Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

903 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
ECO ve Foucault Sarkacı üzerine bir inceleme denemesi
Böylesine çaplı bir esere inceleme yazmaya kalkmak haddini bilmezlik değilse de en azından hafif bir delilik işareti kabul edilmelidir. Bunu söyledikten sonra da iddialı bir incelemeden çok yazarına ve eserine saygımızı sunmak için bir çabaya girişelim. Foucault'nun Sarkacı (İtalyanca özgün adıyla "Il Pendolo di Foucault"), aslında 50 yaşına kadar yazarlıkla pek de ilgisi olmayan İtalyan akademisyen Umberto Eco tarafından 1988 yılında yazılmış, yayınlanır yayınlanmaz Batı edebiyatının referans kodlarını yeniden belirlemiş ve ben dahil pek çok okurun hayatını değiştirmiştir. Bu vasfıyla biraz da James Joyce’un Ulysses’ini çağrıştırır ancak okunması onun kadar çetin ceviz değildir. Özellikle tarih ve hele hele ezoterik tarihten hoşlananlar için ziyafet sofrasıdır. Her şeyden önce Umberto Eco şüphesiz çağdaş entelektüel dünyanın en müstesna örneklerinden biridir. Eşine az rastlanır bir zekâsı ve mnemonics denebilecek bir hafızası olduğu açıktır. Sadece kendi disiplini olan göstergebilim alanında değil ortaçağ tarihi, sanat tarihi, edebiyat gibi çok daha geniş bir alanda emsalsiz bir bilgi birikimine sahiptir. Fakat bana göre asıl dehası bütün bu bilgiyi bir kurgu içine oturtup edebi bir esere dönüştürebilmesidir. Kitabın her bölümünü Kabala’nın bir sefirotuna bağlamayı düşünmesi bile başlı başına bir haddini bilmezlik sayılabilir. (Tam bir başarı haddini bilmezlik halini sonlandırır mı?) Roman, aşağıda vereceğim üç karakterin tesadüfen bir araya gelmeleriyle başlar ve birlikte tarih boyunca gizli bir tarikatın peşinden sürdüğü eski bir bilgiyi çözme çabasına girişmelerini anlatır. Eco, bilgi ve anlam arayışının insanları nasıl etkileyebileceğini ve saplantılı hale getirebileceğini de sorgular. Ayrıca, tarih, sembolizm ve felsefe gibi konuları ele alarak okuyucuya derin düşünme ve muhakeme fırsatları sunar. Metin, doğal olarak, yazarının özelliklerini taşır ve entelektüel tarihsel referanslarla doludur. Malzemenin bolluğu nedeniyle karmaşık bir metindir ama Eco'nun karakteristik zekâ ve bilgi birikimiyle kaos içinde belli bir düzende şekillenmiştir. Romanın ana hikayesi, üç ana karakter olan Belbo, Diotallevi ve Casaubon'un etrafında döner. Bu üç karakter, bir yayıncılık şirketinde çalışırlar ve gizli bir tarikatın varlığını iddia eden tuhaf bir teoriyi araştırmaya başlarlar. Bu teori, tarihsel olayların ve sembollerin gizli bir anlamı olduğunu, tarihsel figürlerin ve olayların bir tür gizli gurubun parçası olduğunu savunur. Roman ilerledikçe bu araştırma giderek tehlikeli hal almaya başlar ve karakterler, bu teorinin peşinden koştukça muğlak ama gizemli düşmanlarla mücadele etmek zorunda kalırlar. Eco eserinde komplo teorileri ve ezoterik bilgiye olan istemsiz ilgiyi ele alarak, modern toplumun bu tür yönelimlere olan ilgisini ve onların etkisini de inceler. Eco’nun dahiyane sözcük oyunlarıyla metnin anlamında yaratılan bir muğlaklık sizi sizden alır ve belirsizliğin alanına götürür. Artık gerçek ile hayali ayırt edemez duruma gelirsiniz. Gerçek tarihsel kişilikler romanda erir ve kurgusal birer roman kahramanı kisvesine bürünürler. Eliphas Levi’nin bir zamanlar dediği gibi “Bütün dogmaların anası olan alegori, gölgenin gerçekliğin yerini almasıdır. Gerçeğin yalanı, yalanın gerçeğidir.” Eco’nun sözcüklerle oynarken yaptığı da budur işte. Tarihi kişilikler olan Doktor John Dee, Edward Kelley, Shakespeare birden bire gerçek kişilikler olmaktan çıkar ve