Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Sıradan sözcüğü neden bir küçümseme ya da bir hakaret ifadesidir? Neden sıradan olmayan sözcüğü, olağanüstü seçkin gibi takdir ifadelerini içinde barındırır? Neden sıradan olan her şey alçak ve bayağıdır? Sıradanlık, türün doğuştan sahip olduğu şey demektir. Onların kendilerine özgü alametifarikaları yoktur: Onlar tıpkı seri imalat mamulleri gibidirler. Sıradanlığın laneti insanı hayvanların derecesine indirger çünkü onun tabiatı ve hayatı sadece türünkiyle karışmıştır. Tabiatı icabı ulu veya soylu olan herhangi bir şey, bayağı ve ucuz olanı işaret etmek için, sıradan sözcüğünden daha iyisinin bulunamayacağı bir dünyada, hayatını yalnız başına sürer. _Bütün beceriksizler, akılları iradeye çok sıkı biçimde bağlı olduğu için beceriksizdirler. Dolayısıyla bunların kişisel hedeflerin dışında başka hiçbir şeye gücü yetmez. Onlar için mühim olan kendilerini yüksek mevkilerdeki kimselere ikiyüzlü sahtekârlıkla tavsiye etmektir _Akıllarını kullananlar, dünyanın gerçek soyluları, hakiki asilzadeleridir. Diğerleri köleler ve ırgatlardır. Aralarında derin bir uçurum vardır. İnsanın iradesi ile aklı ne kadar uyumlu ise bu dünyada karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelmek, o kadar kolay olur. Aklın amacı iradenin adımlarına ışık tutmaktır. Güçlü bir irade, zayıf bir zihin ile duyguların şiddet ve yoğunluğu bir insanı yoldan çıkaracaktır. Miskin uyuşuk bir mizaç, zayıf ve güçsüz bir irade yetersiz akılla uyuşabilir ve onunla idare edebilir; ılımlı bir irade ancak ılımlı bir akıl talep eder. _Araba sürücüleri, hamallar, ulaklar ve benzerleri, insanlar arasındaki yük hayvanlarıdır. Onların böyle olmalarının nedeni kalın kafalılıklarından kaynaklanan bönlükleri ve duyarsızlıklarıdır; onlar düşünürken rahatsız edilmezler çünkü zaten düşünmezler; sadece tütün içerler ki bunu, düşünmenin yerine koymuşlardır. Almanya'da sanki gürültü yüzünden hiç kimsenin düşünmemesi tasarlanmış gibidir. _Akıllı ve basiretli yurttaşlarıma, eğer bir daha sıradan bir kimseyi büyük bir dâhi diye ilan etmek isterlerse, bunun için Hegel gibi, tabiatın, yüzüne en anlaşılır harflerle; Sıradan kimse; damgasını bastığı birahaneci kılıklı birisini seçmemelerini öneririm.. _ Yararlı adamları dâhilerle karşılaştırmak tuğlaları elmaslarla karşılaştırmak gibidir. _Zenginlerin, kendilerini maddi zevklere kaptırmaları gibi dahiler de kendilerini zihinsel hazlara bırakırlar _Sanat, sisi dağıtır. Sanat eseri bize, hayatı ve şeyleri, gerçekte oldukları haliyle göstermeye çalışır; o sanat eserini ancak kabiliyeti ve kültürü elverdiği nispette anlar. Resmin önünde, bir prensin huzurunda durduğu gibi saygıyla durmalıdır. Şarap karşısında üzümler ne ise bu sanatlar karşısında felsefenin durumu da odur. Hayal gücü asla işin dışında tutulamaz. Bu estetik etkinin koşuludur ve güzel sanatların tümünün temel bir kuralıdır. O seyircinin hayal gücünde doğmalı-uyanmalıdır, _Her kuvvet iradedir ve ya yaşama isteği ya da yok etme isteğine direnme üzerine kurulur. Zeka bile yaşama isteğinden doğmuştur _İnsanlar bir şeye hürmet etmeye düşkündürler fakat onların bu saygısı çoğu kez yanlış bir hedefe yönelmiştir ve sonraki kuşaklar da bu yanlışta devam eder. Eğitimli kesimin dehaya gösterdiği saygı da, inançlı insanların azizlere gösterdiği hürmetin, çocukça tapınmaya dönüşerek yozlaşması gibi bozulup amacından sapar. Binlerce Hıristiyan, hayatı meçhul olan bir azizin kalıntılarından medet umar. Shakespeare'in koltuğu, Goethe'nin evi, Kant'm eskileri ve imzalan, hayatlarında bu adamların eserlerinin kapağını kaldırmamış çoklarınca büyük bir hayranlıkla seyredilir. Tuhaf bir yanılsamayla