yöntemindeki öznelliği geri plana atan objektiflik tavrına karşı çıkar.Çünkü bizi biz yapan önyargılarımız,bu düşünceye göre sadece olumsuz durumlar doğurur.Böylelikle geleneğin etkisi de yıpratılmaya çalışılmıştır.Gelenek vasıtasıyla oluşan önyargılarımız,her zaman olumsuz değildir.Gadamer,hermenötik olarak önyargıyı hem olumlu hem de olumsuz olarak düşünür.Ona göre varlığımız zaten bir önyargılar ve peşin hükümler gölüne batmış durumdadır.Bunlardan sıyrılarak metne yaklaşan ya da oyuna katılan yorumcu,nesnenin ifade ettiğinden ziyade bir yorum getiremez.Çünkü insan, önyargılarının oluşturduğu bir bütündür ve bu bütünü sadece insanın bireysel yargıları oluşturmaz.Önyargılar belirli bir tarihsel süreci,geleneği,şeyler karşısında yaşadığımız ufukların kaynaşmasını da içinde barındıran ‘burada oluş’un bizzat gerçekliğidir.Yani önyargılar bizim hakikatimizdir.Önyargılar olmadan anlama gerçekleşemez.Dolayısıyla hermenötik faaliyet,önyargıları önceleyen bir bakış açısına sahiptir.Çünkü önyargılar,yorumlama faaliyeti için bir başlangıç noktasıdır.Hermenötik daire onunla başlar ve sürekli onu değiştirip dönüştürerek anlamayı ortaya çıkarır.Bu anlamda ön yargılarımız dil ve tarih vasıtasıyla değişebilir.Oluşan her değişiklik yeni bir anlama,yeni bir yorum getirmiş olur. ‘Gadamer’in felsefi hermenötiği, Aydınlanma Düşüncesi’nin metne yaklaşımına karşı çıkar.Onun nesnelliği önceleyen tutumuna karşı ufukların kaynaşması fikrini savunur.Bu bağlamda hermenötiği de bu ufukların kaynaşması sonucu ortaya çıkan anlama olarak görür.Gadamer’in hermenötiğine bazı özet açıklamalar getirmesi açısından şu alıntıyı yapmak yerinde olur: ‘Hemenötik zaman zaman doğasındaki kavramsal ele avuca sığmazlık dolayımında eleştirilmiştir, fakat Gadamer’in söylediği üzere hermenötiğin “genel bir sistemlilik karşıtlığı 9 / 12 değil, yöntemin istismarına karşı bir koruma” olduğuna dikkat etmek önemlidir. Hermenötiğin doğasındaki kavramsal ele avuca sığmazlık bağlamında, konunun acemisi olanların bu hususta diyaloğa girebilecekleri genel bakış nitelikli birkaç başlangıç ilkesi mevcuttur. (…) Bu genel bakış, hermenötik yaklaşımın (a) açıklamadansa anlamayı gözettiğini, (b) yorumun öncelikli ve yerleşik konumunu kabul ettiğini, (c) yorumda tarihselliğin ve dilin rolünü teşhis ettiğini, (d) sorgulamayı bir karşılıklı konuşma olarak gördüğünü ve (e) çok anlamlılığa karşı rahat olduğunu aydınlatarak temel ilkelere vurgu yapmaktadır. (…) Hermenötiğin yukarıda belirtilen beş temel karakteristiğine ilaveten, eleştirel hermenötik yaklaşımın kavramsallaştırılması içinde, ikilikler arasında bir yol arayan ve seslerin çoksesliliğine ışık tutan bir eleştirel tutum önerilmektedir. ‘(AKINCI-ÇELİK 2014: 174).Buradan anlaşılacağı üzere hermenötik,Eco’nun Açık Yapıt’ında dile getirdiği çokanlamlılıkla örtüşme gösterir. Açık yapıtlar biçimsel olarak bir çokluk ifade ederler.Birden fazla,hatta çok fazla dizayn edilme ihtimalleri vardır.Sözgelimi bir yere kadar bir tercih sonucu,belirli bir yönde ilerleyen yapıt,birden bambaşka bir yola girebilir.Gidişatta yapılacak en ufak yorumsal değişiklik,yapıtın gidişatını değiştirir.Bu durum,yapıtı ihtimal olarak çoklaştırır.Bunun yanında halihazırda tamlanmaya ihtiyaç duyan metnin,sonsuz yoruma açık olması,farklı fikirlerin ifadesine imkan verir.