kendinizi bir belirsizlik denizinde buluverirsiniz. Bir anda koca Shakespeare gitmiş ve yerini kesilmiş kulaklarıyla Kelley almıştır. Gerçek nerede? E. Levi demişken de kahramanlarımızdan Diotallevi’yi anmasak olmaz. Eco’nun belki de ilk sembolizm yüklü sözcük oyunları kahramanlarına verdiği isimlerle başlamıştır. Diotallevi İtalyancada -Tanrı seni yok etsin- demek olabileceği gibi -Tanrı seni kaldırsın/yükseltsin- de demek olabilir. Keza diğer karakterimiz Casuabon İtalyancada -haklı ya da iyi bir dava- demektir. Kitabın pek çok yerinde Eco’nun o tarifi imkânsız mizah yeteneğine maruz kalıyoruz. Özellikle Garamond yayınevi bölümünde çağdaş yayıncılığın içine düştüğü lağım çukurunu tasvir edip yerden yere vururken kullandığı mizah eşine az rastlanır cinstendir. BGKY yani basım giderlerini karşılayan yazarlar metoduyla (bugün de tam gücüyle varlığını sürdüren bir yöntem) alay ederken kullandığı araştırma konularını seçerken gösterdiği mizahın derinliği çalışarak erişilecek bir mertebenin çok üstündedir. Bunlardan, Çingene Kentbilimi, Çağdaş Sümer Edebiyatı, Aztek At Yarışları, Sessiz Filim Fonetiği gibi araştırma konularını banal bir oksimoronluktan çıkarıp yüksek mizahın tahtına oturtmak az da beceri değildir. Foucault'nun Sarkacı, karmaşık bir konusu ve sayısız tarihsel, felsefi ve mitolojik referansı içeren bir roman olduğu kadar referans bir metindir. Eco bir röportajda neden roman yazmaya başladığını anlatırken kendisine kısa dedektif öyküleri yazması için teklif getiren bir yayıncıya “Sizi reddetmek zorundayım çünkü ben bir gün bir roman yazarsam bu orta çağda geçecek ve en az 400-500 sayfa olacaktır.” demiştir. Ardından evine dönmüş ve kendini keşiş isimleri listesi yaparken yakalamıştır. Bu Umberto Eco’nun bir romancı olarak rizomunun patladığı an olarak kabul edilebilir. Foucault'nun Sarkacı’nda meraklıları dışında az kişinin bildiği onlarca hatta yüzlerce konunun ardı ardına tarihsel perspektifte karşımıza gelmesiyle yaratılan bilgi yüklemesi bazı okuyucular için zorlayıcı olabilir ama Eco'nun anlatım tarzı biraz çaba sarf eden herkesi kolayca içine çekebilecek kadar yalındır. Aynı nedenlerle, okuyuculardan dikkatli bir okuma ve dipnotlara dalmalarını talep etmesi romanın en çetrefilli tarafıdır. Sizi bilmem ama benim için bir nevi define avı sayılacak dipnotlara dönme mecburiyeti beni çok heyecanlandırmıştı. Roman, felsefi düşünceye ve semiyolojiye ilgi duyanlar için büyük bir zevk kaynağıdır ancak diğer okuyucular için kafa karıştırıcı olabileceğini de kabul etmem gerekir. Bologna Üniversitesi Göstergebilim profesörü olan Eco’nun göstergebilimsel kuramına göre her şey her şeyle bağıntılıdır; kavramlar andırışma yoluyla birleşirler ve bağıntılar özgün olmalıdır. Buradan yola çıkarak Eco, okuyucularını Kabbala'dan Tapınak Şövalyeleri'ne, gizli tarikatlar ve gizemli sembollerle dolu bir dünyanın içine çeker. Tapınakçılar, Agarta, Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Merlin, Lancelot, Avalon, Gül-Haç ve Hermes Trismegistus, John Dee, Kelley, Kılıçsallayan (Yoksa William Shakespeare mi demeliyim?), Kara Bakireler ve Arınmış Katarlar, Eliphas Levi, Roger Bacon, Shakespeare, Naziler, Oyuk Dünya Kuramı, Hasan Sabbah ve Alamut Kalesi, Madame Blavatsky, Tibet, Bilinmeyen Üstünler, Joseph Balsamo ya da diğer adıyla Cagliostro Kontu, Ölümsüz Saint-Germain ya da Montferrat Markisi, Bellamare Kontu, Graf Tzarogy, Soltikoff Kontu, To Mega Therion Alesteir Crowley, Yüce Şeytan 666, Charles Fort ve Lanetliler Kitabı, Dion Fortune, Piramitler, Quelzacoatl, Dünyanın Efendisi, UFO’lar, Haçlılar ve Dervişler. Kim bilir daha kimleri atlamışımdır… Batı ezoterizminin en geniş ansiklopedisi ile kıyaslansa Foucault'nun Sarkacı daha zengin bile durabilir. 