Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

120 syf.
·
Puan vermedi
Erich Fromm severek okuduğum bir yazar. Kulaklarımıza aynı şeyleri duymaktan kurşun aktığı bir dönemde yeni şeyler söylüyor. Bazen kitap bittiği zaman çoğu fikrine katılımasamda nasıl bu kadar sevdiğimi soruyorum kendime. Bu kitabınında bazı yerlerine katılmasamda beğenerek okudum ve tavsiye ediyorum. Kitap Hakkında Freud ile Jung Yazar Freud'un din hakkındaki düşünceleriyle başlıyor kitaba. Freud'un aslında din düşmanı olmadığını açıklamaya çalışıyor. Freud'a göre din ilkel zamanlarımız için bir gereklilikti ama şimdi değil. Bırakın ilerlemeyi insanı geriletiyor bugün din. Freud'a göre dinin kökeni kendi dışında doğa güçleriyle, kendi içindeyse doğuştan getirdiği güdülerle baş etmek zorunda olan insanın acizliğinde yatıyor. Din, insanın bu içsel ve dışsal güçlerle baş etmek için henüz aklını kullanamadığı ve kendini bu güçleri bastırmak için başka ruhsal güçlerden yardım almak zorunda hissettiği gelişiminin erken bir evresinde ortaya çıkar. Bu nedenle insan, bu güçlerle akıl sayesinde başa çıkmak yerine mantıklı bir şekilde baş etmekte aciz kaldığı bu güçleri zapt etmek ve yola getirmek işlevini üstlenen "karşıt-hisler" ya da başka duygusal güçler aracılığıyla başa çıkar. (Syf. 22) Bu nedenle din Freud'a göre, bir çocukluk deneyiminin yinelenmesidir. Yazara göre bilinen bir diğer yanlışta Jung'un tek tanrılı dinleri savunduğu düşüncesi. Jung'a göre dinsel deneyim özel bir tür duygusal deneyim olarak tanımlanır: daha üstün bir güce teslim olma, bu üstün güç ister Tanrı olarak adlandırılsın isterse bilinçaltı. Hiç şüphesiz bu -söz gelimi, Hıristiyan dinleri içinde Luther ve Calvin öğretilerinin özünü oluşturur- belli bir tür dinsel deneyim için doğru bir tarumlamayken başka tür dinsel deneyimlerle, örneğin Budizmin temsil ettikleriyle çelişir. Bununla birlikte Jung'un din kavramı, doğruyla ilgili kendi göreceliği içinde Budizm, Musevilik ve Hıristiyanlık ile çelişir. Bu dinlerde insanın doğruyu arama yükümlülüğü zorunlu bir önermedir. Pilatus'un alaya sorusu "Doğru nedir?" yalnızca Hıristiyanlık bakış açısıyla değil aynı zamanda tüm büyük dinlerin bakış açısıyla da din karşıtı bir tuturnu simgeler. Freud ve Jung'un ayrı ayrı görüşlerini toparlarsak, Freud'un ahlakbilim -"dinsel" olarak adlandırılabilecek bir tutum- adına dine karşı çıktığını söyleyebiliriz. Öte yandan Jung, dini psikanalitik bir olguya indirger ve bilinçaltını da dinsel bir olgu olarak ele alarak yüceltir. (Syf. 29) Bazı Dinsel Deneyim Türlerinin Bir Çözümlemesi *Yetkeci: Hiç bir koşula bağlı olmadan başkalarının kendine boyun eğmesini ve bağımlılığını isteyen kişi.* Yazar daha sonra dinleri yetkeci ve insancı dinler diye ikiye ayırıyor. Yazara göre yetkeci ve insancı din: Bir dini yetkeci yapan şey, bu gücün uyguladığı denetimden dolayı saygı duyulmayı, önünde boyun eğilmeyi ve tapılmayı hak etmiş olduğu düşüncesidir. "Hak etmiş" sözcüğünü italik harflerle yazdım, çünkü bu sözcük tapmanın, saygı duymanın ve boyun eğmenin nedeninin ilahlığın ahlaksal niteliğinde yatmadığını, sevgiden ya da haklılıktan kaynaklanmadığını, ama Tanrı'nın kontrolü elinde bulundurması, yani insanın üzerinde bir