bu nesnelerin kendilerini bu büyük adamlara ulaştıracağını sanırlar. _Soylular ve asilzadeler aklılarını özgürce yaratıcı bir şekilde kullanırlar. Köleler ve ırgatlar ise içgüdüleriyle yaşarlar. Aradaki fark derin uçurum kadar büyüktür. Bazıları yeme içme ve çiftleşmeden başka bir şeyden anlamazken, diğerleri şiir sanat ve felsefe üretirler. _Hayvanlar içgüdüleriyle huzur içinde yaşarlar. İnsanların çoğu da düşünmek çok ağır bir yük olduğu için tıpkı hayvanlar gibi düşünmeksizin saatlerce bön bön boşluğa bakarak zaman geçirirler. Bunaltıcı biçimde bu kadar sık karşılaştığımız kalın kafalılığın dışavurumu, onların bütün bilgilerinin iradelerinin işleriyle sınırlı olduğuna işaret eder sadece. Onlar hiçbir şeye nesnel bir ilgi duymazlar. Hayatlarında bir kez olsun nükteli herhangi bir şey onları neşelendirmemiştir; tam tersine herhangi bir şey, düşünceyi gerekli kılsa, bu onların nefretini çekmesi için yeterlidir. Olsa olsa en kaba, en bayağı şakalar gülmelerini sağlar onların; diğer zamanlarda her biri ciddi görünüşlü birer hayvandır, bunun tek sebebi ancak öznel bir ilgiye güçlerinin yetebilmesidir. Kâğıt oyunları, onlar için en uygun eğlencedir. Kalan zamanlarda onlar iş adamıdır, alım satımla uğraşanlar, hayatın getir götür işlerini yapanlardır. Zevkleri bütünüyle bedenidir, çünkü başkaları için duyarlıkları yoktur. Onlarla ahbaplık kurmak, yarenlik etmek bizi sıradanlaştırır; böyle yapmakla kendimizi gerçekten ucuz ve bayağı hale getiririz. Akıl ile içgüdü arasındaki fark dans etmekle yürümek arasındaki ilişki gibidir. İçgüdüleriyle peşi sıra bir menzile yürürler. _İradesinin kölesi ve güdülerine bağlı sıradan insan ile kuklalar arasında bir bağ kurabiliriz. Dünya tiyatrosunun sahnesini işgal eden kuklaların her biri iç içe geçmiş ip ağı sayesinde oynatılır. Çoğu insanın yavan, sıkıcı, ağırbaşlı vakarı buradan kaynaklanır ki ancak asla gülmeyen hayvanlarınki bunu geçebilir. Buna karşılık gem vurulmamış aklıyla deha ünlü Milano kukla gösterisinin büyük kuklaları arasında oynayan kanlı canlı insanla karşılaştırılabilir. Bu insan onların arasında her şeyi kavrayıp anlayacak ve dolayısıyla localardan oyunu seyretmek üzere bir müddet sahneyi seve seve terk edecek tek kişi olacaktır; bu dehanın yansıtıcılığıdır. _Kendi hedefleriyle dolu olan adamın kafasında dünya, bir savaş alanı taslağında güzel bir manzara nasıl görünürse o şekilde belirir _ Elmasların değeri nasılsa insanlarınki de öyledir: Hasıl ki elmasların belli bir büyüklük, saflık ve kusursuzluk derecesine kadar belli ve sabit bir fiyatı vardır, ama bu derecenin ötesine geçildiğinde paha biçilmez ve alıcısı bulunmaz ise..._ _Büyük bir kafa insanlara en derin varlığının hâzinelerini açmıştır ve onların yücelmelerine ve aydınlanmalarına katkıda bulunacak eserler meydana getirmiştir. Ayaktakımı, onda kimi kusur ve lekeleri bulup ortaya çıkaracak mevkide olduklarını düşünürler çünkü kendi hiçliklerinin ezici duygusuyla karşılaştırıldığında böylesine büyük bir adamın karşısında duydukları acıyı dindirmek isterler. _Hayal gücüne sahip olmayan insan, özgür bir kuş gibi değil de, kayaya yapışmış ve tesadüfün kendisine getireceği şeyi beklemek zorunda olan midye gibidir _Bilge ile deha farklıdır. Bilge, dehanın koşulu olan irade ve zekâ ayrılığını kabul etmez. _Bütün dâhiler kasvetlidir. Sefil ve perişan yaşar çünkü o kendi kişisel refah ve rahatını nesnel amaca feda eder. Onun böyle yapmasının tek nedeni elinden başkasının gelmemesidir çünkü onun vakar ve ciddiyeti burada yatar. Onun vücuda getirdiği eser bütün çağlar içindir ama onun tanınması genellikle ancak sonraki kuşaklarla başlar. Onu büyük yapan, onun kendisini ve kendi