“Bütün hayatların, her şeyin oradan dışarı aktığı ve her şeyin oraya geri döndüğü bir çekirdeği, merkezi, sıfır noktası vardır.”
Women’s Prize for Fiktion ödüllü bu kitap, Shakespeare’in Hamlet oyununa adını veren oğlu Hamnet’in vebadan öldüğü rivayeti üzerine kurgulanmış. Yazar, tıpkı Shakespeare gibi, oyun kurmuş, sone yazmış. Birinci perde şiddet, sevgisizlik, ikinci perde umut, sevgi, bağlılık; son sahnede bir şiir, dizeler ölümün ve kaybın sarmal kafiyesiyle. Ve tüm bunların üstüne de biraz büyü serpilmiş.
1596..İskenderiye limanındaki maymundan miçonun üzerine sıçrayan bir pire, gemiyle denizleri aşıp Avrupa’ya kadar gidecek . Önüne çıkan ne varsa tutacak kolundan, doymak bilmez, karanlık bir şeytanın, vebanın ellerine bırakacak.
Pirenin torunlarının dünyada o güne kadar görülmemiş kanlı bir savaşı nasıl da birkaç sıçrayışla örgütlediğine bakacağız. Salgın bir hastalığın yayılmasını sanki bu pirenin masalı gibi okutacak bize O’Farrell. Bir çocuk, Iskenderiye’den, maymundan, miçodan ve pireden habersiz, kaderi onlardan sebep, ateşler içinde yatıyor olacak. Başında bekleyeceğiz, yüzyıllar önce bir annenin yaşadığı acıyla dağlanarak. Ömür gibi gelecek.
“Arkanı dön,” diyor ölüme. “Gözünü kapa. Bir saniyecik.”
Shakespeare’in oğlu Hamnet’in hikayesini okuyacağımızı sanıyoruz ya başta. Yok hayır, Agnes’in hikayesini okutacak bize yazar. Gölgelerde kalmış, emeği ve fedakarlığı tarihe geçmemiş, ömrünün şiiri ünlenmemiş Agnes’in..Tarih ondan ‘Shakespeare ‘in karısı’ diye söz ederken, bu satırlar Shakespeare’den ‘Agnes’in kocası’ diye bahsedecek. Agnes’in hikayesi bu, onun ormanın kuytularında sızan ışığa sığınmış çocukluğunun, daha kaderin bile niyet etmediği yazgıları sezen yüreğinin, bu dünyayla öbürü arasındaki zar gibi ince çizgiyi gören gözlerinin, ama en çok evlat acısıyla çayır otları gibi ufalanıp dağılışının öyküsü..
Masalsı, büyülü gerçekçiliğin kıyılarında dolaşan, hem kurgu hem de metin olarak enfes bir kitap Hamnet. Bu yılın en iyilerinden biri benim için. Okuru çok olsun.