[...] eski yüzyıllarda insanların mutluluklarından ve yaşamlarından fedakarlık ederek savundukları her şeyin yanılgılardan ibaret olduğunu kabul etmek istemez insan: belki de bunların hakikatin düzeyleri olduğu söylenir. Ama aslında bir kimse bir şeye içtenlikle inanmış, inancı uğruna savaşmış ve ölmüşse, onu harekete geçirenin aslında sadece bir yanılgı oluşunun, büyük bir haksızlık olduğunu düşünürler. Böyle bir süreç bengi adalete aykırı görünür; bu yüzden duyarlı insanların yüreği her zaman kafalarına karşı şu ilkeyi belirler: ahlaksal eylemlerle entelektüel görüşler arasında kesinlikle zorunlu bir bağ bulunmalıdır. Ne yazık ki durum farklıdır; çünkü bengi adalet yoktur.