Çoğulluk kavramı ile ifade edilen bu durum,halihazırda çokluk bakımından sayısal olarak farklı sonlara ya da farklı ilerleyişe imkan veren yapıtın,yorum olarak da tek bir şey ifade etmemesi durumunu daha da arttırmış olur.Böylece metin,sözdizimsel olarak ifade ettiği bir birimden,birden çok şey ifade edebilecek noktada olmuş olur.Çokanlamlılık diyebileceğimiz bu durum,aslında metnin yorumsal olarak kendi ifade ettiği şeyden daha çok şey ifade etmesinidir.Bunu sadece sonuç anlamında düşünmemek gerekir.Çünkü çokanlamlılık sadece bir kombinasyon,permütasyon hesabını içermez.Bir metnin tek tek her bir sözcüğünün,metni bütününde ifade ettiği anlamlar da çokanlamlılığı sağlar.Böylece her okuyucu/yorumcu için bir metin ortaya çıkmış olur.Gadamer de bu çokanlamlılığa vurgu yapar.Anlamın çokluğu,ufukların kaynaşması sonucu oluşmuş yeni anlamlardır. Bu çalışmada Orhan Kemal’in Murtaza romanı,Gadamer’in hermenötik anlayışı çerçevesinde yorumlanmaya çalışılacaktır.Bu yorumlama yapılırken olay örgüsünün tamamına yer verilmemiş olup sadece Gadamer’in temel kavramları çerçevesinde bir bakış sunulmuştur. Orhan Kemal’in Murtaza Romanına Gadamer Hermenötiğiyle Bir Bakış Murtaza romanı,çizgisel zaman anlayışı,sosyolojik bakış açısı ve başkarakter Murtaza’nın varaoluş sürecini anlatışıyla klasik bir romandır.Eserde tanrısal bakış açsının hakim olduğu görülür.Anlatıcı karakterlerine geçmiş,şimdi ve geleceklerine hakimdir.Buna mukabil anlatım üçüncü kişi ağzından yapılır.Bu da tanrısal bakış açısının bir sonucudur.Anlatının merkezinde yazar vardır bu sebeple.Eserde dilbilgisi kurallarına sıkı sıkıya bağlılık görülür.Orhan Kemal,kendi dilini oluşturma çalışırken bile dili kurallarına uygun kullanır ve estetik zevki gözetir.Eserin kişi kadrosu geniş olmakla beraber yardımcı karakterlerin olmayışı,karakterlerin çoğunun kart karakter ve fon karakter oluşu,romanın kişi kadrosunu arz ettikleri önem açısından daraltır.Kişi kadrosunun kalabalık olmasının nedeni,yazarın okuru bilgilendirmek ve zaman ve mekanın sosyolojik çözümlemesi verebilmektir.Bu yönüyle kart ve fon karakter olarak kullanılan karakterler:Şehit Kolağası Hasan Bey(Murtaza’nın 10 / 12 dayısı),Fen Müdürü,Kontrol Nuh,Azgın Ağa kart;Akile Hala(Murtaza’nın Halası),emniyet müdürü,komser,Murtaza’nın karısı,kızları Emine,Firdevs ve Cemile,Murtaza’nın büyük oğlu Hasan,Murtaza’nın küçük oğlu Hasan,fabrika katipleri,işçiler,kahveciler,şefler,ustabaşılar,Demokrat Parti İl Başkanı fon karakterlerdir. Orhan  Kemal’in Murtaza adlı romanı,kişisel değerleri ile doğrularına sıkı sıkıya bağlı,bu değerler ve doğrular uğrunda kendi sınıfını ezen,hatta onları jurnalleyen bir bireyin yaşadığı ruh durumunu