Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Halbuki o tarihlerde Türkiye hiç şüphe yok ki bir inkılâp yaşıyordu. Bu inkılâp bitmemişti. Fakat görünüyordu ki bazı insanlar bu inkılâbın önünde değil, ardında koşuyorlardı. Çankaya'da yerleşen insan, bu inkılâpların listesini, bu insanlara ne çare ki evvelden bildirmemişti. Öyle görünüyordu ki, Çankaya'da yeni bir inkılâp hamlesinin saatı çalınca, bu hamle Mecliste hemen bir kanun haline geliyordu. O zaman her şey kolaylaşıyordu. O zaman, başına kanundan önce şapka giydi diye genç bir gazeteciyi merdivenlerden yuvarlayan adam, aradan kısa bir süre geçince, ünlü bir müderrisi şapka giymedi diye darağacına verebiliyordu... "Almanya'da inkılâp olamaz. Çünkü kanunen memnudur!" diyen Heine'nin sözünü, biraz değiştirerek bizim için de söylemek kabildir: — Türkiye'de her inkılâp olur, fakat ancak kanun yoluyla.... Bu bizim millet topluluğumuzun bir vasfıdır. Tarihimizin akışı, bu vasfı böyle geliştirmiştir. Yüzyıllar boyunca içinde yaşadığımız yayla ve ordu hayatı, bizde toplumsal bir kumanda ve disiplin nizamını her şeyin üstüne çıkarmıştır. Bu toplumun vicdanını temsil edecek otorite bir hakan mı olur, bir şef mi yoksa bir kurultay mı? Elverir ki iradesini bütün millete hâkim kılacak bir makam bulunsun... O zaman oradan gelecek kanunlar bütün hayat nizamımızı değiştirirse bunlar, milletin ruhunda bir su gibi kolayca akarlar. Hatta yukardan gelen bu iradeyi, bizim evvelden sezmemize, yahut tasvip etmemize de lüzum yoktur. Biz padişaha bağlı görünürken o bize "şapka giyeceksin" derse, biz kadınlarımızı kafes arkasında saklarken o bize "kadınlar hayata karışacaktır!" derse, daima onun dediği olur. Bizde terakkinin, tarihi manivelası, öyle görünüyordu ki budur... Başkanın kızgınlığı hâlâ geçmiyordu. Fakat kendimi ne sanık, ne de suçlu sayıyordum. Daima bir şeylere inanan ve inandığı şeyler için elbette ki cesur olan genç bir insanın temiz heyecanıyle konuşuyordum. Sözlerim oldukça uzun sürdü. Fakat başkan sözlerimi kesmedi. Yalnız sözlerim ilerledikçe mahkeme heyetinden ziyade etrafımdaki arkadaşlarımda bir huzursuzluk hisseder gibi oldum. Bunların bir kısmının bana, beni son defa görüyorlarmış gibi baktıklarından emindim. Mahkeme kürsüsünün arkasındaki duvara büyük bir portre asılmıştı. Bütün bu inkılâpları yapan ve gene ömrü vefa edip de zaman ruhunu engellemezse, daha nice ve nice inkılâpları yapabilecek olan adamın portresi. Ben sözlerime devam ettikçe, bu tablodaki sima sanki canlanıyor gibiydi. Gür ve uçları yukarı kalkık kaşlar daha da şahlanıyordu. Güzel yüzünün hatları geriliyordu. Yeşil mavi gözleri açılıyor, harekete geliyor gibiydi. Fakat bu gözlerde hiçbir gazap, hiçbir kızgınlık belirtisi yoktu. Bu sima bana, dinlediklerinden memnundur gibi görünüyordu... Sözlerimi başladığım hava içinde bitirdim." (9) Artık geleceği oluruna bırakmak lâzımdı. Mahkeme heyeti kısa bir ayrılıştan sonra gelip yerini aldığı zaman, başkanın yüzü benim beklediğimden çok daha sakindi. Rengi, tavrı tabiiydi. Başkan hükmü, hatta biraz da hayırhah, yumuşak bir ifadeyle bildirdi: 11 kişi mahkum olmuştuk. Ben, on yıl hapis yatacaktım.
Sayfa 316 - Remzi Kitabevi / Eriyen Bir Mum Gibi / (9) Mahkeme azalarından bilâhare dost olduklarım, bilhassa savcı Necip Ali Küçüka, benim mahkemedeki bu konuşmamın üstünde sık sık durmaktan ve onu her vesileyle anlatmaktan zevk duyardı.Kitabı okudu
·
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.