...Şeria’dan gelen sivrisinekler beni zehirledi ve ağır hasta olarak kaza merkezine ve oradan da liva merkezine gelerek tedavi altına alındım. Aradan üç-dört gün geçtikten sonra Ezra’da isyan çıktığını jandarma karakollarının basıldığını ve isyanın gittikçe büyüdüğünü haber aldım. Hasta hasta merkezde vazifeye başladım. Benden mütemadiyen kuvvet istiyorlardı. Ben de müfrezeler geldikçe gönderiyordum. Çanakkale Harbi’nden gelmiş bir piyade alayı da liva merkezinde bulunuyordu. Alay Komutanı, Mevkii Komutanı sıfatıyla ara sıra jandarmaya da emir veriyordu. Benim istirahatlı olduğum halde çalıştığımı da biliyordu. Bir gün bana geldi ve, “Ben buranın yabancısıyım. Cemal Paşa’ya yazdım, durumu anlattım. Bu muhitin yabancısıyım. Kendi kendime yapamam. Muhite aşina ve herkesçe tanınan jandarma estersüvar komutanının buradan ayrılmamasının emredilmesini bildirdim. Herhalde bir iki güne kadar müspet veya menfî bir cevap gelir. Sizden ricam, emir gelinceye kadar bir tarafa ayrılmayınız. Bir tarafa asker göndermek lazım gelirse Alayım hazır. Keyfiyeti mutasarrıf beyefendiye de arz ettim” dedi.Ertesi günü Ezra’ya gelmiş olan Suriye Valisi telgraf başında beni buldu. “Geri kalan askerle hemen Ezra’ya hareket et. Suriye Alay Komutanı da sizinle görüşecek” dedi. O da aynı emri veriyordu. İki kuvvet arasında kalmıştım. Ben at üstünde duracak halde değildim. Tedavi altındaydım. Durum dolayısıyla yerimde vazifeyi deruhte etmiştim (üstlenmiştim). Esasen hastane doktorlarının tedavisi altındaydım. “Başhekimle görüşeyim, müsaade ederse geleyim” dedim. Filhakika Askeri Hastahane Başhekimi Lütfü Bey’e söyledim. “Olamaz, sen bu halde dışarıda vazife göremezsin, isterlerse heyeti sıhhiye rapor verir” dedi.Mevki komutanını da tembih etmiş olduğu anlaşılıyordu. Kendi amirlerim mağdur oldular. Evvelce de beş ay kadar hastanede Arabistan hummasından yattığımı doktorların olurunu almak zorundaydım. Çok halsizdim, yerinde vazife almayı da zaruri görüyordum. Asiler liva merkezini de basabilirlerdi. Usat (asi) miktarının on bin süvari ve ona yakın piyade olduğu söyleniyordu. İki gün sonra Cemal Paşa’nın emri geldi. Bunda Havran Livası iki mıntıkaya ayrılmakta, liva merkezi dahil Aclun ve Busr-ı Eski Şam kazalarının idare ve
inzibatı, doğrudan doğruya benim emrime; Ezra, Süveydiye ve Mismiye kazaları da Havran Jandarma Tabur Komutanı emrine veriliyordu. Şu hale göre sevk ve idare hakkındaki tereddüt de bu şekilde sona ermiş bulunuyordu. Kazalar için hazırlamış olduğum bir emri, telle (telgrafla) derhal verdim. İstasyon muhafızlarıyla istasyon memurlarına da amirleri vasıtasıyla gerekli emirleri ilettim. Her akşam muayyen saatlerde mülkiye ve hat telgrafhanelerinden raporlar veriliyordu.Bir gün cenup istasyonlarından birisi, “Araplar tarafından istasyonun basılıp ateş altına alındığını, hemen kuvvet sevk edilmezse makinenin ve istasyonun terk edileceğini, muhaberenin devam ettiği şu dakikada da kurşun yağmuru altında bulunduğunu, Arapların kimler olduğunu ve miktarını bilmediğini” bildirmiş. Hareket müfettişi de bir makine hazırlatarak emre hazır bulundurmuş. Hat telgrafhanesine gittiğimde hareket müfettişi de oradaydı. “Aman Selahattin Bey, vaziyet vahim, böyle olursa bu istasyonların sekiz-on kişiyle muhafazası zor. Bunları derhal takviye edelim” dedi. Arkadaşım olan zata, “Sakin olunuz. Biraz ben telle görüşeyim” dedim.İstasyon memurunu sıkıştırdım. Arap olan bu memur aynı nakaratı tekrarladı. Telgraf memuruna, “Yaz,” dedim, “sana kuvvet göndermeyeceğim. Oradaki erat şehit ve gazi olmayınca her aradığım dakikada seni makine başında bulmazsam, sana en ağır muameleyi yapacağım” dedim. “Hareket müfettişini, ne de bu memuru sık sık arasınlar. Oraya askerin lüzumu yok” dedim. Rica etmek istedi, “Olamaz, siz yalnız iki makine ve dört vagonu daima hazır bulundurunuz. Alınacak mühim haberleri derhal bana bildiriniz” dedim. Aradan iki saat geçmeden kuzeydeki Müzeyrip iaşe ambarının basıldığını haber verdiler. Hazır olan kuvvetler demiryolundan, süvari de karadan sevk edildi. Araplar iki ateş arasında kalarak aldıklarını geri bıraktılar. Biraz da yaralı verdiler. Hareket Müfettişi hayretle, “Ne güzel buluş” dedi. Ertesi günü öğleye doğru, “Cenup’taki istasyon memuru ne oldu, makine başında ölmesin?” dedim. Güldü, “Ben de merakla takip ettim. Ne istasyonun bir camı kırılmış ne asker yaralanmış, ne de Arap istasyonun yakınlarına sokulmuş” dedi. “Ona göre memurlara şiddetli emir verirsiniz, aksi takdirde çok ağır ceza görürler” dedim. Bu harekât-ı askeriyede benim mıntıkamda bundan farklı faaliyette bulunan istasyon basılmamıştır.