1000 yıllık Batıni bir tarihi kurguya yedirmek ve bunu eğlendirerek yapabilmek gerçekten de insanüstü bir yeteneğin işaretidir. Peki ya 50 yıl sonrasını görmedeki başarısına ne demeli? Romanda yukarıda anlatılan konularda üretilen bütün bilgiyi Abulafia belleğine yerleştiriyor ve hazmediyor. O kim? Bir bilgisayar. Romanın yayınlandığı yıllarda henüz emekleme aşamasında olan sıradan bir bilgisayarı bugün yapay zekâ çalıştıranlar gibi düşünüp romanına almak da ne demek? (Abulafia’nın 13. YY’da yaşamış İspanyol Yahudi’si bir kabalist olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.) Eco'nun bu romanında dilin ve anlamın sınırlarını keşfetme isteği de ön plandadır. Karakterler, tarih ve sembolizm aracılığıyla anlamı çözmeye çalışırken, okuyucular da onlarla birlikte bu karmaşık zekâ oyununa katılırlar. Sadece basit bir sevişme sahnesini aktarmadaki üstün estetik ve edebi kaliteye bakmak bile 50 yaşından sonra roman yazmaya başlamış bir yazarın ne kadar yetenekli olduğunu göstermeye yeter. Örneği aşağıdadır. “Amparo, güneş doğuyor.” “Biz deliyiz.” “Şafak tanrıçası gülhaç parmaklarıyla usul usul dalgaları okşuyor...” (1) “Evet, devam et. Yemanjâ geliyor, duyuyor musun?” (2) “Ludibria’nı göster bana...” (3) “Ah, Tintinnabulum!” (4) “Atalanta Fugiens’im benim...” (5) “Ah, Turris Babel...” (6) “Arcana Arcanissima’yı, (7) Altın Post’u istiyorum, tıpkı bir istiridye kabuğu gibi solgun ve pembe... “ “Şişşt... Silentium post clamores,” dedi Amparo. (8) (1) Yunan mitolojisinde, şafak tanrıçası Aurora'nın, her sabah, tan sökerken gül pembe parmaklarıyla gökyüzünü pembeye boyadığına inanılır. (2) Brezilya kültüründe çok iyi tanınan ve her yıl Brezilya'daki Yemanja Festivali sırasında yad edilen Afrika Yoruba kabilesinin su perisi. (3) 'Şaka, gülünç şeyler, gülümsenecek anlamına gelir. (4) Latince Çan demektir. (5) Atalanta Fugiens, Michael Maier'in olağanüstü güzellikte 50 gravür ve şiirlerin yardımıyla, Simyanın kurallarıyla gizlemini açıkladığı ünlü kitabı. (6) Latince Babil Kulesi. (7) Latince gizlerin gizi demektir. (8) Latince: Gürültünün patırtının ardından sessizlik gelir Romanın bir diğer önemli teması da komplo teorilerinin insanı cezbetmedeki başarısıdır. Karakterler, karmaşık bir komplo ile ilgilenirler ve bu teorinin peşinden gitmek onları gizemli tehlikelerle karşı karşıya getirir. Bu tehlikelerin gerçek mi yoksa hayal ürünü mü olduklarının bile önemi yoktur. Bu, Eco'nun romanında paranoyak düşünce, bilgi ve inanç arasındaki ince çizgiyi nasıl ustalıkla sorguladığını gösterir. Sonuç olarak, Umberto Eco'nun Foucault'nun Sarkacı romanı, karmaşıklığı, zekâsı ve zengin sembollerle dolu dünyasıyla muazzam bir eserdir. Eco'nun entelektüel derinliği ve diyalog yazma becerisi, bu romanın okuyucuları üzerinde kalıcı bir etki bırakmasını sağlamaktadır. Eğer tarihi referanslar, felsefi düşünce ve alegorik sembollerle dolu bir roman arıyorsanız, bu kitap size büyük bir tatmin sağlayabilir. Ancak, daha hafif okuma tercih edenler için bu eser zorlayıcı olabileceğinden önce Eco’nun ilk romanı Gülün Adı’nı okumaları çok daha doğru olacaktır. Son olarak romanı Türkçeye çeviren Şadan Karadeniz’in de büyük bir usta olduğunu söylemem gerekir. Bazı bölümleri orijinalinden bile iyi oldu desem yanılmış olmam. Keyifle okumanızı dilerim.
Umberto Eco
Umberto Eco
Foucault Sarkacı
Foucault SarkacıUmberto Eco · Can Yayınları · 20211,564 okunma
·
409 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.