güce sahip olması gerçeğinde yattığını gösteriyor. Bu sözcük, bunun yanı sıra, daha üstün bir gücün kendine tapması için insanı zorlamaya hakkı olduğunu ve boyun eğmemenin ve saygı göstermemenin günah sayılacağını ortaya koyuyor. Yetkeci dinin ve yetkeci dinsel deneyimin vazgeçilmez bir unsuru, insanın kendini aşan bir güce teslim olmasıdır Bu tür dinde asıl erdem itaattir, başlıca günah itaatsizlik. Nasıl ilah her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen olarak tasarlanıyorsa insan da güçsüz ve önemsiz olarak tasarlanır. İnsan ancak tam bir teslimiyetle ilahın lütfunu ve yardımını kazanırsa kendini güçlü hissedebilir. Güçlü bir yetkeye tes- lim olma, insanın yalnızlık ve eksiklik duygusundan kaçışı- nı sağlayan çıkış yollarından biridir. İnsan teslim olma edi- miyle bağımsızlığını ve bütünlüğünü yitirir, ama adeta bir parçası haline geldiği huşu telkin eden bir güç tarafından korunduğunu duyumsar. (Syf. 42) Buna karşılık insancı din, insanı ve insanın gücünü merkezine alır. İnsan kendini, türdeşleriyle ilişkisini ve evrendeki konumunu anlamak için akıl gücünü geliştirmek zorundadır. Hem sınırlarına hem de gizilgüçlerine ilişkin gerçeği kavraması şarttır. Hem kendini hem de başkaları- ni sevme yeteneğini geliştirmeli ve yaşayan tüm canlılarla dayanışma deneyimini tatmalıdır. Bu amacı doğrultusunda kendine rehberlik edecek ilkelere ve ölçütlere sahip olmalıdır. Bu tür bir dinde dinsel deneyim, kişinin düşünce ve sevgiyle kavradığı dünyayla bağına dayanan herkesle bir olma deneyimidir. İnsancı dinlerde insanın amacı en büyük gücü elde etmektir, en büyük güçsüzlüğü değil; erdem kendini gerçekleştirmektir, boyun eğmek değil. İnanç, kişinin duygu ve düşünceleriyle edindiği deneyime dayanan yargılarının kesinliğidir, önerene duyulan saygıdan dolayı önermeleri kabul etmek değildir. Hüküm süren ruh hali sevinçtir, yetkeci dinlerdeyse hüküm süren ruh hali keder ve suçluluktur. İnsancı dinler tanrılı olduğundan tanrı insanın hayatı boyunca kavramaya çalıştığı kendi doğal yeteneklerinin bir sembolüdür; gücün ve buyurganlığın sembolü değildir, tanrının insan üzerinde bir gücü yoktur. (Syf 43-44) Yazar daha sonra  *usavurma*  kavramı üzerinde duruyor ve şöyle diyor: "İnsan doğuştan bir sürü hayvanıdır. Hareketleri, önderi izlemek ve etrafındaki diğer hayvanlarla yakın ilişki kurmak için doğuştan getirdiği bir güdüce belirlenir. Madem bizler koyunuz, varoluşumuz için sürüyle ilişkimizi yitirmekten ve soyutlanmaktan daha büyük bir tehdit yoktur. Haklı ve haksız, doğru ve yanlış, sürü tarafından saptanır. Ne var ki bizler yalnızca koyun değiliz. Aynı zamanda insanız da, özfarkındalıkla ve doğuştan sürüden bağımazlık anlamma gelen akılla donatılmışız. Davranışlarımız, doğruluğu başka larinca paylaşılsın ya da paylaşılmasın kendi düşüncelerimiz sonucu belirlenebilir. Koyun doğamız ile insan doğamız arasındaki bölünme iki tip yönelme için temel oluşturur: sürüyle yakınlık kurmaya yönelme ve akla yönelme. *Usavurma*, koyun doğamız ile insancıl düşünme yeterliliğimiz arasında bir uzlaşmadır. Bunlardan insan doğamız, bizi yaptığımız her şeyi aklın yoklamasıyla sınamamız gerektiğine inandırır, bu nedenle de akıldışı düşüncelerimizin ve