Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Bilal yolakoç

Bilal yolakoç
@Bilal_ylkc
Sıkı Okur
|•Ne çocuklar gibi bir avuntu  olsun diye okuyun, ne de  muhterisler gibi kendinizi talime zorlarcasına. Hayır hayır; okuyacaksanız şifa bulmak için okuyun.
İmam Gazali hayatının son günlerinde, talebelerinden birine, en derin imanın ne olduğunu şöyle özetler: Ben bütün insanların yaratılmış bir şeye bel bağladığını gördüm. Kimi paraya, mal ve servete, kimi meslek ve zanaata, kimi de bir başka insana güvenip dayanıyor. Derken Allah'ın şu sözü üzerinde derin derin düşündüm: "Allah'a güvenen herkese O (tek başına) yeter. Gerçek şu ki, Allah, irade ettiği işi sonucuna ulaştırır (ve) Allah her şey için bir (vâde ve) ölçü belirlemiştir", Talâk, 65/3. Şunu da ekler: Bizler nefislerimizin arzusundan ziyade Allah'ın istediğini yerini getirmeye gayret göstermeliyiz."
Reklam
Kurtubalı İbn Hazm (994-1063), Allah'ın varlığının sözde delilleri konusunda şöyle diyordu: Allah'ın varlığını konuşma yetimizle ispatlayamayız; biz insanın yaratamadığı bir konuşma yetisinden dolayı Allah'a inanırız. Allah hakkındaki her türlü tefekkürün anahtarı belki de işte buradadır: İnsanın kendisinin bizzat yaratamadığı şeyler üzerinde tefekküründe.
Hem 20. yüzyılın, hem de 21. yüzyılın İslâm'dan öğrenmesi gereken çok şey var. Çünkü Müslümanlar, tekrar edelim, evrensel ilme en zengin katkıyı imanlarıyla ve en başta da Allah'ın yüceliği konusundaki tavizsiz ikrarlarıyla yaptılar. Bu, bilimlerin zeminini, bilimin ve tekniğin büyüme ve güç hedeflerinden daha üst hedeflere, bir adamın veya bir toplumun amaçlarından daha yüce gayelere göre düzenlendikleri anlamına gelir. Ayrıca bu, aklın sebepten sebebe ve sebepten neticeye inen kullanımından başka bir kullanımının da olduğu; gayeden gayeye, alt gayelerden daha üst gayelere yükselen ve hiçbir zaman bunun sonuna erişmeksizin kendisinin dışındaki her şeye bir anlam veren yüce birliği hedefleyen bir aklın da var olduğu manasına gelir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Büyük biyoloji bilgini Jozıf Nidam (Joseph Needham) 1969' da diyordu ki: "Sırf Avrupalı bir bakış açısı ile bakıldığı sürece, dünya meselelerinin asla ve kat'a çözülemeyeceğini düşünmemiz için hayli sebep var."
Avrupa ve İslam Mirası
Şayet Avrupa, artık bütün tarihin merkezi gibi görülmekten vazgeçilir ve insanî gelişme bir bütün olarak değerlendirilirse, 7. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar bir kara deliğin olmadığı, aksine tarihin en parlak medeniyetlerinden birinin, yani İslâm medeniyetinin ortaya çıktığının kabul edilmesi gerekir. Bazen "demir çağı" adı da verilen “karanlık” bir dönemin ardından Grek medeniyetinin belge ve bilgilerine Rönesans hiç de öyle doğrudan ve dolaysız bir şekilde mirasçı olmuş değildir. Ne Hıristiyanlık Helen dehasının bir uzantısıdır, ne de Aziz Toma (Saint Thomas) Aristoteles'in halefidir. Hz. İsa dünyaya gelmezden üç asır önce Arşimet'in ölümüyle birlikte askıya alınan ilimlerin gelişim seyrini Galile de yeniden başlatmamıştır. Dolayısıyla Batı'nın "gözkamaştırıcı tekbaşınalığı” (bilim, teknik ve sanatta her şeyi sadece ve sadece Batı yapmıştır iddiası) tam bir yutturmacadır. Yalancı bir rüya gibi kurtulunması gereken ve Avrupa'yı dünyanın merkezi gösteren birinci efsane işte budur! İslâm medeniyeti, bin sene boyunca geçmişi zenginleştirdi ve geleceği hazırladı. Bin sene boyu üstlenip yüklendiği bir kültürü İspanya ve Sicilya yoluyla Avrupa'ya aktardı.
Reklam
Müslüman coğrafyacılar, Hz. Peygamber'in sevgili bir sahabisi olan İbn Sa'di'nin şu sözünü sık sık yad ederler: Ruhlara işleyecek en anlamlı öğüt: Cihanın bilinmedik yörelerini gezip görmek ve engin denizlerde gelgitleri seyretmektir.
Bilal yolakoç
Bir kitabı okumaya başladı
Sorularla Osmanlı İmparatorluğu
Sorularla Osmanlı İmparatorluğuErhan Afyoncu
8.5/10 · 372 okunma
İslâm ilmi, modern denilen bilimin hiç de arkeolojisi (tarih öncesi) olmayan bir bilgi anlayışıdır. Bizim mazimize değil, istikbalimize ait bir hikmettir o. Çünkü İslâm ilminin tarihte neler ortaya koyduğuna bakmakla yetinmeyip de asıl onun ruhunu kavrayabilirsek, o anlayış, şu an maruz kaldığımız bilimcilikten yakamızı kurtarmamıza da yardım edebilir. Bilimcilik, bilimi bilgelikten (yani gayeler üzerinde tefekkür etme vasıtalarının tanziminden) koparmıştır. Bilim insanın gelişip olgunlaşmasını sağlaması gereken asıl boyutunu da budamıştır. Sonuçta, bilimin yegâne mutlak değer olduğunu iddia etmiştir. Ve bu mutlak değer adına, etkililiğin dışındaki her tür meseleye, kudret ve büyüme dışındaki her türlü değere artık insanımız sırt dönmektedir.