konu alır.Eserde,görev ahlakı doğrultusunda hayata tek bir pencereden bakan Murtaza adlı bir bekçi başkarakterdir.Murtaza, ‘insan değerlerinden kopmuş olan kof buyruklar ile kurulmuş bir hoş görmezliği simgelediği için zorba;bu hoş görmezlikte saçmalığa vardığı için de gülünç’(YAVUZ 1974: 97) bir karakterdir.Bu karakter daha çok bir tip profili çizer.Eser,arka planda fakir işçi mahallelerindeki yaşamı ve bu mahallelerde yaşayan sömürüye uğramış insanların var olma savaşını anlatır.Yani bir anlamda bu insanlar,Heideger’in belirttiği gibi dasein olarak bu dünyaya adeta fırlatılmışlardır ve kendi varlıklarını bu fırlatılmışlık içerisinde ifade etmeye çalışırlar.Murtaza karakteri ise,daha ziyade Gadamer’in ifade ettiği ‘burada var oluş’ kavramını gerçekleştirmeye çalışır.Yani kendi varlığının hazır bulunduğu bir dünyada,karakterini biçimlendiren etkin tarihi çerçevesinde varlığını diğer insanlar üzerinde tahakküm kurmaya çalışarak ortaya çıkarır.Murtaza, ‘irtiza edilmiş,beğenilmiş,seçilmiş’(DEVELİOĞLU 1996: 685) anlamına gelir.Murtaza da amirleri ve kendisince çalışıp para kazanarak zengin olmuş insanlarca hem seçilmiş hem de beğenilmiş olarak görür.Murtaza,amirleri tarafından sıkı disipline tabi tutulmuş,onlardan takdirname almış bir bekçidir. ‘Bilirsiniz nedir kanun? Gördünüz kurs? Aldınız büyüklerinizden sıkı terbiye?" "Almadınız. Bilmezsiniz nedir kanun, disiplin, kurs hem de. Konuşursunuz haminnem gibi!" Adama önemle eğildi, sır verircesine: "Bir vazife büyüktür bir namuzdan!’(KEMAL 2017:16).Geçirimsiz görev anlayışı sebebiyle amirlerinden takdir gören Murtaza,aynı zamanda burjuvaları ve onların çıkarlarını da koruyan bir profil çizer.Bu minvalde bir görev anlayışı belirleyen Murtaza,kendi çıkarları ve de sınıfının çıkarları söz konusu olduğunda kayıtsız kalır.Bu yönüyle trajikomik ve dramatiktir.Bütün dünyayı kendi hoşgörüsüzlüğü ve hayata tek boyutlu bakışı ile kendine benzetmeye ve ona tahakküm kurmaya çalışır.Bu tahakküm kurma isteğinin bir boyutu Murtaza’nın güce olan hayranlığıdır.Bu güç istenci onda üstlerine karşı duyduğu hayranlık derecesindeki bağlılık duygusu ve onların yaşadığı lüks hayatı haklı görme şeklinde yansır. ‘Ona göre,güç yaşamın kendisidir.Bazen yaşama isteğinden de güçlüdür.Murtaza,kızı Firdevs’i fabrikada işin başında uyurken görür.Kurallarından,kendisinden taviz vermeyen Murtaza,kızını yere vurur ve kızının beyin kanamasından ölümüne sebep olur.Bu aynı zamanda Murtaza’nın güç gösterisidir.’(BAYRAM  2018:195). Ve tabi kendi sınıfından olanlara hatta kendi kızına bile acımaz.Onun için varsa yoksa vazife vardır ve vazife,üstlerin emri olduğu iççin kutsaldır.Etrafındaki insanlar üzerinde tahakküm isteğinin bir diğer nedeni de Murtaza’nın narsisistik kişilik özellikleridir.Bu özelliğin gelişmesinin en büyük uyaranı ise şehir dayısı Kolağası Hasan Bey’e duyduğu hayranlıktır.Bu hayranlık onda bir fikri sabit olur.Tıpkı dayısı gibi düşman üzerine yalın kılıç atılarak şehit olmayı ve kanını mübarek vatan topraklarına akıtmayı ister.Bu özelliği ile Don Kişot’a benzer dayısı.Murtaza’nın da kendi sınıfında karşı vermiş olduğu mücadele ve onları değiştirme isteği,yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot’la aynıdır.