Büyük Cemal Paşa'nın emir ve komutası hususunda söz söylemek rütbe ve mevkiim itibarıyla haddim değildir. İdarecilik bakımından, dışarıdan yapılan onca tenkitlere rağmen, diyebilirim ki çok yüksek evsaftadır. Değerli valilerimiz kendi yanlarında ancak ikmali tahsile muhtaç talebe halinde bulunabilir, dürüst, her türlü ahlaki bozukluğundan aridir ve çok yüksek vasıflı vatanperverdir. Mizacı sert, bununla beraber hakkı daima teslim eder ve vicdanını bilerek suiistimal etmez.
Merhum Büyük Cemal Paşa, Cebel-i Duruz'da Süveydiye'de bir tayyare (uçak) gösterisi yaptırmıştı. Çok alçaktan yapılan bu gösteride tayyare büyük kışlaya çarparak düşmüş, pilotu da hafif yaralı olarak kurtulmuştu. Bu tayyarenin enkazı Süveydiye'den Dera'ya getirilirken tayyare askerlerinden ikisi tüfek kurşunlarıyla şehit edilmiş ve ellerinden mavzer filintalarıyla cephaneleri alınmış, gece husule getirilen bu vakada failler anlaşılamamıştı.
Şehit edilen bu genç askerlerin ikisi de İstanbullu, gönüllü olarak askere katılmış, saf ve temiz simalı idi. Üzerlerindeki askeri elbiseleri de hususi yaptırdıkları anlaşılıyordu. İçlerinden birisi vurulduktan sonra gayret edip bir köye kadar gelmiş. Durumu, köyün şeyhine anlatmış ve hemen kapısının ağzında son nefesini vermiş. Şeyh de lazım gelen hürmetle cenazeyi ayak altından kaldırmış ve üzerini temiz, beyaz bir çarşafla örtmüş.
Askeri yerleştirmiş olduğum küçük bir tepeye geldiğimde devriyeden gelen erlerimizin Hüveytat aşiretinden beş kişiyi getirmiş olduklarını gördüm. "Bunları niye getirdiniz" dedim.
"Ekinleri harap ederken bizzat gördük, halkın şikâyeti üzerine de yakaladık” dediler. Fena halde öfkelenmiş, içlerinden tam karşımda duranına,
"Niçin ekinleri harap ediyorsunuz? Siz ne vahşi insanlarsınız" diyerek bir iki tokat attım. Kaçmak isterken Arap jandarmalar yakaladı.
Bu Arap jandarmalara, "Siz ne biçim Müslümansınız, bu Türk kâfirine dövdürmek için beni tutarsınız? Türkler gâvur oğlu gâvurdur. Nasıl olur da siz evlad-ı Arap bunlarla beraber olursunuz?" dedi. Arap jandarmalar da, "Sen Müslüman olsan evvela halkın yiyeceğini harap etmezsin. Sonra bu gâvur dediğin Türk kumandan kadar biz evlad-ı Arap Müslüman olamayız. Müslümanlığı bizden daha iyi bilir ve bize Müslümanlık öğretir. Kimsenin ırz ve namusuna, mal ve canına dokunmaz. Dokunanları da çok ağır ceza eder. Sen bunun yanında Müslümanlık iddia edemezsin" dedi.
Selahattin Günay Birinci Dünya Savaşı yıllarında Suriye ve Filistin’de görev yapan genç bir subay olarak, tanık olduğu olaylara ilişkin kaleme aldığı anı kitabıdır.
Lawrence ile karşılaşması, isyanlar, yerel halkla kurduğu diyalog, esir düşmesi ve bir tarihi geride bırakıp geri çekilirken duyduğu cümle;
“bizi kimlere bırakıp gidiyorsun türk?”
1912-1918 yılları arasında Filistin ve Suriyede subay olarak görev yapan Selahattin Günay’ın anılarını yazdığı kitap, o dönemde bölgedeki insanların davranışları ve dönemin olayları ile ilgili birinci ağızdan bilgiler içeriyor. Özellikle Arapların Türklere bakış açılarının nasıl önyargılı olduğu ve yanlış tanıdıkları anlaşılıyor. Hatıra sahibi bölgede Osmanlı hakimiyetinin devamı için elinden geleni yapıyor. Beni şaşırtan kısım ise kitabin sonunda Lawrence'i yakaladığını anlatır bunu Lawrenceda "Bilgeligin yedi sütünü" kitabında doğrular hatta kitapta Selahattin Günay'a iftira atar. İskence yaptığını söyler. Bu olay ayrıca 1960larda çekilen "Arabistanli Lawrence" filminde yansıtilmıştır izlemek isteyenler için linki aşağıda bırakıyorum
youtu.be/kLXB55ATiDA
Anı kitaplarından hoşlananlar için tavsiye edilebilir...Sadece okurken biraz zorlanabilirsiniz eski Türkçe çok terim
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş devresi bir güneşin batarken bulutların yanar gibi görünüp, suyun üzerine bir kızıllık düşürerek görsel bir şölen yansıtması gibi sahnelere tanık olmuştur. Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi'nde 'Biz ol al-i himem erbab-ı cidd ü içtihadız kim, Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten' diyordu. O