çıkannı takip etmemesidir. diğerleri kendi zamanları içinde yaşayıp kendi zamanları ile birlikte ölürler. _Hiç kimse, kendini beğenmişliğe sahip olmadıkça büyük olamaz. Tevazu taktir edilir ama böyle bir şey onu başkalarının boyunduruğu altına sokmaya zorlayacaktır. _Fizyonomi bilimi (Yüzden kişiliği okuma sanatı) Bir insanın çehresinin şekli-şemali, ikiyüzlülüğün hakim olamadığı yegâne sahadır. _Seçkinlik ve sıradanlığın insan çehresindeki belirtileri_ _Her insanının çehresi bir haritadır. Bir insanın çehresi, dilinden daha ilginç şeyler ele verir çünkü onun yüzü, söyleyip söyleyebileceği her şeyin özetidir. Dil bir insanın sadece düşüncelerini ele verir, oysa çehre tabiatın düşüncesini dışa vurur. Herkesi gözlemlemek zahmete değer bir uğraştır; konuşmak ise böyle bir zahmete değmese bile… Adi, bayağı ve sefil düşüncelerin, kaba, bencil, kıskanç, günahkâr arzuların her biri çehreye damgasını vurur ve bütün bu işaretler, kırışık ve lekelere dönüşmüştür. Bön ve budala kimseler, bir insanın dış görünüşünün hiçbir önemi olmadığını söylerler ama ruhla beden ilişkisisi, palto ile insanın kendisi arasındaki ilişki gibi olsaydı, gereksiz olurdu. Çözümlemeye öznellik karıştığında çözümlemeye çalıştığımız her şey karışır ve değişir. çehre hakkında tamamen nesnel bir izlenim veren tam anlamında ilk bakıştır. Çehrelerin çoğu ne kadar da sefildir! Güzel ve entelektüel olanların dışında bir çehrenin duyarlı bir kimsede sarsıntıya benzer bir duygu uyandıracağına inanıyorum; Öyle kimseler vardır ki çehrelerine hayvanlardakine benzer sınırlı bir akıl seviyesi gibi bayağılığın ve kişilik düşüklüğünün damgası vuruludur, öyle ki insan nasıl olup da böyle bir çehreyle toplum içerisine çıkabildiklerine ve bir maske takmayı tercih etmediklerine şaşırır. Hatta öyle çehreler vardır ki tek bir bakış insanda kirlenme hissi uyandırır. _Sokrates şöyle der: “Konuş ki seni görebileyim.” Bizimle girdiği kişisel ilişki, meydana getirdiği yüzeysel bir büyülenmeyle önyargısız gözlemcileri bizlerden uzaklaştırır. Şöyle demek daha doğru olabilir: "Konuşma ki seni görebileyim". _Beyin, kadar büyük ve gelişkin ve ona göre omurga ve sinirler ne kadar ince ise, zekâ da o denli büyüktür çünkü beyin onlara çok daha doğrudan hükmeder. _Eğitim ve seçkinlik: Kendi kendilerini eğitmeye tabii eğitim tarzı diyebiliriz. Suni eğitim tarzı bunun karşısında ve başka insanların söyledikleriyle zihni basmakalıp fikirlerle tıka basa doldurmaya dayanır. Genel fikirler yanlış biçimde uygulanacak ve o şekilde ele alacaksınız. Bu şekilde eğitim yolunu şaşırmış ve dengesini kaybetmiş kafalar imal eder ve bu yüzdendir ki öğrenim ve okumayla geçen uzun bir süreden sonra, dünyaya saf budalalar, başka bir dünyadan gelmiş yaratıklar gibi adım atarız. Çocuğa kendi kendisine düşünmeyi öğretmek yerine, bütün enerjisini, zihnini başka insanların hazır düşünceleriyle tıka basa doldurmayı öğretiyoruz. Atı arabanın önüne değil de arabayı atın önüne koymak gibi. Eğitim görmemiş insanlar arasında sıkça görülen sağlam sağduyu sahibi insanlara, okumuşlar arasında bu kadar az rastlanmasının sebebi işte budur. Şeyleri anlamaya çalışmak yerine sözcüklerle tatmin olan ve onları ezbere öğrenen aşırı tehlikeli eğilim, çoğu eğitimli insanın bilgisini lüzumsuz bir laf kalabalığı haline getirir. Çoğu insan, kuruntuları, önyargıları, garip merakları, tuhaf tutkuları bütün hayatı boyunca bir yük olarak omuzlarında taşıyıp durur, dünyaya kendine özgü bakış tarzı geliştirmeyi asla denememiştir çünkü her şeyi hazır yapılı olarak almıştır ve onu bu kadar sığ ve yüzeysel yapan şey işte budur. Çocuk kendi yargısına güvenecek ve önyargılardan kurtulacaktır. Kavramları ve