Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

324 syf.
7/10 puan verdi
·
5 günde okudu
KAPLANIN SIRTINDA-kitap yorumu
Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli
her zaman ne yazsa okurum dediğim yazarlardan biri. Dili, ele aldığı konuların ilgimi çekişi, ele alış tarzı hep çok hoşuma gitmiştir. Okuduğum en iyi kitaplardan olan
Serenad
Serenad
ve
Kardeşimin Hikayesi
Kardeşimin Hikayesi
eserlerinin yaratıcısı olması ona olan bağımı çok arttırmıştır. Bu eser de livaneli'den okuduğum 7. eser oluyor. En beğendiğimden en az beğendiğime doğru sıralarsam: Serenad-Kardeşimin hikayesi- Huzursuzluk- Kontantinniye oteli- Engereğin gözü- Kaplanın sırtında- Balıkçının hikayesi Bu eserini de çok merakla beklemiştim ve okumayı çok istiyordum çünkü konusunun osmanlının yıkılıdığı dönemi anlattığını ve 2. abdülhamid'i anlattığını biliyordum. Ayrıca çıktığı dönemle birlikte çok fazla tartışmaya konu olmuş bir eser olduğunu da duyuyordum. Beklentim oldukça fazlaydı bu eserine karşı. Çok fazla beğeneceğimi düşünüyordum ve en sevdiğim kitaplardan biri olacağına inanıyordum ancak beklentimi o kadar da karşılayamadı. Konusundan kısaca bahsedersem; Livaneli bize yıkılmakta olan osmanlı devletinin son padişahı II. Abdülhamid'i , Abdülhamid'in sürgüne gönderildiği Yunanistan'da onunla ilgilenen doktoru tarafından tutulan kayıtlarla onun gözünden anlatıyor. Dönemi, yaşanan olayları, Abdülhamid ve ailesinin durumu, düşüncelerini, toplumu aktarıyor yazarımız bize. Öncelikle yazarımızın diliyle başlamak istiyorum. Gerçekten Livaneli'nin eşsiz bir dili olduğunu düşünmüşümdür hep. Çok akıcı bulurum yazdığı eserleri. Su gibi akıp giden ve merak uyandıran bir dili var bence. Bu durumu bir tek balıkçı ve oğlu eserinde hissetmemiştim ve onu okurken sıkılmıştım ama bu eserinde de aynı şey oldu diyebilirim. Gerçekten okurken ilk defa bu kadar sıkıldığım bir eseri oldu. Konusundan dolayı mı yoksa ele alış biçiminin tarihsel ciddiyetinin ağır olması ve roman havasında olmasını istememesinden dolayı mı bilmiyorum ama genel olarak hızlı ilerlemeyen, merak uyandırmayan, donuk cümlelerle dolu bir eserdi. Bunu yazarımızdan hiç beklemediğim için şaşırdım açıkçası. Bu durum beni ara ara eserden kopardı ve geçekten okuyasım gelmedi, konunun etkilenmemi sağladığı büyü bozuldu. Çok çok sıkılanacak gibi de değil ama kesinlikle akıcı değildi bence. Yazarımızın Abdülhamid'in psikolojisini yansıtma amacı bence yerine getirilmişti. Adamın psikolojisi çok güzel aktarılmıştı. Bir gün herkesin taptığı bir padişahken bir anda içi boş küçük bir eve sürgüne gönderilip hapis hayatına geçmesi çok etkileyici bir şekilde anlatılmıştı. Abdülhamid'in o kabullenişi, isyanı, kurnazlığı, hala ayakta kalma çabası, hastalık hastası oluşu doktorla olan diyaloglarında inanılmaz yansıtılmış, betimlenmişti. Her şeyden önce farklı bir bakış açısı kazanmamızı da istemiş Livaneli bence. Herkesin lanet ettiği bu adamın gözünden biraz bakmamızı istemiş. Onu savunmamış ama yaptığı şeylerin arka planını bize göstermek istemiş. Kavgada her iki taraftan da bakılmalı sözünü bize göstermek istemiş bence. Çoğu cümlesi onu Abdülhamid'i savunmuş gibi gösterse de aslında kitap sonundaki söyleşisinde de dediği gibi sadece bize onun penceresinden bir psikoloji göstermek istemiş. Daha fazla Atatürk sahnesi görmek isterdim eserde. Beklediğim kadar yer verilmemişti açıkçası. Bu yazardan kaynaklanan bir durum değil bence , tamamen konunun işlenişi albülhamid'e odaklı olduğu için ona yönelik bir anlatım vardı. Atatürk'ün olduğu sahneler henüz tarihe onun fikirleriyle yeni çıktığı zamanlardı (adının yeni yeni duyulduğu, herkes tarafından fikirlerinin ve duruşunun garipsendiği bir subay olarak çıkıyor karşımıza). Abdülhamid gerçekten şaşırdığım bir karakter oldu. Daha önce en ufak bir fikrim