Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yolsuzluk, mektepsizlik, adaletsizlik, idaresizlik, toprak ağalarıyle şeyhlerin her tarafta el ele verişi de devlet otoritesinin ancak vergi veya asker almak için köyü hatırlayışı, bu direnişleri kolayca besliyordu. Bu sonuçlara varınca, elindeki silahın sağlamlığına güvenemeyen bir Şövalye gibi, harbin neticesine ve memleketin geleceğine olan güvenimi, zaman zaman duman bürüdüğü oluyordu. Harbi ruhen benimsemeyen, nerede ve niçin harp ettiğini bilmeyen, hatta kendi varlığının cahili olan askerlerimle uğraşırken, onlara acımakla, onları yadırgamak arasında bazı ruh çatışmaları duyardım: — Bu insanlar neye yarar, derdim, bu adamlarla, bu birbirini tutmayan, birbirine yapışmayan insan malzemesiyle hangi toplum yapısı düzenlenebilir? Ancak disiplinin kıskacı içinde savaşıyorlar ve ölüyorlar demektir. Bu şehit künyesi diye askerlik şubesine gönderdiğimiz isim, belki de hakikatte yakalanmış bir asker kaçağının uydurma adıdır. Galiba biz kendi kendimizi aldatıyoruz. Galiba ilerimizde Turan'ı kurmak isterken, gerçekte, arkamızdaki Türkiye bile bizim değil... Hatta ilk iş, belki de Turan'dan önce Türkiye'yi kurmak ve kazanmak?... Fakat düşüncenin seli bu kayaya çarpınca, karşımda gene bizim bölüğü görüyordum. Maddesi, niteliği ve iç yapısı bilinmeyen bölüğü... Yani o zamanki Anadolu'nun, o zamanki Anadolu toplumunun gerçek bir parçasını?... O vakit: — Pekiyi ama, diyordum, bu insanlar kendi sefaletlerinden niçin kendileri sorumlu olsunlar? Evet, kendi maddi ve manevi sefaletlerinden? Yüzyıllar boyunca bu insanlara ne verdik? Köylerine yol mu yaptık? Yol başına mektep mi kurduk? Camisi, muallimi, imamı var mı? Hastalıklarıyle mi savaştık? Eşkıyaya, toprak ağasına, şeyhe, mütegallibeye karşı onu koruduk mu? Dinin hükümlerini, milletin adımı, vatanın sınırlarını öğrettik de öğrenmediler? Verdiği vergileri, aldığımız askerleri ne yaptığımızı söyledik mi? Padişahın adını nereden bilsin? Başkentin adını neden bilsin? Hatta bütün bunlara rağmen onun bugün gene burada olmasına şükretmeli. Yoksa bu at bir gün başını kaldırır ve bizi üstünden atabilir!... Hem biz onu ayıplarken, acaba biz dinimizi biliyor muyuz? Milletimizin adı bize malum mu? Türk müyüz yoksa Osmanlı mı? Vatanımız nerede başlıyor, nerede bitiyor? Anadolu'dan daha büyük olan ve şimdi her sınırında şu beğenmediğimiz Anadolu çocukları çarpışan o Arap çölleri acaba vatanımız mı, yoksa değil mi? Bu suallere biz hangimiz cevap verebiliriz? Vatanımız Türkiye mi, yoksa hayalimizde yaşattığımız Turan mı? Bunun cevabı nedir? Şu beğenmediğimiz insan varlığının iç âleminde binbir çeşit hurafenin, binbir çeşit inancın kalıntıları yaşıyor, doğru. Fakat biz acaba neye inanıyoruz? Hem onun zararı yalnız kendine. Halbuki biz kendimizle beraber onları da birden batırabiliriz! Harbi ruhen benimsemediyse suçu ne? Harbi açan, harbi isteyen o mu? Yahut biz bu harbi açarken ona sorduk mu? Ona anlattık mi?... Hatta bu harbi açanlar, bu maceraya girerlerken bize sordular mı?
Sayfa 90 - Remzi Kitabevi / Şu Bilinen HikâyeKitabı okudu
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.