yargılan, kendi tecrübelerinden değil, kendisine hazır verilmiş olan fikirlerden billurlaşır. Gerçekte nasılsa öyle, açık ve nesnel bilgi edinmeyi öğretmeye özen gösterilmelidir. Böyle değil de diğer türlü olursa kafalan safsataarla dolacak, gerçekliği yanlış yorumlayacak ve dünyayı yeniden şekillendirmeye kalkışacaklardır. _Deha kendi kendisinin ödülüdür. Deha, çifte akla sahip bir kimsedir: Biri kendisi için ve iradesinin hizmetinde, diğeri saf nesnel bir tavırla kavradığından dünya için. Dehanın doğumu yüzyılda bir vuku bulur. Doğduğunda da uzun bir süre tanınmadan kalabilir, birinin önünü ahmaklık keser, bir başkasını kıskançlık boğar. Bir kadın kendi kendisine ne kadar çocuk doğurabilirse deha da kendi başına o kadar özgün düşünceler üretebilir. Lal taşı kendi ışığını yayar, halbuki diğer taşlar ancak aldıkları ışığı yansıtırlar. Bilginlere dâhi denemez, nasıl ki elektrik ileticilerine elektrik üreten cisimler denilemez ise, çünkü bunlar hayatlarını öğrendiklerini başkalarına öğreterek geçirirler. Büyük kafalar insanlık için şimşek değerindedir. _renkli resimler ile renksizler arasındaki fark nasılsa, deha ile sıradan insan arasında da öye bir fark vardır. Sıradan, sığ ve basit kafaya sahip biri, bir dâhinin eserinden hiçbir şey anlamayacaktır. _Dahilerin yolu, yaz sabahı enfes tabiatı bütün tazeliği ve ihtişamı içinde seyretmek için yürüyüşe çıkan birinin yoluna benzer. Onunla, bir çocuk oyuncak bebeğiyle nasıl konuşursa öyle konuşacaktır. _Dâhilerin hiçbiri birbirine benzemez. Doğa onlara damgasını vurur, ardından da kalıbı parçalar. Zayıf bir yanı olmaksızın hiç kimsenin büyük bir dehaya sahip olduğu görülmüş değildir, Platon'un zayıf yanı tam da Aristoteles'in güçlü olduğu noktadır. Goethe'nin büyük olduğu taraf Kant'ın zayıf yanıdır ve tersi. _Deha kendi kaderine sadakatsiz hale gelmiş olan bir akıldır; gerçek kaderi iradenin hizmetkârı olmak olduğu halde kendisini bu hizmetten kendi işini takip etmek uğruna kurtarmış olan akla dayandığı kadarıyla doğaya aykırıdır. _Deha soğukkanlılıktan veya ağırbaşlılıktan yoksundur, bu şeylere ait olanlardan fazlasını görmememize dayanır; İnce ayrıntılara odaklanıp diğer her şey görünmez olur ve diğer insanları şaşırır. Odaklaşılan şeyler mikroskobun altında bir fil kaidesinin büyüklüğüne erişen pire gibi görünürler bu yüzdendir ki soğukkanlı veya ağırbaşlı bir adam bir dâhi olamaz. mizaç ölçüsüzlüğü, duygu ve heyecanların ateşliliği, baskın melankolinin etkisi altında ruh halinin çabuk değişkenliği ortaya çıkar. sonuç da dehanın esas itibariyle bu dünyada yalnız yaşamasıdır. O bu dünyada kendisine benzeyen birisine rast gelemeyecek kadar nadir bulunur ve geri kalanlardan onları dost edinemeyecek kadar farklı olan birisidir. Onlar sadece ölümlü varlıklardır; halbuki o aynı zamanda saf akıldır _ _Deha arada bir tuhaflıklara düşebilir. Bunun nedeni akıl ile iradenin arasının gevşemesidir. Dehanın çılgınlığı buna dayanır. Bu sıradışı zekâ taşkınlığı sayesindedir ki irade karşısında belirgin üstünlüğünü elde edip kendisini iradenin hizmetinden kurtararak özgür olur. eserleri bu kaynaktan fışkırır. Yararsızlık ve kazanç getirmezlik dehanın eserlerinin ayırt edici özelliklerinden biridir; bu onların soyluluğunun alametifarikasıdır. Uzun ve narin ağaçlar meyve vermez, meyve ağaçları ufak tefek, bodur ve çirkindir. _Gürültüyü kanıksama neyin belirtisidir_ Sıradan insanlar gürültüye karşı duyarlı değillerdir; ne var ki düşünmeye, şiire ya da sanata, sözün kısası her türden zihinsel düşünsel izlenime duyarsız olan tam da bu insanlardır: Beyin dokularının kaba niteliğine mal edilmesi gereken bir gerçektir bu. Tıpkı kafayı bedenden koparan celladın