Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

248 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
Auschwitz felaketini; insanlık tarihinde eşine az rastlanır bu soykırımın, vahşetin, acımasızlığın hikayesini anlatan çok sayıda roman yazıldı. Primo Levi de bu romanında, yaşanan acı günlerin birinci ağızdan tanıklığını aktarıyor. İtalya’da faşizmine karşı direniş grubunda iken yakalandığında Auschwitz’e gönderiliyor Levi. Bu hikaye ilginç; siyasi faaliyetlerinden dolayı vatan hainliği ile suçlanıp hemen idama gönderileceğini düşündüğünden, Yahudiliğini ön plana çıkarıp bir çalışma kampına gitmenin kendisi için daha doğru bir hamle olduğunu düşünüyor. Zira savaşın sonuna yaklaşıldığı 1944 senesinde dahi hala bu kamplardaki soykırım kamuoyuna yansımamış durumda. Yahudilikle bağlarını çoktan koparmış bir komünist olarak yaptığı tercihin yanlışlığını kısa zamanda anlıyor Levi, ancak yine de kurtuluş için savaşın sonuna kadar dayanması gerekiyor. Primo Levi bir yazar değil, kimya mühendisi ve kendi ifadesi ile, kamplarda yaşananlara dair canlı tanıklığı olmasa yazar olmayı hayal bile etmezmiş. Bunu anlatımda da görüyoruz; edebi hiçbir cazibesi olmadan, basit cümlelerle aktarılan, yüzlerce benzeri olan sıradan bir tanıklık bu. Ama yine de okuyucuyu etkileyen önemli bir tarafı var: Levi yaşadıklarını, son derece duygusuz bir dille aktarıyor; hani sanki o bir kurbandan ziyade bir katipmiş ve sadece olan biteni not almış gibi. Yaşanan acı duyguları aktarmadığı gibi kendilerine bunları reva görenlere dair bir öfke de yok aktarımında. Tam bir bilim adamı gibi yazıyor; duygulardan arınmış, objektif bir tanıklık. Bu duygusuz aktarım tarzı, anlattığı olayların okuyucu gözündeki dehşetini arttırıyor. Düşünsenize; ağır çuvalları taşımaya gidiyorsunuz ve yanı başınızdaki arkadaşınız açlık nedeniyle düşüp ölüveriyor; siz ise duygusuz, sadece bir küçük bakış atıp işinize devam ediyorsunuz. Ya da kimlerin çalışmaya devam edip kimlerin gaz odasına gönderileceğini belirleyen memurların bir anlık dikkatsizliği -ya da umursamazlığı- ile 18 yaşında sapasağlam bir genç de gaz odasına gidecekler arasına ekleniyor, ölmeden önceki son gecesinde yanı başınızda tavanı seyrediyor ve siz boş boş onu izliyorsunuz. Üst yataktaki oda arkadaşınız ölüp aniden yere düşüyor, ancak siz cesedi kaldırmadan önce yemeğinizi yiyor ve günlük işlerinizi tamamlıyorsunuz; zira aç karnına onu birkaç metre sürükleyecek enerjiniz dahi yok. Bu sebeple Levi’nin anlatımı, yaşanan dehşeti aktarma konusunda benzeri birçok eserle karşılaştırıldığında bence çok daha etkileyici. İnsanlık tarihinde insana yapılan eziyetler listesi çok uzun. Ancak soykırım, bence yüzyıllarca süren kölelik ile birlikte, en dehşet verici olanı. İnsan onurunun hiçe sayıldığı, insanın sürekli aşağılanarak sindirildiği ve bunun siyasi kararlar ile, planlı olarak yapıldığı toplumsal bir cinnet hali. Kölelik gibi uzun yıllara yayılmaması büyük şans, ancak toplumlardaki mutsuzluğun artması ile bu acımasızlıkta bir faşizmin hala tekrarlayabileceği endişesi kimi zaman sarıyor beni ve ruhumu daraltıyor. Bunca yıllık insanlık tarihinin ışığında, geçmiş acıları tekrar etmeden ilerlemenin bir yolunu bulmamızı diliyorum.
Bunlar da mı İnsan
Bunlar da mı İnsanPrimo Levi · Can Yayınları · 2018665 okunma
·
139 görüntüleme
Kitapci okurunun profil resmi
İnsanın Anlam Arayışı Viktor E. Frankl kitabı da bu konuyu islemisti gerçekten çok etkileyici bir kitapti...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.