Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

232 syf.
8/10 puan verdi
Alışmışlık Esareti
*** Romanın sonuyla ilgili bilgi içerir. *** Lisans, yüksek lisans ve doktoramı aynı üniversitede yaptığım için zamanın geçişini kavrayışımda bir eksikliğim oldu. On sekiz yaşımda girdiğim bir ortamda yirmi sekiz yaşımda da bulunduğumda, düzenim de az çok aynı kaldığından, her şey aynı kalmış gibi geliyordu. Oysaki askere gideni, evlenip barklananı, çoluk çocuğa karışanı, iş kurup batıranı, iş kurup büyüteni derken öbür insanlar için büyük değişimler ve gelişimlerle dolu on yıl geçmişti. Sonraki birkaç yıl içinde hayatımda üst üste değişiklikler olduğunda tüm bunları daha sağlıklı değerlendirme imkânı bulabilmiştim. Hayat ne kadar da akışkanmış meğerse ve ben ne kadar durağan bir ömür sürmüşüm… Elbette bu durağanlığın faydaları oldu kendince; ama keşke bunun farkına daha erken varsaymışım diye düşünmeden edemiyorum. Bu düşüncelerin beni ara ara yokladığı zamanlarda Tatar Çölü’ne denk gelmiş olmak pek güzel oldu. Bu romandan önce Buzzati’nin hikâye seçkisi
Tanrı'yı Gören Köpek
Tanrı'yı Gören Köpek
'i okuduğum için beklentilerime paralel bir okuma tecrübesi yaşamış olsam da, bu şaşırmamış hâlimle bile romanı oldukça benimsedim. Bu da yazarın tam anlamıyla şeytan tüyü denebilecek tahkiye kabiliyetinden kaynaklanıyor. Romana Drogo Giovanni isimli askerin Bastiani Kalesi’ne atandığı sırada dahil oluyoruz. Drogo deli dolu bir genç, gözü yükseklerde ve şatafatlı şehir hayatında; o yüzden oldukça sapa bir yerde bulunan ve neredeyse hiçbir aksiyonun yaşanmadığı Bastiani Kalesi’ne atanmış olmak onun için tam bir hayal kırıklığı. Kaleye gittiğinde kendisine daha ilk andan başka yere tayini için bir imkân sunulmuş gibi olsa da, bir yandan da telkin eder gibi dört ay bekleyip sonra doktor tavsiyesiyle başka yere tayin edilmesinin de ihtimaller arasında bulunduğu söylenir. Drogo gitmeye çok hevesli olsa da sonradan bu dört ay beklemeli yolu tercih eder. Hani biri bizden hoşlanmadığımız bir şeyi yapmamızı ister ve yapmayabilirsin ama eğer şu kadarcığını yaparsan kalanını ben hallederim der de biz de kibarlıktan hadi yapayım o kadarcığını bari deyip sonra neyse artık elim değmişken ben yapayım tüm işi deyip tamamlarız ya, Drogo’nun başına gelen de bu türden bir şey. Roman Drogo’dan kalma onayını kapınca kalenin dünyalarını bize açmaya başlıyor. Kuzey cephedeki Tatar Çölü romanın esas gizem noktasını teşkil ediyor. Bastiani Kalesi’nin yapılış amacı kuzeydeki bu çölden gelebilecek bir Tatar saldırısına karşı etrafı dağlık arazinin tek zayıf noktası olan kale mevkiinin korunması. Yıllar boyunca bir vukuatın bile yaşanmadığı bu kalede, hayalet bir düşmana karşı teyakkuz hâli var dense yeridir. Yine de askerler arasında sürekli yeni dedikodular dolaşmakta ve gizem kendi kendine büyümektedir. Bu büyüyen gizem, askerleri savaşma arzusuyla diri kılarken, kurulan sosyal bağlar ve gündelik yaşam alışkanlıkları (ya da alışmışlıkları), Drogo’yu bir sarmaşık misali mevcut konumuna esir eder. Karakterler çok derinlikli olmasa da oldukça renkli: Nöbetler sırasındaki parola değişimlerinin sayısının çokluğunu kafasına takmış bir askerin optimizasyon çabalarını gülerek okudum. Angustina’nın inat uğruna donarak ölüşü de Drogo’nun hikâyesinden neredeyse bağımsız olarak ilerleyen çarpıcı bir alt hikâyeydi. Çöl tarafında görünen atı düşman emaresi mi diye merak edip atın peşinden giden ve döndüğünde yeni şifreyi bilmediği için vurulan Lazzari’nin hüzünlü hikâyesini de analım. İlginçtir ki, eserin duruluğundan olacak, muhtemelen bu karakterleri ve hikâyelerini uzun zaman geçse dahi unutmayacağımı hissediyorum. Kitaptaki her şey gibi, bu karakterler de sadelikleri sayesinde hatırda kalıcı hâle gelmişler. Öyle böyle şöyle derken, hayat akıp