baltası gibi gürültü de onun düşüncelerini bölüp dağıtır. toprak ya da gübre yığınını kaldıran bir adamın yaklaşık on bin insanın kafasında filizlenmek üzere olan düşünceleri daha henüz tomurcuk halinde iken katletme hakkını nereden aldığını anlayamam. kırbacını şaklatan bir adam, arada bir derhal indirilip hakiki değnek atılmayı hak eder. __ Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine _İnsanın 2 seçeneği vardır. Yalnızlık ya da bayağılık. _Dünyadaki bütün akıllar bir araya gelse akıldan nasip almamış birisi için hiçbir kıymet ifade etmez. _Kendi kendisine düşünen her gerçek düşünür bir kral gibidir; onun iktidarı mutlaktır. Diğer bütün kafalar, Kendilerine özgü damgaları olmayan birer elçiden başka bir şey değillerdir. Birinci sınıf bir kafanın ayırt edici özelliği yargısının doğrudanlığıdır. Dile getirdiği her şey kendi kendisine düşünmesinin sonucudur. _Zihne ait olmayan bütün zevkler düşük bir sınıfa aittir çünkü bunların hepsi iradenin devinimleridir. _(Türkler kuranı hiç okumuyor ama dini kitapları çok okuyorlar) Halk biçimden ziyade içerik ile ilgilenir ve bu bir geri kalmışlık göstergesidir. Goethe hakkında yazılmış olanları Goethe'nin yazdıklarından daha fazla okur. Tiyatroları ele aldıkları malzeme sayesinde doldurmaya çalışan çok sayıda kötü oyun yazarı vardır. Şöhretli insanla doldururlar. _Bir düşüncenin çıkagelişi, sevdiğimiz birisinin teşrifi gibidir fakat gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Eğer onu yazarak zapt altına almaz isek en güzel düşünce bir daha ele geçirilemez biçimde unutulma ve eğer o sevgiliyle evlenmez isek terk edilme tehlikesi altındadır. _İnsanın sohbet edebilmesini sağlayan temel nitelikler zekâ, yargı gücü, nükte ve neşeliliktir; bunlar sohbete biçim kazandırırlar. _Çok şey konuşur ama asla hiçbir şey söylemez. İhtiyaç hâsıl olduğunda güçlükten yakayı sıyırmak için kaçacak bir delik bulur. _Üslup zihnin fizyonomisidir. _Nasıl ki ayak takımından birisi elbiselerindeki belli bir şatafat, gösteriş arzusuyla tanınırsa, sıradan bir yazar da üslubuyla kendisini ele verir. _Nasıl ki giyim kuşama özen gösterme, bir insanın içinde bulunduğu topluluğa verdiği değeri gösterirse, özensiz, kötü bir üslup da yazarın okura sarsıcı saygısızlığını gösterir. _Seneca: Okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, canlı bir mezardır. Herkes, aklını kullanmak yerine inanmayı tercih eder: _Gerçek ihtiyaçlar olmaksızın gerçek zevklerden söz edilemez. _Nahoş bir aşağılık duygusuna ilaveten yüreğinin derinliklerinde, küt bir kıskançlık duygusu hissedecektir. Kimi zaman bu gizli bir hınç duygusuna dönüşür. _Kitaplar, bir zihnin en mükemmel örneğidir ve bu yüzden her zaman sohbetten, çok daha büyük bir değere sahiptir. Eski klasik yazarların eserleri kadar zihni eğlendiren başka bir şey yoktur. Tıpkı bir dağ gölünün karşısındaymış ve ciğerlerini temiz havayla dolduruyormuş gibi. _Eğer bir insan kendisini herhangi bir konuda geliştirmek istiyorsa yeni kitaplara sarılmaktan, uzaklaştırması gerekir. Yeniler, eski yazarların çok daha açık bir şekilde söylediği şeyi keyiflerince eğip büküp berbat ederler; _Schlegelin yazdığı ve klavuz yazım ;Eskileri, zamana meydan okuyarak çağları aşıp gelmiş olan eskileri okuyun büyük bir iştahla, yenilerin söyledikleri pek bir anlam ifade etmiyor artık. _İnsan mutluluğunun 2 can düşmanı, ısdırap ve can sıkıntısıdır. Birinden kurtulursak diğerine gideriz. Hayat bu ikisi arasındaki salınımdır. Fakirler ıstırap içindeyken, zenginler can sıkıntısı içindedir. Zengin, sıcak, mutlu bir yuvadır; buna mukabil bundan yoksun olanlar karlarla kaplı soğuk bir aralık gecesidirler. _Zihinsel körlüğün temelinde yatan şey