Ümmet, bir Toplum Sözleşmesi'nin ürünü değildir. Ümmet, o ümmeti oluşturan her bir kimsede, her bir kişinin ferdi çıkarlarını aşan ve hatta ne kadar geniş olursa olsun grubun menfaatlerini de geride bırakan bir gayenin var olduğuna olan kesin kanaate dayalı bir iman toplumudur. Bu ümmet, tarihinin ve tasavvurunun bütünlüğüyle insanlığı kapsar. İslâm toplumu bu evrenselliğin taşıyıcısıdır, çünkü üyelerinin her biri, her türlü ırk, yurt veya tarihî geçmiş farkını aşıp Allah'ın yüceliğine olan aynı imanla bütünleşerek bütün diğer üyelerle birleşip yekvücut olur.
Ümmet, bir Toplum Sözleşmesi'nin ürünü değildir. Üm-met, o ümmeti oluşturan her bir kimsede, her bir kişinin ferdi çıkarlarını aşan ve hatta ne kadar geniş olursa olsun grubun menfaatlerini de geride bırakan bir gayenin var olduğuna olan kesin kanaate dayalı bir iman toplumudur. Bu ümmet, tarihinin ve tasavvurunun bütünlüğüyle insanlığı kapsar. İslâm toplumu bu evrenselliğin taşıyıcısıdır, çünkü üyelerinin her biri, her türlü ırk, yurt veya tarihî geçmiş farkını aşıp Allah'ın yüceliğine olan aynı imanla bütünleşerek bütün diğer üyelerle birleşip yekvücut olur. Tam anlamıyla İslâmî bu bakış açısından baktığımızda, millet bir Batı hastalığıdır ve İslâm ümmetinin sömürgeci anlayışla parça parça edilişinin uğursuz bir mirasıdır. Tıpkı Batı tipi demokrasi gibi... Rekabetle ve medyayla un ufak edilen ve yönlendirilen bireyleri ve grupları karşı karşıya getiren ve çatıştıran Batı tipi demokrasinin, danışma prensibi ile yani, aralarında yatay rekabet bağının değil de her birinin Yüce Allah ile doğrudan dikey bağının bulunduğu insanların şûrâsı arasında hiçbir alaka yoktur.
Reklam
Kur'an ve Kadın
Bu Batılı "fanatizm”in tipik bir örneği, İslâm'da kadının durumuyla ilgili polemiklerdir. Bir kere daha, şöyle ikili bir ayırım yapmamız yararlı olacak: Kur'ân'ın hükümleri ile Müslüman ülkelerdeki uygulamayı birbirinden ayırmak, bu birincisi; ikincisi de, Hıristiyan halkların gerçekteki uygulaması ile Müslüman halkların
250 syf.
6/10 puan verdi
·
22 günde okudu
Sıcak avuçlarımda seni hissediyorum. Beklenmedik görüşlerde ve parlayan gözyaşlarında, seni tanıyorum. Damlalarca kan ve akamayan yaşlarla kaplı yollardan. Çok geç olmayacak hiçbir zaman, Yine yalnız ve talihsiz gideceğim. Ama bugün şarkılar söyle bana durmadan, sen, gökten bana gönderilen sevincim. Dönüp bana baktığında sıcak bakışlarla, Bir çift göz öyle masum ve büyülü, Erir sinemde uyuyan bozullar, Ve sularda yankılanır taze bir şarkıyla. Hâlâ dünyayı ve insanları seviyorum. Seviyorum emeklerin zorluğunu ve anlamsız umutları, Ve yine inanıyorum bizi gözleyen O'na, Takdiriyle emreder kaderimizi.
Namaz, her türlü kendi kendine yeterliğin (müstağniliğini), yani sadece insanın iktidarı ve sadece insanın bilgisiyle sınırlı kalma şeklindeki her türlü iddianın aksine, Allah’a bağımlı oluşun bilincine eriştir. İnsanın kendi geçmişinde zaten mevcut olan manevî enerjilerin basit bir ürünü ve de basit bir sonucu olmayan bir hâlin coşup taşmasının beklenmesidir. Oruç, insanın nefsini hayvani arzuların baskısından kurtarma azmini güçlendirir. Zekât, ekonomik hayatı ruhî hayatla, sosyal yardımlaşmayı imanla bütünleştirir. Zekât kelimesinin etimolojik kökeninde temizleme, arındırma fikri vardır. Zekât servetin temizlenmesi, arındırılmasıdır. Hac, nefsin iradesine boyun eğişten, Allah’ın mutlak hürriyetine doğru yol alışı sembolize eder.
Düşünceyi eylemden, bâtını zâhirden (içi dıştan) ayırmak, birlik ve bütünlük dini İslâm'a ters düşer. O yüzden tasavvuf, Müslüman derûnîliğinin, maneviyatının ve ruhaniyetinin öz be öz İslâmi bir şeklidir. Asıl gayesi de, insanı kendi manevî merkezinden uzaklaştıran nefsin her türlü heveskâr arzularına karşı derini mücadele demek olan büyük cihad ile, birlik ve bütünlük içinde bir İslâm topluluğu gerçekleştirmek için bu topluluğu ilâhî Kanun'a odaklanmaktan alıkoyacak her türlü putataparlık, iktidar, servet, sahte bilgi veya sahte ilahlara karşı durma eylemi demek olan küçük cihad arasında bir denge kurmaktır.
2.034 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.