Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İnsan saadetinin Allah Teâla'yı bilmeye bağlı olduğu ne ile bilinir? diye sorulursa, cevabında deriz ki, bu şöyle bilinir: Her şeyin saadeti, onun lezzet ve rahatındadır. Her şeyin lezzeti ise, onun tabiatının gereğidir. Her şeyin tabiatının muktazası da onun için yaratıldığı şeylerdedir. Şehvetin lezzeti, arzusuna kavuşmak, gazabın lezzeti, düşmanından intikam almak; gözün lezzeti, güzel suretler görmek; kulağın lezzeti, güzel sesler ve yumuşak nağmeler dinlemektedir. Bunun gibi kalbin lezzeti de, kendisi için yaratıldığı şeyi temin etmektedir. Bu da işlerin hakikatini kavramaktır. Bu yalnız kalbe mahsustur. Şehvet, gazab ve beş duyu organı ile bilgi edinmek ise hayvanlarda da mevcuttur. Bu sebepledir ki insan, yaratılışı icabı bilmediği şeyi öğrenmek ister ve bildiği şeyler ile de sevinip övünür. Bu, adi işlerde de böyledir. Mesela satranç oyunu bilen kimseye, oyuna karışma diye ihtar etseler de buna sabretmesi zor olur. Ve tarafların bilemediği bir inceliği buldu mu sevinir ve üstünlüğünü göstermek için ister istemez ona haber verir. Kalb lezzetinin, işlerin hakikatini bilmekte olduğunu anladıktan sonra şunu da bilmek gerekir ki, bilgi ne kadar çok ve önemli şeyler olursa, lezzeti de o kadar fazla olur. Mesela, vezirin sırlarını bilen çok sevinir. Padişahın sırlarını bilen, onun memleket idaresindeki inceliklerini öğrenenden daha çok sevinir ve yine geometri ilmi ile astronomi ilimlerini bilen kimse, satrancı bilenden daha çok sevinir. Satrancı az çok bilen bir kimse, ancak satranç taşlarını yerli yerine koymasını bilen kimseden daha çok sevinir. Bu minval üzere bilgi ve bilginin ilgili olduğu ilim, ne kadar önemli olursa, onun lezzeti de o nisbette fazla olur. Hiç bir varlık, her şeyin şeref ve kıymet kaynağı olan, bütün âlemin hükümdarı olan; dünyanın acayip işleri onun eseri olan yaratıcı Allah Teâladan daha büyük ve daha şerefli olamaz. Bu itibarla Allah Teâlâyı bilmekten daha üstün ve daha zevkli bir marifet olamaz. Allah Teâladan daha hoş bir nazargah (bakılan) olamaz. Kalbin tabiatının muktazası (gerekli olan) gereği budur. Çünkü her şeyin tabiatının muktazası, o şeyin kendisi için yaratıldığı hususiyettir. Marifet arzusu olmayan bir kalb ise, gıdalardan iştahı kesilmiş bir hasta gibidir: Hasta bazan toprak yemeği, ekmek yemeye tercih eder. O hasta eğer tedavi görmez, bu bozuk arzusu gitmez ve tabiî arzusu yerine gelmezse, bu dünyada bedbaht ve helak olur. Bir kimsenin kalbinde, başka şeylerin arzusu, Allahû Teâlâ marifetinin arzusundan üstün gelirse, o kimse hastadır; tedavi görmezse öbür dünyada bedbaht ve helak olur. İnsanın bedenine bağlı olan bütün arzu ve lezzetler, şüphesiz ölümle son bulur. Marifetin kendisi ise, yerinde baki kalır; belki daha da açılır.
·
176 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.