ruh boşluğdur ki bir sürü çehreye damgasını vurmuştur. İnsanların yarenlik için hemcinslerinin, eğlencenin, lüzumsuz lüksün peşine düşmesi, esas itibariyle bu ruhsal boşluk (bönlük) nedeniyledir. Hiçbir şey ruh zenginliği kadar, sıkıntı karşısında koruma sağlamaz. İnsan hayatındaki bu ıstırap kaynaklarından birine ne kadar yakınsa diğerinden o kadar uzaktır. Akıllı adam sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır, eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir. Yelpazenin diğer ucunda duran insan eğlenmeye ve topluluğa karışmaya çabalar, allı pullu esvaplarının içerisinde budala sefil kişiliğinin yükü altında inim inim inler. Halbuki yetenekli insan şenlendirici düşünceleriyle tenha yerleri gözler. Sıradan insanlar sadece zamanlarını nasıl harcayacaklarım düşünürler; kâğıt oyunları ve benzeri şeyler ki münhasıran bu amaç için icat edilmişlerdir. Budalalar!, ( bugün kâğıt oyunlarının yerini teknolojinin daha karmaşık aletlerine tutsaklık almıştır) _Aristoteles: Mutlu olmak kendi kendine yeter olmak demektir der. Çünkü mutluluğun diğer bütün kaynakları, güvenilmez, sallantılı, kısa ömürlü ve şansın elinde oyuncaktırlar. Yaşlılıkta, mutluluğun sözü edilen bu kaynaklan kaçınılmaz olarak kurur; O vakit bir insan kendisinde sahip olduğu şeye bağımlı hale gelir;__ O, makam mevki beklentileriyle veya kâr kazanç umuduyla yahut da hemcinslerinin takdirini kazanma hevesiyle, kendisini kaba arzuların ve bayağı zevklerin köleliğine terk etmek gibi yanlış bir yola sapmayacaktır; hayır, _Deha için, yalnızlık hoş, serbest zaman en yüksek iyi, diğer her şey lüzumsuz, hatta bir yüktür onun için. Farklı bir mizaca sahiptirler. Bu farklılık onları öyle bir noktaya zorlar ki, insanların arasında yabancı varlıklar gibi dolaştıkları görülür. İç zenginliğe sahip insan boş zaman dışında hiçbir şey istemez; hayatı boyunca kendisi olmak için izin ister. Serbest zaman insan doğasına yabancı bir şeydir, insanlar boş zamandan çok çabuk yorgun düşerler. Dar kafalı insan en mutlu insandır, her ne kadar talihinde gıpta edilebilecek hiçbir şey yoksa da. Tevratta: Çok bilgelikte çok keder var; ye bilgisini artıran kederini artırır. __ _Okumak ve kitaplar üzerine_ _Cahil olan zenginler sadece zevkleri peşinde koşarak ömürlerini tüketirler ve vahşi bir hayvana benzerler; _Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır. Okurken zihnimiz başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir. Kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. Okumak kendilerini ahmaklaştırır. At üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz, _Hayatta nasılsa edebiyatta da öyle: Her nereye dönseniz derhal kendinizi, yola gelmez bir insan güruhuyla karşı karşıya buluyorsunuz, her tarafı doldurmuşlar, tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar. Bir yığın berbat kitap, gıdasını buğday başaklarından alan ve sonunda onu boğup kurutan edebiyatın istilacı yabani otları da öyle. İnsanların zamanını, parasını, dikkatini çalıyorlar. Bunlar ya safi para kazanmak ya da makam mevki elde etmek amacıyla yazılırlar. _Ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar. Benzer benzerini sevdiği için halk, derinlikten yoksun, çapsız kafalarından çıkma dedikodularını, değersiz süprüntüleri, büyük kafaların düşüncelerinden daha hoş bulur. _Hiçbir hakiki bilgi kırıntısına sahip olmaksızın, sırf her şey hakkında çene çalıp gevezelik yapabilmek için, edebiyat tarihlerini okuma yönündeki günümüzün yaygın saplantısına karşı bir panzehir olarak, size Lichtenberg'den pasaj: Dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkânsızdır: Anlamayan kimseler tarafından basılır, anlamayan kimseler