yoktu o döneme dair ve padişaha dair. Bu eser bana bu konuda tamamen bir ışık oldu diyebilirim. Merak ettim ve araştırmaya başladım o dönemi. Abdülhamid eserde de bahsedildiği gibi oldukça kurnaz bir padişah bana göre. Döneminde çok az idam yapmış ancak içten içe kışkırtmalar sonucu idam ettirmediği insnaları öldürtmüş (mithat paşa'yı idam sırasında bağışlamasına karşı yemen'de gizlice öldürtmesi ve bunu kabul edip üstlenmemesi mesela). Ermenilerle olan olayları ve diğer devletlerin devletimize bulaşmaması için onları birbirleriyle kapıştırtmış. Harp den korktuğu için olayları siyasetle halletmeye çalışmış. Bu tutumu aslında mantıklı gibi gözükse de (çünkü ne zaman sürgüne gönderildiğinde harpe giriyor devletimiz ve birbiriyle kapışan sırplar yunanlılar bir anda kardeş olup üzerimize saldırıyor selanik'i almaya çalışıyorlar. ) yine de eksiklerle dolu bir yönetim. Batı hayranlığı beni çok şaşırttı diyebilirim. Abdülmecid (amcası) ve Murad'la birlikte yaptığı avrupa gezisinden oldukça etkilenmişler ve batıyla aramızın nasıl açıldığını ağlayarak farketmişler. Nerede hata yaptıklarını sorgulayıp batılılaşmaya çalışmışlar ancak bu halk tarafından olumlu karşılanmamış ve batı özentisi olarak görülmelerine sebep olmuş. bu kısımlarda üzüldüm doğrusu. Belki de iyi bir şey yapmaya çalışıyorlardı. Halk henüz batılılaşmaya hazır değilmiş. Livaneli çok güzel bir söz ekliyor esere. Doğu ve batı arasında kalmış bir devletiz biz her zaman. Ortadayız ve asla hangisi olduğumuza karar veremiyoruz. Bu da bizi kendi aramızda iç savaşlara sürüklüyor. Günümüzde de bu böyle. Abdülhamid sürgüne gönderiliyor ama devlet düzelmiyor ve tam tersi yönde kötüleşmeye devam ediyor. Bu durumu da sorguluyor doktor ve olaya topaç yorumu yapıyor. Topaç dönüyor ama dönmüyormuş gibi gözüküyor. Aslında kötüleşiyoruz ama kimse farkında değil. Atatürk'ü bekliyoruz gelip durumu kurtarması için. Okurken canım Ata'm dedim bir kere daha. Bizi nasıl bir dipten çıkardığı bir kez daha gözler önünde aslında eserde onun adı çok geçmese bile. Dönemi çok güzel aktarmıştı yazarımız ama biraz daha toplumun kesimlerinden parçalar da almasını isterdim. Bu kısımlar da eksikti bence. Daha çok padişaha olan tutum aktarılmış ve diğer devletlerle birlikte kültürümüz, durumumuz aktarılmıştı. Halkı da aktarmasını isterdim ama çok uzatabilirdi bu da eseri. Belki bu yüzden bu kısma girmemişti yazarımız. Ayrıca eserde en çok dikkatimi çeken şey de İngilizlerle ilgili kısımdı. Hayatım boyunca ingiliz tarihine ilgi duymuşumdur ve ingilizlerin siyasetinden korkmuşumdur. Aynı şeyleri Abdülhamid'in de hissetmesi beni çok etkiledi. Gerçekten izgilizlerden korkuyor ve onlardan çekiniyor. "Bu hayatta bir fareden bir de ingilizden korkacaksın" diyip farenin seni uyuşturup kemirmesiyle ingilizlerin tutumunu benzetiyor. Güzel bir benzetmeydi bence. Doktoru tam çözemedim eser boyunca. Abdülhamid'den nefret ederkeen onu dinlemesiyle fikirlerinin nötrlenmesi ve aklını karışmasını izlemek etkileyiciydi. Doğru yolu bulmaya çalışıyor. Abdülhamid'in onu kurnazca hatıralarını yazması için etkilediğini düşünüyorum. Bence gerçekten sinsi ve kurnaz bir padişah. Genel olarak tarih kitabı gibi gördüğüm bir eser oldu benim için. Çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim çünkü dediğim gibi çok akıcı değildi , Livaneli'nin akıcı kalemine alışmış biri olarak bunu söyleyebilirim. Ayrıca tarih kitabı gibi olmasına karşın yine de tam tarih kitabı diyebileceğimiz kadar detaylı bilgiler de içermiyordu. Livaneli ile tanışmak için uygun bir eser olduğunu düşünmüyorum. en sevdiğim kitapları arasına girmedi ama bana en fazla bilgi katan kitabı oldu diyebilirim.
Kaplanın Sırtında
Kaplanın SırtındaZülfü Livaneli · İnkilap Kitabevi · 20239,6bin okunma
44 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.