kararlarımızın akla yatkın olduğunu göstermeye yöneliriz. Ama koyun olduğumuz için de akıl bizim asıl rehberimiz değildir; bize tümüyle farklı bir ilke, sürüye bağlılık ilkesi rehberlik eder. Düşünmenin iki anlamlılığı, akıl ve usavurma gücü arasındaki ikiye bölünme insanın içindeki temel bir ikiye bölünmenin, eşsüreli tutsaklık ve özgürlük gereksiniminin yansımasıdır. Aklın gelişmesi ve tam olarak ortaya çıkması özgürlüğün ve bağımsızlığın tümüyle elde edilmesine bağlıdır. Bu elde edilinceye kadar insan, kendi topluluğunun çoğunluğunun doğru olmasını istediği şeyi doğru olarak kabul etmeye yönelecek; insanın yargıları da sürüyle bağlantı gereksinimi ve sürüden soyutlanma korkusu tarafından belirlenecektir. Pek az kişi, ilişkinin kopması tehlikesine karşın soyutlanmaya göğüs gererek gerçeği söyleyebilir. Onlar insan soyunun gerçek kahramanlarıdır ama onlara göre hâlâ mağaralarda yaşıyor olmamız gerekirdi. Kahraman olmayan büyük çoğunluk içinse aklın gelişimi, her bireye tam anlamıyla saygı duyulduğu ve devlet ya da başka bir topluluk tarafından kuklalaştırılmadığı; bireyin korkmadan eleştirebildiği ve gerçeğin peşinden gitmenin insana kardeşlerinden soyutlamadığı, bunun yerine onu başkalarıyla bir hissettirdiği bir toplumsal düzenin ortaya akışına bağlıdır. Bu gösteriyor ki ancak insan soyunun tüm bölümlerinin üstünde bir insan topluluğu oluşturulduğunda, ancak insan soyuna ve onun ülkelerine bağlılık var olan başlıca bağlılık olarak görüldüğünde insan yansızlık ve akıl için tam bir yeterliliğe erişir." (Syf. 60-61-62) *Ruh Hekimi* olarak psikanalist Bu bölümde yazar sağlık kavramını sorgulatıyor. Kime sağlıklı denir sorusu üzerinde sürekli tartışılan bir konu. Normal işinde çalışan insan sağlıklı mı? Yazar uyum sağlamış insan ile sağlıklı insanın farklı şeyler olduğunu söylüyor. Daha sonra Freud'un nevrozun özünün Odeipus kompleksinin oluşturduğu cümlesini uzun uzun açıklıyor. İlk insanların aile bireyleriyle cinsel ilişkiye girme meselesinin; ırkçılığa, bizden olana her türlü bağlılık bizden olmayana her türlü karşı çıkma gibi olayların özünü oluşturduğunu iddia ediyor. Dinlerinde bunu yasakladığı çünkü bunun doğru olmadığı dile getiriliyor. Bu kendinden olana tapma olayı aşılması gereken bir konu olarak güzel bir şekilde uzun uzun açıklanmış. "Anne babaya bağlılık bir -hatta en temel- aile içi cinsel ilişki biçimidir; gene de toplumsal evrim sürecinde başka bağlılıklar kısmen bunun yerini alır. Klan, ulus, ırk, devlet, toplumsal sınıf, siyasal partiler ve pek çok başka kurum ve örgütlenme biçimi ev ve aile haline gelir. İşte ulusçuluğun ve ırkçılığın kökleri buradadır ki bunlar sırasıyla insanın kendini ve başkalarını özgür birer insan olarak görmemesinin bir belirtisidir." (Syf. 80) "Kişi, ancak aile içi cinsel ilişkiye özgü bu bağlardan vazgeçerse kendi grubunu eleştirel bir biçimde yargılayabilir; yoksa hiçbir biçimde yargılayamaz. İlkel kabileler olsun, uluslar ya da dinler olsun pek çok grup kendi varoluşuyla ve liderinin gücünün onaylanmasıyla ilgilidir; bu gruplar, insanın doğasında var olan ahlaksal sezileri sömürerek grubu çatışma içinde olduğu yabancılara karşı uyarır. Ama kişinin ahlaksal sezilerini ve yargılarını zapt