tarafından satılır, anlamayan kimseler tarafından okunulur, hatta tetkik ve tenkit edilir; ve şimdilerde artık onları anlamayan kimseler tarafından kaleme alınmaktadır. Zihni boş bırakmakla kalmaz, ama aynı zamanda onu, lüzumsuzca doldurarak kendine ait güçleri geliştirmekten de mahrum bırakır. Bu tıpkı açken bir yemek kitabını okumaya benzer. _janr (Günlük hayatı gerçekçi biçimde resmetme) _Ne kadar bilgi sahibi olunursa, bilgiyi ilerletme gücü de o kadar azalır; artan tek şey vardır; böyle bir bilgiye sahip olmaktan doğan gurur. _Yazarlık ve üslup üzerine_ İki tür yazar vardır: Sırf ele aldığı konu için yazanlar ve sadece yazmak, para, şöhret için yazanlar. Para için yazmaya başlar başlamaz her yazar derhal soysuzlaşmaktadır. İspanyol atasözü: Onur ve para aynı keseden bulunmaz. Para ihtiyacı içerisinde olan herkes bir kitap yazıyor; halk da budaladır. Bunun ikinci sonucu dilin yıkımıdır. _Düşünmeden ve düşünerek yazanlar. Rastgele ava çıkan ve hiçbir şey avlayamayan ile avı yakalamış ve bir yere sıkıştırıp vurmayı bekleyen avcıya benzerler. _Yürümek için baston ne ise, düşünce için Kalem de odur, fakat nasıl ki insan en kolay bastonsuzken yürürse, en kusursuz biçimde de elinde kalem yokken düşünür. İnsan ancak yaşlanmaya başladığında bir baston kullanmayı ister, [baston artık onun için bir yük değil, bir yardımcıdır] kalem de böyledir. _Üslup zihnin fizyonomisidir. Dil de ulusunun fizyonomisidir. Bir başka kimsenin üslubunu taklit etmek bir maske takmaya benzer. Üslup kişinin nasıl düşündüğünün tam bir dışavurumudur. Bir yazarın birkaç sayfasını okuduğumda onun bana ne kadar yardım edebileceğini anlarım. Her vasat yazar kendi tabii üslubunu maskelemeye çalışır çünkü derin görünmek için onu muhteşem göstermeye çalışırlar ve böylelikle insanlarda elan algıladıklarından çok daha fazla şey olduğu fikrini uyandırırlar. Hegelciler böyledir. Entelektüel bir üslup hedeflerler ki sanki bununla hedefleri insanları çıldırtmaktır. Anlaşılmazlık maskesi en uzun ömürlü olanıdır; ilk kez Fichte tarafından geliştirilip, zirvesine Hegel'de ulaştığı Almanya'da rastlanır sadece. Yazmanın en kolayı kimsenin anlayamayacağı şekilde yazmaktır; gerçek düşünür düşüncelerini mümkün olduğunca saf, açık, belirgin ve veciz bir şekilde dile getirmeye çalışır. Bu yüzdendir ki basitlik her zaman sadece hakikatin değil, fakat aynı zamanda dehanın işareti olarak da kabul edilmiştir. Üslup, güzelliğini dile getirilmiş olan düşünceden alır, halbuki sadece düşünür gibi yapan yazarlar için düşüncelerin üsluptan dolayı güzel olduğu söylenir. Üslup düşüncenin silüetinden başka bir şey değildir; Bu üslupçuluk yahut yapmacıklık sözüm ona üniversite filozofları tarafından icat edilmiş bir şeydir. Değirmen taşı gibi boyuna dönüp duran ve tıpkı onun gibi sersemleten karmakarışık laf kalabalığının, bir türlü sonu gelmeyen saçma sapan gevezeliğin örtüsü altında en korkunç düşünce sefaletini gizleme tarzının anasıdır. _Akıllı insanlar yazdıklarında bizimle gerçekten konuşurlar ve bu sebepten ötürü hem bizim ilgimizi çekmeye, hem de bizi eğlendirmeye muvaffak olurlar. Bir sözcük, tıpkı her bir fırça darbesi, gibi özel bir anlama sahiptir oysa diğerinde her şey mekanik biçimde yapılmıştır. _İnsanın tam olarak konuştuğu gibi yazmaya kalkışması da bir hatadır. Bu yazarı ukala yapar. _Söyleyecek hiçbir şeye sahip olmadıklarını gizlemeyi arzu ederler. Tıpkı Fichte, Hegel gibi bunlar da bilmedikleri şeyi biliyormuş ve söylemedikleri şeyi söylemiş gözükmek sevdasındadırlar. _Voltaire_yazarların çoğu lüzumsuz sözcüklerle düşünce sefaletlerini gizlemeye çalışırlar. _Sıfat ismin düşmanıdır _Söylemeye değer olmayan bir şeyi yazmaktansa iyi