gider iken, artık kapıyı açıp Drogo’yu serbest bırakacak olsalar dahi, Drogo’nun gitmeye niyeti kalmaz. Kurulu düzenini bozmaya üşenir; üstelik izinlerde şehre gidip geldikçe kendini her şeye yabancılaşmış bulur. Bir de, daha önemlisi, kalede geçerken sayamadığı günlerin ağırlığı, şehirde karşısına çıkar. Her gittiğinde arkadaşlarını kariyerlerinde ilerlemiş, evlenip barklanmış, çoluk çocuğa karışmış bulur. Kendisiyse gittiğindeki gibi kalmıştır neredeyse ve içten içe de artık o arkadaşlarına yetişemeyeceğini hissetmektedir. Üstelik, daha da fenası, yetişmek de istememektedir. Nedense o şatafatlı şehir hayatının dahi bir cazibesi kalmamıştır onun için. Balolarda şehirli güzel kadınlarla beraber olmaktansa, arada kalenin yakınındaki köydeki kadınlarla vakit geçirmek, alışkanlıktan olacak, daha cazip gelir olmuştur. Kale, onun için her şeyden uzakta, kendine has bir konfor alanı hâline gelmiştir. Zamanın geçtiğini hissetmediği tek yer oluşu da bunda büyük bir etken denebilir. Şimdi, bu noktada, dönüp kendimize bakalım. Hangimizin böyle bir konfor alanı yok ki? Başka yerlerde daha iyi ve güzel şeyler bizi bekliyor olabilecekken, sırf alışkanlıktan dolayı belirli esaretler altında değil miyiz? Tüm bağımlılıkları bu çatı altında toplayabiliriz mesela. Ya da memnun olmadığımız ama mevcut düzenimizi korumaya yardımcı olduğu için çalışmaya devam ettiğimiz işimiz veya eşimiz. Buzzati’nin hikâyesi ya da anlatısı karmaşık metinler arayan bir okur için fazlasıyla basit gelebilir; ama tıpkı Mustafa Kutlu hikâyelerinde olduğu gibi, Buzzati’nin de anlatısı hayatı en derininden kavradığı için yavanlıktan uzak. Eserin tüm başarısı da bu. Yoksa süslü cümleler veya eşsiz tahliller beklemeyin bu kitaptan. Hatta kimi sahnelerin ve karakterlerin fazlasıyla tekdüze olması eserin eksi hanesine yazılabilir kolaylıkla. Ancak temelde ele alınan meselenin aktarımı öylesine berrak ki, bu eksileri kolaylıkla göz ardı edebiliriz, etmeliyiz de. Bu berrak anlatıya eşlik eden komik çelişkiler ve olmadık tesadüfler de Buzzati’nin olmazsa olmazı. Düşmanın sonunda sahiden saldırmaya geldiği zaman Drogo’nun apar topar kaleden uzaklaştırılması gibi tam da bu ancak romanlarda olur diyeceğimiz olaylar var ve olmasından hiçbir rahatsızlık duymuyor insan. Buzzati’nin hikâyesini çekici ve keyifli kılıyor bu “Hay aksi!” anları. Şeytan tüyü demem de bundan; başka yazar yapsa kolaya kaçmış diyebileceğimiz şeyler bunlar. Romanın ilk kısmında alışmışlık esareti işlenirken, ikinci kısmında geçen zamanın ağırlığı karşımıza çıkıyor. Yıllar geçiyor ve Drogo yaşlanıyor, o beklenen düşman bir türlü gelmiyor. Emekli olanlar, vefat edenler ve kalenin mevcudatının azaltılması gibi olaylar vesilesiyle Buzzati bize zamanın ağırlığını hissettiriyor. Romanın akıcılığı ve kısalığı düşünüldüğünde, geçen zamanın ağırlığını yansıtmak zor olabilirdi; ama Buzzati bunu olaylar, kişiler ve durumlarla çok güzel aktarmış. Romanı tamamlayan en önemli unsurlardan biri bu; eğer roman sadece alışmışlık esaretinden ibaret olsaydı eksik kalacaktı. Ancak bu esaret altında geçen bir ömrü sunduğunda, kendimize dönüp, benim akıbetim de bu mu olacak diyebiliyoruz. Bu açıdan bakıldığında, Tatar Çölü’nü geç bir yaşta okumanın üzücü bir tecrübe olabileceğini düşünmeden edemiyorum. Henüz hiçbir şey için geç değilken okumak ise, hayatımızda değişiklikler yapmak için, alışmışlık esaretinden kurtulup daha iyi ve güzel şeyleri kovalayabilmek için ibret niteliğinde bir kitap olacaktır. Romanın sonu da bu bakımdan manidar. Karamsar biri romanın sonunda Drogo’nun öldüğünü düşünecektir; iyimserlerse ona bir şans daha vereceklerdir. Ben iyimser taraftayım.
Tatar Çölü
Tatar ÇölüDino Buzzati · İletişim Yayınevi · 201813,1bin okunma
··
149 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.