Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım. Gayem ne kendimi methetmek ne de hususi bir maksatla menfaat teminidir. Sadece genç bir Türk subayının çalışma sahasının müsaadesi ölçüsünde neler yapabileceğinin gösterilmesi ve bazı tarihi vakaların da daha yakından aydınlatılması ve canlandırılmasıdır. Bazı vakalarla ilgili olan şahısların mühim bir kısmının sağ olmasından ve memleket dışında bulunsalar da hiç kimsenin bir surette zarar görmesini istemediğimden isimleri ve hatta bulundukları yerler bile zikredilmemiştir.1890 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. Babam Hafız Halil, annem Nefser’dir. Her ikisi de İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Ve belirli ailelere mensupturlar. Babam Hafız Halil, emir ve komuta altında yaşamayı sevmez. İstibdada karşı daima isyankâr tavır takınmış ve bu yüzden kendisi başta olmak üzere, beş arkadaşıyla birlikte Sultan II. Abdülhamit tarafından Şam’a sürülmüştür. Pehlivan yapılıdır ve silah kullanmasını bilir; toksözlü ve cesurdur.Sultan Abdülaziz’in katli hadisesinde, Manyasızâde Refik Bey’le beraber veresenin (mirasçıların) vekâletini kabul etmiştir. Henüz baba kucağında iken bana verdiği en mühim derslerden biri, “Sakın elini kana bulam a”dır. Yaşlandıkça, “Oğlum sen yalnız olarak öleceksin. Kimseye bağlanma ve kimseye güvenme. Allah’a kalbinle bağlan ve ondan yardım iste. Hacı olsun, hoca olsun görünüşe aldanma. Arkadaşlarınla laubali olma, daima ciddi görüş. Lüzumsuz hiddet, şiddet gösterme. Zulüm iyi değildir, zalimler çabuk cezalarını görürler. Nasibini Allah’tan iste, vazife dolayısıyla kimseden beş para alma” gibi daha birçok nasihat aldım. Bugün gibi bilirim... Bu nasihatların hepsini tuttum. Hatıralarımda da geçecektir. Yalnız, “Şam’dan evlenme” dediği halde noksan soruşturma dolayısıyla bir hataya düşerek Şam’dan evlenmiş oldum ve sonra günahını da çektim.
Sultan II. Abdülhamit devrindeki okul hayatım normal geçmiş sayılmaz. Hususi aldığım derslerle 1322 rumi yılında (1906/1907) Mekteb-i Hendese-i Mülkiye’ye müracaat ettim. 450 idadi mezunu talip arasında imtihan ve ayrıca müsabakaya girdim. Alınacak kırk efendiden otuz yedinci olarak kabul edildimse de eşyalarımı alıp mektebe geldiğimde, Okullar Kumandanı Topçu Ferik M azhar Paşa’nın karşısına çıkardılar. Bu adamcağız ezilip büzülüp şöyle söyledi: “Hereke’den beş efendi iradeyi seniye (devlet katından gelen bir emir) ile imtihansız olarak Hendese-i Mülkiye’ye alınmıştır. Sen de otuz yedinci olduğun için şimdi alınamayacaksın, ne yapalım talihine küs.” İstibdat döneminde ağzım açıp bilhassa padişaha karşı bir şey söylenmezdi, yutkundum. Çok çalıştığım halde, çok istediğim bir okula giremeyince herhalde rengim değişmiş olacak ki, “Oğlum fazla üzülmeyiniz, arzu edersen seni de doğrudan doğruya Topçu Harbiyesi’ne aldırayım, usulden değil ama ben de bir irade çıkartayım” dedi. İsyan içinde bulunan ruhum taşmak üzereyken yalnız, “Hayır hayır başka lütuf istemem” dedim. “Oğlum senin kadar ben de müteessirim, başka ne yapabilirim, sen bu akşam babanla görüş, yarın bana haber ver” dedi. Babama söylediğimde o da çok müteessir oldu; “Gitmemen belki hayırlıdır” dedi.