bir şeyi söylemeden geçmek her zaman daha akıllıcadır. _Hesiodos: Asla okurun kendi kendine düşüneceği hiçbir şeye yer verme! _Küçük bir düşünceyi anlatmak için çok sayıda sözcük kullanma her zaman vasatlığın işaretidir; buna mukabil çok sayıda düşünceyi birkaç sözcüğe giydirmek seçkin kafaların hiçbir zaman aldatmayan belirtisidir. Çıplak hakikat her zaman en güzelidir. Bunun nedeni dinleyicinin zihnini doğrudan ele geçirmesidir ve retorik yahut belagat sanatlarıyla aldatılmadığını, bilakis bütün tesirin şeyin kendisinden geldiğini hissetmesidir. Basitlik ve naiflik kanunu güzel sanatların tümü için geçerlidir, çünkü hem basit hem yüce olmak mümkündür. Diğer yandan yazıyı asla, kısa ve öz olma uğruna kurban etmemelidir. _Eğer bir insan hastalıktan iyice zayıflamış ve artık eski elbiseleri çok büyük gelmeye başlamış ise, çare onları kesip daraltmak değil, fakat sağlığına kavuşarak eski beden yapısını tekrar bulmasıdır. Yazar sözcüklerini daraltmak yerine düşüncelerini genişletmeye çalışmalıdır. _Üslup öznel değil nesnel olmalıdır. Tek yanlı bir konuşma değil, çift taraflı konuşma. Öznel üslup, duvardaki lekeler gibi olacaktır. Nesnel ise, yağlıboya bir resmin etkisi gibi ancak hayal gücü uyanmış kimse bu figürleri görebilecektir; diğer insanlar ise sadece lekeleri ayırt edebilecektir _Düşünmek üzerine_ _Bir insan çok büyük bir bilgi yığınına sahip olabilir, fakat üzerinde düşünülmüş küçük bir bilgi miktarından daha kıymetsizdir. Düşünme tıpkı bir ateş gibi bir cereyanla tutuşturulmalı. _Okumakla yabancı düşünceler zihni zorla ele geçirir. Çok okumanın zihni her türlü esneklikten yoksun kılmasının nedeni budur. Eğitimin insanların çoğunu ahmak ve budala yapmasının sebebi bu alışkanlıktır. Başkalarının düşüncelerini okumak, yabancının yırtık dökük elbiselerini üzerine geçirmesi gibidir. Kendi kendisine düşünmesini öğrenmiş bir insanın zihni kazanımları güzel bir resme benzer. Bütün meziyeti öğrenim görmüş olmaktan ibaret olan adamın zihinsel kazanımları her türlü renkle kaplı bir palete benzer. Okumak kişinin kendi kafası yerine başka birisinin kafasıyla düşünmesidir. _Kitap filozofunda her şey ikinci eldir. Kendine ait parası olmadığı için tedavüldeki bütün paraların yabancılara ait olduğu küçük bir devletçiğe benzer. _Gerçek dünyada, çekim yasasının hakimiyeti altında yaşarız. Zihin dünyasında çekim yasasının denetiminden kurtulmuş, düşkünlük ve sefaletten azade, bedensiz ruhlar gibiyizdir. Soylu ve verimli bir kafanın kendisinde bulacağı türden bir mutluluk yoktur. _Düşünürler şöyle sınıflandırılabilir: Kendi kendilerine düşünenler ve doğrudan başkaları için düşünenler. Birinciler hakiki düşünürlerdir, Diğerleri birer sofisttir; olmadıkları biçimde görünmeyi arzu ederler ve mutluluklarını başka insanlardan almayı umut ettikleri şeyde ararlar. Bunlar başka bir konuda samimi değillerdir. _Eğer büyük bir elmas küçük küçük parçalar halinde kesilse, derhal bütün olarak sahip olduğu değeri kaybeder yahut bir ordu küçük birliklere bolünse bütün gücünü kaybeder; tıpkı bunun gibi, büyük bir zihin dışarıdan müdahaleye maruz kalmasıyla, rahatsız edilmesiyle, dikkatinin dağıtılmasıyla yahut ilgisinin başka bir yöne çevrilmesiyle birlikte, sıradan bir zihne göre sahip olduğu üstünlük ve ayrıcalığı kaybeder; Bu sebepten ötürüdür ki kalburüstü kafaların çoğu, hangi türden olursa olsun rahatsızlık verici her şeyden, birdenbire araya girip düşüncelerini dağıttığı için her zaman nefret etmişlerdir. Hissettiğim tek şey düşünmenin giderek daha zahmetli ve yorucu hale geldiğidir; ayaklarım bağlı olduğu halde yürümeye çalışıyormuşum gibi. __
··
878 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.