Çocukluk çağlarından beri libidinal enerjisini benliğine yönelten 11 / 12 rap uzaklaştı. Daha sonra da 'gecelerin hakimi'ymişçesine düdüğüne sarılarak harap evler kalabalığından ibaret mahalleye dehşetle öttürdü: "Fırrrrrrrrrr!"(KEMAL 2017:16).Gece geç saatlere kadar çalışmak zorunda olan insanların uyumayışı,Murtaza için disiplin dışı bir davranıştır.Geçim sıkıntısı,masraflar onu ilgilendirmez. Murtaza’nın dayısı ile olan ilişkisi onun içinde yetiştiği gelenek,etkin tarihi ve yaşadığı çevre ile ufuklarının kaynaşması süreci sonunda şekillenmiştir.Öyle ki Murtaza,her yaşantıya örnyargılarla yaklaşır ve bu önyargıların altında hep dayısı şehit Kolağası Hasan Bey vardır. Murtaza tüm bu özellikleriyle bir klasik roman başkarakteridir.Romanda ondan daha güçlü ve baskın bir karakter yoktur.Dürüstlük,doğruluk,namus,görev ahlakı gibi yüksek değerleri ondan başka kendisinde barındıran bir karakter yoktur.Roman boyunca Murtaza’nın birey olma şavaşı anlatılır.Etrafındaki iki yüzlü,laçkalaşmış,değerlerini yitirmiş insanların karşısında bir Don Kişot gibi durur.Etrafındakilere üstünlük kurmaya çalışır.Bunu yaparken despot tavırlar sergiler.Her şeye rağmen değerlerine bağlılığından asla vazgeçmez.Romanın sonunda dahi bu tavrını sürdürür.Tüm umutlarını bağlayarak dayısının ismini verdiği küçük oğlu Hasan,bakkaldan çeyrek ekmek çalarken yakalanır.Çocuk hakimin karşısına getirildiğinde,hakim çocuğu affetme yanlısıdır.Çocuğun çok aç olduğu için ekmeği çaldığını belirten hakime Murtaza ‘ "Haaayır!" dedi, "Olamaz aç benim oğlum! Kabul edemem açlığını! Velev olsa idi bile aç, çalmayacak idi, etmeyecek idi tenezzül hırsızlığa. Tükürecek idi kan, söyleyecek idi içtim kızılcık şerbeti! Şimdi sizden ederim istirham, edesiniz mahkûm, atasınız hapislere!" Sert bir dönüş, rap rap rap; çıktı gitti.’(KEMAL 2017:360).Bu vesileyle gülünçlük derecesine varan kişilik özelliğiyle Murtaza,bir tip olmaya daha yakındır.Murtaza tüm bu uzlaşmaz tavırları,değerlerinden vaz geçmeyişiyle bir klasik roman kahramanıdır.Ve Murtaza kadınlara karşı da temkinli yaklaşır.Onları hakir görür. ‘Murtaza, 'vazife bir sırasında' kadınlara zerrece önem vermezdi. Yalnız vazife bir sırasında değil, sık sık. Kadın nereden bakılsa 'bir kadın'dı işte. 'Saçı uzun aklı kısa.' İşitmemişti şimdiye kadar hiçbir kadının kurs görüp amirlerinden sıkı terbiye aldığını.’(KEMAL 2017: 13).Onun bu durumu yine güç istenciyle alakalıdır.Kadınları güçsüz varlıklar olarak görür.Bu da kadına klasik bir bakıştır.Murtaza’nın kadınlara bakışında da etkin tarihinin izleri görülür,kadınlar savaşmadıkları ve görev anlayışından yoksun oldukları dikkate değer değildir.
Murtaza
MurtazaOrhan Kemal · Everest Yayınları · 20183,394 okunma
·
365 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.