etmek için de kişiyi kendi grubuna karşı ahlaksal bir tutsaklığa hapseden aile içi cinsel ilişkiye özgü bağlardan yararlanır, böylelikle kişi ahlak ilkelerinin kendi grubunca çiğnenmesini eleştirmeyecek, ama başkalarınca çiğnenmesi onu şiddetli bir muhalefete sürükleyecektir." (Syf. 83) "Psikanaliz ayrıca sevginin doğası gereği tek bir insanla sınırlanamayacağını gösterir. Bir tek kişiyi seven ve "komşusunu" sevmeyen birinin tek kişilik sevgisi, teslimiyete ya da egemenliğe bağımlılıktır ama sevgi değildir. Bunun yanında komşusunu seven ama kendini sevmeyen birinin de komşu- suna duyduğu sevgi içten değildir. Sevgi, bir kabul ve saygı tutumuna dayanır, kişi bu tutumu -neticede sadece başka bir insan ve başka bir komşu- olan kendine karşı da göstermi- yorsa onun sevgisi hiç mi hiç yoktur. İnsancı dinlerde insa- nın Tanrı sevgisi kavramının ardında yatan insani gerçeklik üretken bir biçimde sevme, açgözlü olmadan sevme, boyun eğmeden ve baskın olmadan sevme, varlığının doymuşlu- ğuyla sevme yeteneğidir; Tanrı sevgisi de tıpkı böyledir, güçten kaynaklanır, güçsüzlükten değil." (Syf. 85) "Günaha tepki, kendine özgü günah kavramına ve deneyimine göre değişir. Yetkeci bir tutum içindeyken insan günahlarının farkına varması ürkütücüdür çünkü günah işlemiş olmak, günahkârı cezalandıracak olan güçlü yetkeye boyun eğmemiş olmak demektir. Ahlaksal zayıflıklar başkaldırı edimleridir ve yalnızca yeni bir teslimiyet cümbüşüyle ödünlenebilirler. İnsanın suçluluk hissine verdiği tepki ahlaksız ve aciz olmak, kendini tamamen yetkenin merhametine bırakmak ve böylelikle bağışlanmayı ummaktır. Kuşku ve ürküntü, bu tür tövbeciliği yansıtan bir ruh durumudur. Bu tövbeciliğin sonucu günahkar, ahlaksızlık duygusunun müptelası olur, ahlaksal olarak zayıflar, kendine karş nefret ve tiksinti duygusuyla dolar ve bu nedenle aşırı ölçüde dövündükten sonra da yeniden günah işlemeye eğilimli olur. Bu tepki, dinin önerdiği ayinsel bir ödünlemeden ya da kişiyi suçluluk duygusundan kurtarabilecek bir rahibin sözlerinden daha az uçta değildir. Ama şu var ki kişi, suçluluğun acısının dinmesinin bedelini günahları bağışlama ayrıcalığına sahip olanlara bağımlılığıyla öder. Dinler içindeki insancı eğilimlerde günaha karşı tamamen farklı bir tepki görüyoruz. Yetkeci düzenlerde teslimiyetin telafisi olarak daima var olan nefret ve hoşgörüsüzlük duygusunun olmadığı insancıl dinlerde; insanın yaşam kurallarını çiğneme eğilimi anlayışla ve sevgiyle karşılanır, aşağılama ve ayıplamayla değil. Suçun farkındalığına karşı verilen tep ki kendinden nefret değildir, daha iyiyi yapmak için duyulan etkin bir dürtüdür. Hatta bazı Hıristiyan ve Yahudi sofulan günahı erdem kazanmanın bir önkoşulu olarak görür. Onlar günah işlersek ve ancak bu günaha korkuyla değil de kurtuluşumuz için duyduğumuz kaygıyla tepki verirsek tümüyle insan olabileceğimizi öğretir." (Syf. 86)
Psikanaliz ve Din
Psikanaliz ve DinErich Fromm · Say Yayınları · 20231,076 okunma
·
1 artı 1'leme
·
184 görüntüleme
Songul okurunun profil resmi
Elinize sağlık. Çok güzel yazmışsınız. Erich Fromm'a ben de çok katılmasam da çok severim. Sevgiyi anlamlandırma çabası çok hoş :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.